Hrant Dink'i anmak, her zaman içimi acıtıyor. Agos Gazetesi'ndeki öncü rolü, duyarlı yaklaşımı ve samimiyeti onu benim için her zaman özel kılacak. Ancak, Ogün Samast'ın serbest bırakılması gibi faktörler, adaletin karmaşıklığını ve eksikliğini düşündürüyor. Bu durum, bende derin bir içsel sarsıntı yaratıyor ve tedirginlik duyuyorum. Bu sene 19 Ocak'ta, katil serbestken Hrant'ı anacağız. Yüreğimizde özlem, kanatlarımızda bir güvercin tedirginliği ile.

ü

Sistematik kötülükten beslenen yalancı insanlar, elbette ki Hrant gibi barıştan yana olan dürüst bir gazeteciye ve bir Ermeni vatandaşına dayanamadılar. Belki de asla onun gibi iyi kalpli ve asil bir insan olamayacaklarını bildikleri için içlerindeki irini akıtacak yer aradılar, belli mi olur?

ü

Yıllar önce yazdığı kitapta, " Türkiye kendi içinde halen bir demokrasi mücadelesi veriyor. İnsanlar halen görüşlerini ne kadar özgürce ifade edeceklerini bizzat kendileri otosansür uygulayarak belirliyorlar. Özellikle içerden çıkan 'aykırı seslere tahammülsüzlük had safhada.’’ demiş sevgili Hrant. Peki, otosansür uygulamadan gerçekleri olduğu gibi yazarsak ne olur? Ya Hrant gibi hedef gösterilip devlet eliyle katlimiz vacip olur ya da hakkımızda uydurulmuş dosyalarla hapiste ömrümüzü çürütürüz. Ak Partililerden şu lafları çok duyarız: "Basın özgürlüğü olmasa, sen konuşamazsın bile." Ya da ‘’Dezenformasyon yapma cart curt…’’ Doğru haberi dezenformasyon, kendi partisinin gruplardan paylaştırdığı sistematik yalanları basın özgürlüğü sanan korkunç bir mantalitenin mahsulleridir bunlar. Tıpkı Hrant’ın Sabiha Gökçen haberinde yaptıkları gibi doğru olduğunu bile bile inat ederler yanlışı savunmakta. Zora geldiler mi de zor kullanmaktan, adaleti kendilerine göre eğip bükmekten de kaçınmazlar. Üstelik yalan söyleyebildikleri için kendilerini zeki de zannederler, ama bilmezler ki tek kandırılan kendileri ve bozuk karakterleridir…

ü

Daha önce Hrant Dink anısına onlarca yazı yazdığım için olayların üstünden tekrar geçmeyeceğim, çünkü hepimiz yakın tarihimizde ne adaletsizlikler, karanlık işler döndüğünü biliyoruz. Hatırlar mısınız, Gezi Direnişi döneminde bir slogan vardı: "Her şeyin farkındayım, Gezi parkındayım!" Ben bu sloganı çok severdim, çünkü direnebildiğimizi, sokakta binler olduğumuzu hissederdim. Şimdi yine farkındayız ama ne yazık ki toplumsal bir sindirilmişlik içindeyiz. Ak Partinin yarattığı kitlesel cahilleştirme ve çürütme politikasının ürünü bir halk olmaya doğru gidiyoruz ya da olduk bile. Kim bilir?

ü

Bu sene Hrant’ı anarken hepimizin dileği belli: Katiller cezasını çeksin, faşizm son bulsun. Bu kadar çok faşistin sağlıklı düşünmesini sağlamak nasıl mümkün olacak, onu bulmak da şart tabii. Aslında öyle ya herkes kendi kapısının önündeki faşisti temizlese, sokaklar bir nebze daha yaşanılabilir olur. Bu vesileyle kindar ve dindar nesil yetiştirmeyi başarıp bir halkı yok eden ve böylece tanımlara uymayan ama tarihte asla unutulmayacak mental bir soykırım yapanlara teşekkürlerimi, pardon şükranlarımı sunarak yazımı kapatıyorum. 19 Ocak'ta Agos Gazetesi önünde görüşmek üzere…

Editör: İrem Kabataş