Türkiye’de siyasi partiler, parti başkanlarının personası ve varlığı ile birlikte biliniyor ve demokratik sistemin temsil gücünü elinde bulunduran partiler aslında liderlerle birlikte alınıyor. Siyasi parti başkanlığının nasıl bir halefiyetle devredilmesi gerektiğini Prof. Dr. İlter Turan yazdı. Osmanlıca-Türkçe lügate baktım. “İstihlaf” sözcüğünün karşılığı olarak “birinin yerine geçmek” diyor. Kelimenin kökü olan “halef” sözcüğü görevde olan birisinden görevi devralan kişi anlamında dilimizde yaygın olarak kullanılır.  İstihlaf ise görevde olan kişiden görev devralmak anlamında bir fiil. Üç değil, tek kelime ve söylenmesi kolay. Müsaadenizle ben de yazımda arada sırada “istihlaf” sözcüğünü de kullanayım. Siyasette kullanıldığı şekliyle “lider yenilenmesi” gibi bir ibareyi de tercih edebilirsiniz. Şu sıralarda istihlaf konusunun ele alınmasının Cumhuriyet Halk Partisi içindeki lider tartışmalarından kaynaklandığını tahmin etmişsinizdir. Seçim sonuçları karşısında liderin yenilenmesine ihtiyaç olup olmadığı tartışılıyor. Kimine göre Sayın Kemal Kılıçdaroğlu döneminde partinin herhangi bir seçimde ciddi bir başarı elde etmesi, özellikle seçimi kazanmaya veya iktidara ciddi bir rakip oluşturacak mertebeye ulaşması söz konusu olmamıştır. Son seçimde de büyük bir koalisyon kurulmuş, iktidarın değişebileceğine dair büyük ümitler beslenmişse de sonuç hüsran olmuştur.  Ortaklara çok sayıda milletvekilliği verilmiş fakat onlardan oy temelinde ciddi bir katkı sağlanmamıştır. Bu partilerin seçmen katında karşılığı olmadığı görülmüştür. Cumhurbaşkanlığı seçiminde sağlanan destek daha ziyade CHP’nin alenen işbirliği yapmaktan kaçındığı Yeşil Sol Parti adıyla yarışan Halkın Demokrasi Partisinden gelmiştir.  Özetle, yanlış ata oynanmıştır. Bunlara ilaveten liderin seçimde işlediği temalar seçmenin ilgisini çekmemiş, ülkede hüküm süren çok olumsuz koşullara rağmen oylar başka partilerden CHP’ye akmamıştır. Seçim kaybedilmiş, CHP sırtından milletvekilliği koparan partiler işbirliğini sürdürmek bir yana, kendi kimliklerine dönmüşlerdir. Belki de iktidar partisi ile anlaşarak anayasayı bile değiştireceklerdir. Partiye yeniden hayatiyet kazandırmak, yeni bir hikâye oluşturmak gerekmektedir. Dolayısıyla lider yenilenmelidir. Kimine göre ise, genel başkan ülkemiz tarihinde görülmemiş bir işi başarmış ve birbirinden çok farklı çizgide olan partileri bir araya getirerek “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedefine dönük olarak birlikte hareket etmelerini sağlamıştır. Sonra, “helâlleşme” yoluna giderek, ülkedeki din ve kültür üzerinde şekillenen fay hattını büyük ölçüde zayıflatmış, siyasetin iktisadi konulara kaymasına öncülük etmiştir. Bu çerçevede kendisinin Alevi kökenli olduğunu da açıklayarak iktidarın kampanya sırasında istismar etmesi muhakkak olan bu konuyu gündemden çıkarmıştır. Sayın Kılıçdaroğlu partisini “kendisini devleti korumakla mükellef sayan bir zihniyetten” uzaklaştırarak demokrasinin olağan rekabeti içinde seçim kazanmayı amaçlayan bir partiye dönüştürmek yolunda bir hayli mesafe kat etmiştir.  Üstelik seçimde elde edilen başarı öyle küçümsenecek cinsten değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimi az bir farkla kaybedilmiştir. Dolayısıyla lider başarılı olmuştur, yenilenmesine ihtiyaç yoktur. Bu arada liderin yenilenebileceğini ama şimdi bu işin zamanının olmadığını ileri sürenler de vardır. Kısa bir süre sonra yerel seçimler yapılacaktır. Bu seçimlerde özellikle büyük kentlerdeki belediyelerin CHP’de kalması zorunludur. Partinin şu sıralarda lider değişimi ile uğraşması, dikkatlerin esas mücadele alanı olan yerel seçimlerden uzaklaşmasına yol açacaktır. Sonra genel başkanlığı düşünen bazı adayların büyük şehir belediye başkanı olmaları, oralarda seçimi kaybetme tehlikesini de getirmektedir. Dolayısıyla lider yenilenmesinin şimdilik düşünülmemesi lazımdır.
