CHP, yerel seçimlere kendi içinde barındırdığı “değişim” dinamizmini, Kurultayda bir yarış olsa da olmasa da adını “yenileşme” olarak adlandırsa da somut bir biçimde seçmene göstermek zorunda. CHP’de seçim sonrası başlayan değişim tartışmaları, eğer değerlendirilebilirse içinde birçok fırsatı da barındırıyor. Süreç kamuoyunda, fırsatları değerlendirmekten çok, partinin kendi içindeki sonuçsuz tartışmalara yöneldiği izlenimi yaratsa da bu şans var. Özellikle partiye yönelik yerleşik ön yargıları sarsacak ve tam da yeni bir seçim arifesinde yeniden partiye, partiye gönül vermiş kitlelere heyecan verecek, birikmiş öfke ve yılgınlığa rağmen bir çıkış yapma fırsatı da var: Gerçekten bir değişim manifestosu ile ortaya çıkmak… Gerçekten partinin, kadrolarıyla, programıyla, tüzüğüyle yenileşeceğini somut olarak göstermek… Gerçekten CHP’nin Türkiye için yeniden umut olabileceğini cesur bir biçimde kişileri değil, milleti ve ülkeyi öne koyan, katılım süreçlerini, gerçek bir parti içi demokrasi örneğiyle, partinin doğal paydaşlarına açan bir programla ortaya koymak… Sadece Kurultay değil, farklı iddia ve programla ortaya çıkan yeni adayların “değişim” talepleri de bunları tartışmak, yeni görüşleri, programları tüm üyelere, seçmene yönelik tartışma platformlarında gündeme getirmek de. CHP yıl sonuna doğru, Türkiye’nin tamamen otoriter bir rejime sürüklenmeden önce gerçekleşecek son Kurultayını yapacak.  Bir yarışa tanık olsak ya da olmasak da partinin en üst organı çok önemli bir kavşakta kendi iç sorunlarına yönelik ve seçim (adaylaşma) odaklı tartışmalarla zaman harcamamalı. Toplumun 28 Mayıs sonrası hızla sürüklendiği yeni rejim koşullarını, yani asıl tehdidi değerlendirme, tartışma, bu konudaki gelişmelere dikkat çekme, halka yönelik yerel yönetim özelinde alternatif politikalar, çıkış noktaları konusunda motivasyon oluşturma fırsatı olarak bakmayı başarmalıdır. Ekonomik kriz, artık “sosyal yardımlarla” da üstü örtülemeyen ve toplumun tüm kesimlerini içine çeken zam/yoksullaşma girdabına dönüştü. Muhalefet buradan “nasıl” çıkılacağını, alternatiflerini ısrarla “ama bu yerel seçim” itirazlarına rağmen anlatmayı da sürdürmelidir. Yerelden sert ve güçlü bir mesajın hükümetin ekonomik tercihlerini sorgulamaya yöneltebileceği vurgulanmalıdır. Eğer bu yönde ana muhalefet olarak çaba harcamazsa, hepimizi çok dar bir alanda siyaset yapmaya itecek gelişmeler bekliyor. Değişim, yenileşme, dönüşüm dillerden düşmezken, Türkiye’nin demokratik geleceğini ortadan kaldıran “Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi”nin yarattığı tek adam rejimi karşısında muhalefete öncülük etme, seçim için yeni işbirliği modelleri geliştirme şansını da kaybedecek. Ve büyük olasılıkla, bırakın demokratik rejimin tehdit altında olmasını, seçmenin gözünde kendi iç sorunlarına odaklanmış, toplumun ana gündeminden kopuk “koltuk derdinde” politikacılar ve parti profilini besleyecek bir algıya yol açacak. En çok kaçınılması gereken noktaların başında bu geliyor.
Kimin tarafından yapıldığından bağımsız, yine böyle güçlü bir öncülüğe ihtiyaç var. Özellikle İstanbul’un kaybedilemeyeceği gerçeğini içine sindirmiş, yerel seçim zaferinin barındırdığı umudu, geleceğe daha güçlü taşıyacak bir liderliğe ihtiyaç var.
