“12 Eylül 2010 referandumundan sonra tüm yargı erki yeni baştan dizayn edilip, yetmezmiş gibi 16 Nisan 2017 referandumuyla tek adam rejimine geçildiğinde, Anayasamızdaki ‘demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti’ ibaresi sadece kağıt üzerinde kalmıştı zaten”

Adeta yazdan kalma bir gündü. Hava yirmi derece civarında, gökyüzü pırıl pırıldı. Zaten yılın bu vakitlerinde böylesi bir hava, olsa olsa Köyceğiz’e nasip olurdu. Çok değil, bir kaç gün öncesinden, 24 Aralık 2023 pazar gününden bahsediyoruz.

Onca zamandır aralıksız yağan şiddetli yağmurların, göğü yırtarcasına çakan şimşeklerin, kulakları sağır eden gök gürültülerinin ardından hava böylesine açınca; herkes kendini sokağa atmış, evlerinden çıkanların büyük bir bölümü ise göl kıyısında gezintiye çıkmıştı.

Üstelik bugün Noel Pazarı vardı!  Köyceğiz İkinci El Pazarı eski güzel günlerini çoktan geride bırakmış olsa da, Noel Pazarı her zaman olduğu gibi epeyce bir rağbet görüyordu.

Göl kıyısı arı kovanı gibi kaynıyor; sahildeki yürüyüş yolunun kenarında açılan tezgahlarda aklınıza gelebilecek hemen hemen her şey satılıyor, Cevat Abinin sahildeki çay bahçesinde ise oldukça kalabalık bir grup tavla oynayan iki ezeli rakibi seyrediyordu.

Şaka şamata gırla gidiyor; Şahin Hoca her zamanki gibi zar tutma marifetini sergiliyor, karşısındaki Kıvrak Nevzat da ondan geri kalmıyor, onun hilelerini yakaladığı yetmezmiş gibi, sıra pulları toplamaya geldiğinde birer ikişer fazla pul çalmaya özen gösteriyordu.

Sakin bir köşede oyuncuları ve yancıları seyre dalmış olan emekli cumhuriyet savcısı Sait Bey her zamanki gibi ciddiyetini koruyor, kendisine sorulan soruları da genellikle duymazdan geliyordu.

Sonunda oyun bitmiş, büyük bir tantanayla düzenlenen abartılı bir törenin ardından tavla bilmem kaçıncı kez Şahin Hocanın kolunun altına sıkıştırılmış, artık sıra keyifli bir sohbete gelir gibi olmuştu.

Kıvrak Nevzat “sayın savcım nedir bu Anayasa Mahkemesinin Yargıtay’dan çektiği” diye başlattı sohbeti. Emekli savcı Sait Bey “bu işler öyle alaya alınacak konulardan değil Nevzat Bey, lütfen ciddiyetimizi muhafaza edelim” diye cevap verdi. “Demokratik bir hukuk devletinde iki yüksek mahkeme arasında böylesi bir çekişmenin yaşanması mümkün değil ama memleketin içinde bulunduğu durum maalesef buna çok müsait. Zira; sayın cumhurbaşkanımız ‘biz bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız’ diyor”. Aslında söyle(n)mesi gereken “bu konuda Anayasa Mahkemesi tek ve tam yetkilidir. Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Herkes Anayasa Mahkemesi kararlarına uymakla yükümlüdür deyip tartışmaya son noktayı koymaktır ama demiyor işte”.

“Dedi mi” diye lafa limon sıktı Kıvrak Nevzat. Sonra da her zamanki gibi kendi sorusunu yine kendisi cevapladı “demedi, demeyecek de”!

“O, demek istiyor ki; her konuda en yukarıdaki makam benim, kim ne derse desin, yeri ve sırası geldiğinde hakem olarak son kararı yine ben veririm”.

“Saçmalama” dedi Şahin Hoca “onun demek istediği Anayasa ‘Devlet Başkanı’ sıfatıyla bana devlet organlarının uyumlu çalış(tırıl)masını temin görevi veriyor, onun için ben bu tartışmada taraf değil, hakem konumundayım”.

Tam o sırada; üniversite öğrencisi garson genç kızlardan biri, arkasında elindeki koca tepsiyi taşımakta zorlanan yine kendisi gibi üniversite öğrencisi komi arkadaşlarından biriyle beraber masaya yaklaşıp, herkesin önüne siparişlerini koymaya başladı.

Çaylar içilmeye, kahveler höpürdetilmeye başlandığı sırada mühendis Ali Bey “acıyorum şu çocuklara” dedi. “Hem okudukları iki yıllık fakültelerden çıkınca bir şey olamayacakları için, hem de üç kuruşa günde on onbeş saat çalışmak zorunda kaldıkları, bırakıldıkları için”.

Emekli ziraat mühendisi Kamil Bey “öyle demeyin  Ali Bey” dedi “malum, üniversite eğitimi önemli”.

Ona emekli polis memuru Şadan Bey cevap verdi “yaa öyle, o yüzden biz üniversite oku(ya)madığımız için aç sefil kaldık baksana. Benim üç çocuğum, dört de evim var. Bugün ölsem, her birine bir ev bırakıyorum ardımda. Sen üniversite okumuşsun ama geride bırakabileceğin tek bir evin bile yok mühendis Kamil Bey”.

Sohbet yavaş yavaş gerilmeye, kılıçlar çekilmeye başlandığı sırada sakin bir ses tonuyla söze girdi Üstad Korhan Bey. Emekli bir maliye müfettişiydi. Aydın bir insandı. Çok okur, az konuşur cinsinden olduğu için onun sözleri epeyce bir rağbet görürdü.

