Politikadan uzak kalmanın imkânı yok. İktidar politika yaparken, iktidar politik hamlelerle yaşamımızı kısıtlarken, her türlü yaşam alanına karşı taarruza geçmişken olan bitene sırtımızı dönme şansımız yok. Dönersek sırtımızdan gelip çarpacak bu dalga. Türkiye'de değişim umutlarını Mayıs Seçimleri'ne bağlamış milyonlarca insan için bu tarihler önemli bir kontak kapama noktası oldu. 14 Mayıs'a giden dönemde neredeyse 24 saat seçim konuşulurken, 28 Mayıs'tan sonra politika hayatlardan tamamen çıktı. Haber takipleri olabildiğince düştü. Politik söylemleri dile getiren kaynakların izlenmesi azaldı. Günlük hayatta öncelikler değişti. Bunun oldukça insani bir tepki olduğunu söylemek mümkün tabii ki. Fakat bu tepki sürdürülebilir mi? Ondan iki sebeple çok emin değilim. Bu sebeplerden ilki "seçim yorgunu" olsak da bugün itibariyle 222 gün sonra sandık başına gideceğiz. 28 Mayıs'ta bir "baş" seçmişken, 31 Mart'ta 1392 "baş" seçeceğiz. TBMM'ye 600 vekil seçmişken, belediye meclislerine 20,745 kişi seçeceğiz. Yani aslında çok daha geniş bir politize olma hâli kapımızda. Aday adayları, adaylar, kampanyalar, ittifak çalışmaları... İkinci sebep ise sorunların hiç de hız kesmeden, hatta katlanarak devam etmesi. Sorunlar artarak sürdükçe elbette mücadele de artarak devam ediyor. Akbelen'de mücadele hâlen sürüyor. Akbelen tek değil. Türkiye'nin birçok noktasında benzer mücadeleler sürüyor. Yeşiller olarak uzun süredir aynı formülle bu durumu açıklayabiliyoruz: Türkiye ekonomik büyümeye çalıştığında da doğayı yağmalıyor. Türkiye ekonomik krizden çıkmak istediğinde de doğayı yağmalıyor. Çünkü doğanın maliyeti sıfır görülüyor. Doğa bize her an maliyetinin sıfır olmadığını anlatsa da maliyet sıfır görülüyor. Bu yüzden de Akbelen'deki yıkımı birçok insana anlatmanın imkanını dahi bulamıyoruz. "Kömür varsa çıkartılır! Ağaç başka yerde de büyür!" diye bakıyorlar. Sadece doğa mücadeleleri değil elbette. İşçi mücadeleleri de son sürat devam ederek kazanımlarla sürüyor. Gaziantep'den İstanbul'a hakkını arayan işçiler en sonunda bunları elde ediyor. Bu kazanımlar da Akbelen mücadelesi kadar önemli. Çünkü ekonomik kriz ve bireyselleşme insanları öyle bir hâle soktu ki artık hak aramak da ormanları savunmak gibi şımarıklık sayılıyor. Hem de patronlar vs. tarafından değil. Bizzat o ekonominin altında ezilen ve hakkını arayamayacak kadar örgütsüz olanlar tarafından. Durum buyken politikadan uzak kalmanın imkânı yok. İktidar politika yaparken, iktidar politik hamlelerle yaşamımızı kısıtlarken, her türlü yaşam alanına karşı taarruza geçmişken olan bitene sırtımızı dönme şansımız yok. Dönersek sırtımızdan gelip çarpacak bu dalga. O zaman mühim soruya gelelim: Ne yapmalı? Yerel yönetimlerin mücadeleler için önemi tartışmak yersiz olur. Kent mücadelelerinde yerel yönetimlerin aldığı konumdan; Akbelen'e ulaşımdaki paylarına kadar yerel yönetimler önemli. Fakat diğer yandan da 28 Mayıs tecrübesi var. 28 Mayıs'ta tek bir baş seçmiştik. Şimdi 1392! Tek fark o zaman %50+1 gerekiyordu ve seçim iki turluydu. Şimdiyse baraj o kadar yüksek değil ve tek turlu. Adayların konuşulmasına henüz var fakat burada konuşmaya başlamaya başlamamız gereken bir yol ayrımı var. 1994'ün yolundan mı gideceğiz? Yoksa 2019'un yolundan mı? 2019'un yolundan gideceksek bunu hak eden bir ortam var mı? 1994'ün yolundan gidersek aynı yolu izleyip farklı sonuç elde edebilir miyiz? Bu haftanın soruları bunlar. Önümüzdeki hafta sübjektif yanıtlar.