CHP, yerel seçimlere kendi içinde barındırdığı “değişim” dinamizmini, Kurultayda bir yarış olsa da olmasa da adını “yenileşme” olarak adlandırsa da somut bir biçimde seçmene göstermek zorunda. Elle tutulur, anlaşılır, yerel de olsa seçimlerin hala bu ülkede toplumsal muhalefet ve demokratik bir Türkiye için ana mücadele zeminlerinden biri olduğunu göstererek bunu başarabilir. CHP bunu daha önce yaptı. Bülent Ecevit’in liderliğinde özellikle 1973 ve sonrasında rekor oylarla seçimde sonuç aldığı, toplumun büyük bir kesimine seslenen, heyecan yaratan “AK Günlere” seçim bildirgesindeki kapsayıcılık, yeni tezler ve heyecan yaratan sosyal demokrat söylemle… Bu bildirgenin 15 sayfalık özetine göz atanlar, o zamanki iddianın gücünü ve etkisini anlayabilirler: “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça düzen.” sloganıyla topluma seslenen CHP, o zaman da ülkeyi demokrasi içinde kalkındırabilecek bir düzenin öncülüğünü yapmayı vadediyordu. Kimin tarafından yapıldığından bağımsız, yine böyle güçlü bir öncülüğe ihtiyaç var. Özellikle İstanbul’un kaybedilemeyeceği gerçeğini içine sindirmiş, yerel seçim zaferinin barındırdığı umudu, geleceğe daha güçlü taşıyacak bir liderliğe ihtiyaç var. 14 ve 28 Mayıs seçim yenilgilerinin sebeplerini, lider dahil her düzeyde, kimseyi dışarda bırakmadan, tüm ittifak bileşenlerini de kapsayacak biçimde bilimsel özeleştiri yöntemleriyle gerçekçi biçimde sorgulamak… 31 Mart’a bu özeleştiriden çıkarılan dersler üzerinden bakmayı becerebilmek… Bu güçlü liderliğin olmazsa olmazlarından. Ancak yeterli vakit yok. İki ay geçti somut bir şey ortaya konamadı. Zamanlama bir yerden sonra her şeye dönüşebilir, özeleştirisini de iddiasını, tezlerini de zamanında dile getirmeyen sadece iddiasından olmaz, daha önce sahip olduklarını da sorgulatır. Yeni olan her sözün, vaadin ve hatta kişinin bile gücünü ve etkisini düşürebilir.
Türkiye’nin özellikle büyükşehirlerinde muhalefet, il il, ilçe ilçe “yeni işbirliği modelleri” geliştiremezse, yeni rejimin “her şeyi” yapabilme kapasitesi karşısında yine yetersiz kalacaktır.
Yerel seçimlerin partilerden bağımsız özellikle adaya bağlı kendi dinamikleri var. Ancak yeniden rıza üretmenin siyasal koşulları çok farklı değil, güven vermeyen, inandırıcı olamayan bir liderlik, hangi başarısızlık yaşanırsa yaşansın suçu dış koşullarda arayan bir politik tutum, değil yeni seçmeni, kendi seçmenini bile iknada güçlük yaşayacaktır. Rıza üretmenin politik aidiyetten çok daha fazla maddi ve “duygusal” saiklerle harekete geçtiğini son iki seçimde de artık herkesin görmüş olması gerekir. Son olarak, şunu da vurgulamak gerekir: Muhalefet, seçim başarısızlığının da özünde bir liyakat sorunu olduğunu kavradığı zaman, tartışmaya, yüzleşmeye doğru yerden başlayacak. Yenilgi konusunda özeleştiriden kaçınmak, sadece liderlik değil, "yeterli" insan kaynağı/örgüt, sahadan doğru veri, stratejik iletişim tercihleri, rakip analizi, medya gücü, ittifak bileşenlerinin katkısı gibi hayati birçok konuda kendini yenileme ve potansiyel tehditleri bertaraf etme şansını da yok ediyor. CHP’de bir “Değişim manifestosu”nu beklerken, toplumda gittikçe somutlaşan “muhalefet boşluğu”nu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Kendi içindeki tartışmalara kapanarak yaratılan muhalefet boşluğu, iktidarın kendi ittifakındaki diğer bileşenleri kullanarak oluşturduğu “muhalefet” alternatifleri, farklı politik söylemler ve eleştirel yaklaşımlarla (Yeniden Refah bu konuda mesafe alıyor) güçlü bir biçimde doldurulmaya çalışılırken… Türkiye’nin özellikle büyükşehirlerinde muhalefet, il il, ilçe ilçe “yeni işbirliği modelleri” geliştiremezse, yeni rejimin “her şeyi” yapabilme kapasitesi karşısında yine yetersiz kalacaktır.