“Elbette ki, üniversite eğitimi önemli ama olmazsa olmaz da değil! İşimiz düştüğü zaman sanayideki ilkokul mezunu ustaların önünde hepimiz esas duruşa geçiyoruz sonuçta, öyle değil mi”?

“Toplumsal iş bölüşümü diye bir şey var! Doktora, mühendise, avukata, dişçiye, eczacıya ihtiyacımız olduğu kadar oto tamircisine, ayakkabı boyacısına, sıhhi tesisatçıya ve çöpçüye de ihtiyacımız var elbette”.

“Sayın Savcım” dedi İsmail Bey “şu güzelim cumhuriyetimizin içine düşürüldüğü duruma bir bakın. Tarikatlar devleti parselliyor, kimsenin sesi bile çıkmıyor”.

“Ne alaka” dedi adamın biri “demokratik kamuoyu gereken tepkiyi gösteriyor”. “Hem cumhuriyet dimdik ayakta, nesi varmış cumhuriyetin”. “Laik cumhuriyetimizde tarikatların esamesi bile okunmaz”.

“Ne cumhuriyeti kardeşim? Hangi laiklikten bahsediyorsun”? dedi Abdullah Hoca. “Laik cumhuriyet mi kaldı ortalıkta”!

“Tüm kamu kurumları imam hatip mezunları tarafından yönetilir, bakanlıklar tarikatlar tarafından parsellenir, Milli Eğitim Bakanı adını sivil toplum kuruluşu koyduğu tarikatlarla imzalanan üç bine yakın protokol yetmezmiş gibi, yenilerini de imzalayacağını söyler, tarikatlar ordu içinde bile ‘bilek bükme yarışına girerken’, siz hangi laik cumhuriyetten bahsediyorsunuz”?

“Esasen Türkiye hiçbir zaman laik bir ülke ol(a)madı. Siz yürüyüşlerde boş boş ‘Türkiye Laiktir Laik Kalacak” diye slogan atıyorsunuz diye Türkiye laik bir ülke mi oluyor”? Sizin yerinizde olsam “Türkiye Laik Bir Ülke Olacak” diye slogan atmayı ve bu uğurda mücadele etmeyi tercih ederdim”!

“Kimsesizlerin kimsesi olma iddiası çok gerilerde kaldı artık. Sizin övündüğünüz cumhuriyet de çoktandır yerle yeksan”!

“Bu ülkede yaşayan kahir ekseriyetin, ezici büyük çoğunluğun ‘Devlet; basma, divitin pazen kumaş üretmez, devlet ayakkabı yapmaz, devlet alkol, sigara üretip vatandaşına satmaz falan diye’ şakşakçılığını yaptığı piyasa ekonomisi girişimleriyle; özelleştirmelerle yıkılmaya başlanmıştı zaten o öve öve bitiremediğiniz, yere göğe koyamadığınız cumhuriyet”!

“Taraf gazetesinin öncülüğünde yürütülen kumpas davalarıyla orduya operasyon çekilirken, ‘Türkiye bağırsaklarını temizliyor’ denilirken, kozmik odaya girilirken  sessiz kaldığınızda, kaybetmeye başlamıştınız siz o cumhuriyeti”!

“12 Eylül Darbe Anayasasını çöpe atacağız, askeri vesayete son vereceğiz sevdasıyla; 12 Eylül 2010’da yapılan referandumda evet oyu verenler, yetmez ama evet diye tepinenler, boykot falan örgütleyenler o cumhuriyetin çanına ot tıktı zaten elbirliğiyle”. “12 Eylül 2010 referandumundan sonra tüm yargı erki yeni baştan dizayn edilip, yetmezmiş gibi 16 Nisan 2017 referandumuyla tek adam rejimine geçildiğinde, Anayasamızdaki ‘demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti’ ibaresi sadece kağıt üzerinde kalmıştı zaten”!

“Sonuçta geldiğimiz yer ortada; üretime köstek olan, üreticiyi, işçiyi, çiftçiyi, esnafı desteklemek yerine, onları yok sayan, sanayi üretimi başta olmak üzere iğneden ipliğe ve hatta samana kadar hemen her şeyi dışarıdan ithal eden zavallı bir ülkenin yurttaşları haline dönüşmüş durumdayız”.

“Her vilayete, yetmedi en ücra köşedeki ilçelere fakülteler açılırken aklınız neredeydi. Bina yapıp kapısına üniversite, fakülte falan yazınca oluyor mu o işler. Nerede yetiştirdiniz o yüksek eğitim kurumlarında görev yapacak hocaları; doktorları, doçentleri, profesörleri”?

“O kadar kolay mı bu işler. Şimdi de yok efendim eğitimin kalitesi düştü, yok efendim üniversite mezunları işsiz kaldı diye söylenip duruyorsunuz”.

Camcı Rafet “Abdullah Hoca sonuna kadar haklı” dedi. “Adnan Menderes’ten başlayıp Turgut Özal’la devam eden ve hali hazırda Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında temsil edilen siyasi hat; cumhuriyeti de, laikliği de tasfiye etti esasen bu ülkenin hayatından”.

“Şimdi yapılması gereken yeniden cumhuriyet, yeniden laiklik ve kamuculuk bayrağını göndere çekmek olmalı bence! Yoksa ne kimsesizlerin kimsesi olan bir cumhuriyet kaldı artık, ne de laiklik”. “Bu nedenle yeniden ‘Tam Bağımsız Demokratik Türkiye’ mücadelesini bulunduğumuz her yerde, hep birlikte vermemiz gerek”. Bunun için çok geç kaldık demeden; 2024’ten önce olduğu gibi sonrada ve daima; eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi, barış ve kardeşlik taleplerimizin yanına ve hatta en önüne; inadına cumhuriyet, inadına laiklik, inadına kamuculuk mücadelesini de eklemek zorundayız”…
Editör: Osman Biçer