Bir parti seçimde başarılı olursa, lider başarıyı sahiplenmekte, partisini muzafferiyete götürdüğünü beyan etmektedir. Parti seçimde başarılı olmadığı durumlarda ise, “ben bu sıkıntılı durumlarda görevden kaçamam, partimi yalnız bırakamam” türünden gerekçelerle göreve devam etmeye çalışmaktadır.
Buraya kadar sıraladığım düşüncelerin hepsinde hakikat payı bulunabilir, bunları tartışacak değilim ama partilerimizin lider yenilemekte büyük güçlük çektiklerine ve ağır maliyetlerle karşı karşıya kaldıklarına ilişkin bazı gözlemlerde bulunmak istiyorum. Ülkemizdeki siyasi partiler, kendisini Cumhuriyeti korumakla yükümlü sayan ve cumhuriyetin kuruluş ideolojisine sahip çıkan CHP istisna edilecek olursa, çoğu zaman şahıs partileri özelliği sergilemişlerdir. Askeri yönetimlerin sonlandırdığı Demokrat Parti ve Adalet partilerini bir yana bırakalım, 1950 sonrası kurulan çoğu siyasi parti bir fikrin sahibi gibi gözükmekle birlikte, esas itibariyle liderin etrafında kümelenmiş kadrolardan oluşmuş, liderin şu veya bu şekilde gitmesiyle, partiler de varlıklarını yitirmişlerdir. Özellikle 1950-1960 döneminin dikkati çeken kuruluşlarından Millet Partisi Osman Bölükbaşı rahmetlinin varlığı ile kaim olmuş, onun siyasi hayatının sona ermesinden sonra varlığını sürdürmekte zorlanmıştır. Rahmetli Özal’ın Anavatan Partisi, Özal cumhurbaşkanı olduktan sonra uzun süre hayatta kalamamıştır. Rahmetli Demirel’in Doğru Yol Partisi de kendisini cumhurbaşkanı olmasından sonra pek de uzun ömürlü olmamıştır. İsterseniz daha güncel örneklere hiç girmeyelim, sorun nedir, onun üzerinde durmaya çalışalım. Partilerimizde lider yenilenmesi geleneği yoktur. Bir parti seçimde başarılı olursa, lider başarıyı sahiplenmekte, partisini muzafferiyete götürdüğünü beyan etmektedir. Parti seçimde başarılı olmadığı durumlarda ise, “ben bu sıkıntılı durumlarda görevden kaçamam, partimi yalnız bırakamam” türünden gerekçelerle göreve devam etmeye çalışmaktadır. Bir parti liderinin görevinin ne zaman ve nasıl sona ereceği konusunda yerleşik herhangi bir kural yoktur. Böyle olunca, liderler istedikleri kadar uzun süreler görevde kalabileceklerini düşünmekte, kendilerine meydan okunmasın diye de parti içinde liderlik için uygun olacak kişilerden oluşan bir “lider havuzu” oluşmasını engellemektedirler. Başka bir ifade ile, “istihlaf sorununu” aşmak için herhangi bir hazırlık yapılmamaktadır. Bu koşullar altında lider yenilenmesi iki biçimde cereyan edebiliyor. İlkin, lidere karşı parti içinde yükselen bir kişi isyan edip mücadeleye giriyor. Ecevit Rahmetli İsmet Paşa’ya isyan ederek lider oldu. Bir hikâyesi de vardı. Seçimi kazanmak konusunda nispeten başarılı oldu. Yönetimde sorunlar yaşadı ve bilahare seçimi kaybetti. İkinci olarak, lider şu veya bu sebepten liderliği bırakmak mecburiyetinde kalınca, boş meydana bazı isimler çıkmakta, parti bölünmekte ve siyaset haritasından silinmektedir. ANAP, hatta DSP buna iyi birer örnek olarak düşünülebilir. Galiba, yapmamız gereken şey, lider değişiminin, yani istihlaf sorununun çözümünü tâbiileştirmekten geçiyor.  Bunu gelenek yoluyla ya da kurallar koyarak yapan toplumlar var. Birçoğunda ikisi bir arada yürüyor. İngiltere sistemini hepimizin yakında tanıdığımızı sanıyorum. Orada partisinin seçmen nezdinde başarısını ileriye götürmeyen lider parti başkanlığından istifa ediyor. Yerine kimin geleceği konusuna da pek karışmıyor. İngiltere’de parti sayısı az, partilerin uzun tarihi var diye hatırlatabilirsiniz. İtiraz etmem ama parti liderliğini korumanın başarıyla yakından ilişkilendirildiğine, sürekliliği de büyük oranda bu niteliğin sağladığına işaret ederim. Amerikan sisteminde başkan adayının, temsilciler meclisi ve senato adaylarının, parti üyelerinin ve partiye kayıtlı seçmenin katıldığı önseçim süreçleriyle belirlenmesi esas. Buna ilaveten, görevde bulunduğu sürece partisinin de başkanı gibi düşünebileceğimiz başkan ancak iki dönem görevde kalabiliyor. Bilebileceğiniz gibi, iki dönem kuralı bir gelenek iken, Franklin Roosevelt kuralı ihlal edip dört dönem görev yapınca, gelenek yazılı anayasal kuralına dönüştürüldü. Her ülkenin kendine göre farklı gelenekleri var. Burada hepsini ele alamayız. Örneğin Fransa’da başkanlık için yarışanlar çoğu zaman kendi destek sistemlerini oluşturuyor ve en fazla iki dönem başkanlık yapabiliyorlar. Almanya’da parti başkanları parti teşkilatının tercihleri ile değişebiliyor.
Her insanın zihni kalıpları, düşüncesini belirleyen sınırlayan çerçeveleri var. Eğer güçlü değişim ihtiyacı hissediliyorsa, bu değişimin önderliğini mevcut kadroların yapma olasılığı düşüktür. Yeni çözümler oluşturamazlar, yeni hikâyeler geliştiremezler.
İyi de Türkiye’de ne yapalım?  Bir reçete verecek durumda değilim. Söyleyebileceğim tek şey, parti üye kayıtlarının çok iyi tutulması ve lider seçimine bütün kayıtlı üyelerin katılabildiği bir süreçle karar verilmesidir. İkinci olarak, parti kurultaylarının muntazam aralıklarla yapılması, liderin takdirine bırakılmaması faydalı olacaktır. Böylece parti, liderlik yapısı dahil, her şeyi değerlendirebilme fırsatını elde etmiş olur. Lider yenilemek zorunlu mudur ve mutlaka iyi midir? Bildiğim bir husus var: Her insanın zihni kalıpları, düşüncesini belirleyen sınırlayan çerçeveleri var. Eğer güçlü değişim ihtiyacı hissediliyorsa, bu değişimin önderliğini mevcut kadroların yapma olasılığı düşüktür. Yeni çözümler oluşturamazlar, yeni hikâyeler geliştiremezler. Önemli olan, partiler ve liderlerinin, daha sonra lider olmayı isteyenlerin oluşturduğu bir havuzun oluşmasına engel olmamalarıdır. Bunun en güvenilir yolu ise, liderlerin görevlerinin süresiz olmadığını, ne zaman bitebileceğini bilmeleridir. Türkiye’nin parti liderliğinde “istihlaf sorunu” aşma yollarını bulması, lider yenilenmesini bir parti bunalımı olayına dönüştüren ortamdan uzaklaşması lazım. Yoksa ülke her zaman siyasi krizlerle uğraşmak zorunda kalır, siyasi partiler de şahısları destekleme mekanizmasına dönüşürler. İktidar partimiz dahil, hiçbir parti bu zaaflardan korunmuş değildir.