31 Mart için geri sayım başlamasına rağmen, bilhassa CHP’nin kurultay süreci nedeniyle aday belirleme sürecinin gecikmesi ve Mayıs 2023’ün seçmende yarattığı bıkkınlık dolayısıyla “seçim havasına” henüz giril(e)medi. Dolayısıyla, seçime bu yazı için masa başına oturulan tarih itibariyle 65 gün kalmasına rağmen netleşmemiş birçok detay var. Bunlardan belki de en önemlisi, seçimde muhalefet adına “başarı” diyeceğimiz senaryonun adının koyulmamış, tartışılmamış olması. 2019’un, seçim öncesi iktidar yanlısı gazetecileri dahi kahkahalara boğan sürpriz başarısının gerisinde kalmak kimse için şaşırtıcı olmayacak. Bu durum bizi, işbu yazının cevap verme teşebbüsünde bulunacağı temel soruya götürüyor: 1 Nisan sabahı, günün ilk ışıkları önümüzdeki seçim sonuçları ekranını kesmeye başladığı anlarda, “başardık” deme kriterimiz ne olmalı?

ü

Bu soruya cevap verebilmek için geçen yıla, muhalefet için kesin bir başarısızlıkla sonuçlanan 2023 seçimlerine dönmek gerekiyor. 2023 seçimlerinin muhalefet adına en akılda kalan yönü, bütün iniş ve çıkışlarına rağmen, tarihi bir birliktelik teşebbüsünde bulunabilmesiydi. Peki, ne oldu da 2023 seçimlerine gidilen süreçte, bir araya gelmez denilenler bir araya gelebildi? Örneğin, nasıl oldu da günümüzün DEM partisi ile İyi Parti (resmiyette olmasa bile pratikte) aynı adayın arkasında birleşebildi? Elbette bu soruya farklı perspektiflerden cevap verilebilir; lakin zannımca tüm potansiyel cevapları kapsayan bir yanıt mevcut: Zafer ihtimalinin, kazanmaya yaklaşma hissinin odadaki fil misali bütün siyasi pazarlık masalarına oturmuş olması. 2023 seçimlerine -belki de başarısızlık sonucu yıkımın da aynı derece şiddetli olmasına sebebiyet verecek şekilde- çok yüksek bir umut dalgası ile gidildi. Bu umut, çeşitli kazıkların üstünde dikiliydi. 2019 seçimleriyle birlikte AKP’nin yenilmez olduğu algısının kırılması, eski AKP’lilerin -biri popüler ekonomi bakanı, biri eski başbakan olmak üzere- sayısı gittikçe artan biçimde Erdoğan aleyhine siyasi faaliyetlerde bulunması, Arınç gibi hala Erdoğan’ın yanında konumlanmış figürlerin takkeyi öne koyma tiratları, başta kronikleşen enflasyon ile varlığını hayatın her alanında hissettiren derin bir ekonomik kriz ve en sonunda toplumsal travmasının hala devam ettiği deprem… Saydığımız bu faktörler ve unuttuğumuz çok daha fazlası muhalefet bileşenlerine bu seçimin kazanılabilir olduğunu düşündürdü. İşte bu durum, bugün birbiriyle kanlı bıçaklı hale gelmiş siyasi aktörleri ve “tabanlarını”, diyaloga görece açık, siyaseten çok daha “sabırlı” bir noktada tutabildi.

ü

Günün sonunda seçim kaybedildi ve muhalefeti birleştiren o sihirli tutkal, iktidar olma ihtimali kurudu. Bu süreç bizi günümüze, sadece 6 ay önce bizlere el ele poz veren aktörlerin dört bir yana savrulduğu noktaya getirdi. Siyasi partilerin esas amacı seçim kazanmaktır ve elbette bunun için kurulurlar. Kazanma ümidinin olmadığı ya da az olduğu dönemlerde, ahlaki söylem ve bu söylemi üstünde iyi taşıyabilen aktörler güç kazanır. Bu yöntem, her şeyden önce somut hedefler bağlamında kötü bir seçim akşamı yaşayacak destekçilere verilen bir tesellidir. Öyle ki, diğer yozlaşmış aktörlerden farklı olarak, “duruştan” taviz vermemek adına her türlü makam, mevki, dünyevi mükafat terk edilmiştir. Evet, belki de bu dik duruş arzulanmayan siyasi sonuçlara neden olabilir; lakin mesele bu değildir. Bu atmosferde kazanan taraf zaferini keyfince yaşarken; kaybeden tarafın pastadan pay alamayan, hem maddi hem siyasi anlamda mevzi kaybeden destekçileri bir nebze rahatlatılır, yatağa hiç yoktan onurlarını korudukları hissiyle girmeleri sağlanır.

ü

Yazının bu bölümüne dek, başlıkla çelişir biçimde, ne 31 Mart seçimlerine ne de muhalefetin başarı kriterlerine dair bir söz söylenmemiş olması kimi okuyucuları şaşırtmış olabilir. Aslında herhangi bir olayda “başarı ve getirilerinin” öncelikle elimizde “neyin olmadığını” anlamaktan geçtiğini düşünürsek, aslında 31 Mart seçimlerine dair çok şey söyledik. Zira yerel seçimler kâğıt üstünde artı eksi hesabıyla belediye sayılarının karşılaştırıldığı ölçüde değil; esasen genel seçimlere kazanma umudu devşirebildiği ölçüde değerlidir. Elbette kazanılacak belediyeler bir noktada önemlidir; muhalefetin yönetebilir olduğunu gösterme, AKP’nin şeytanlaştırma politikasını kırma noktasında fayda sağlayabilir. Lakin bu açıdan düşündüğümüzde bile iki noktayı unutmamak gerekir. Birincisi, son seçimde gördüğümüz üzere bu, katiyen tek formül değildir ve zaferi garanti etmez. İkincisi, seçim sonuçları haritasında farklı boyutlarda devasa alanları kaplayan şehirler, etki gücü ve kaynak bakımından eşit güçte değildir. Örneğin, 2019 seçimlerinde büyük bir sürprizle Tunceli’yi “boyayan” TKP, bu başarıyı yalnızca 5.800 oy ile elde etmiştir. Tahmin ediyorum ki büyükşehirlerde bu sayıdan daha fazla oyla seçilen pek çok muhtar bulunmaktadır.

ü

Bu uzun yazıya bu noktaya kadar sabreden okuyuculara teşekkür ediyor ve tam da bu noktada araya bir “fact” sıkıştırmak istiyorum: Çok değil yalnızca 4 yıl sonra, 2028’de, muhalefete yine %50 + 1 gerekecek. Muhalefet içi iş birliği hangi formda olursa olsun, “olması” zaruri olacak. Seçime hangi konfigürasyonda gidilirse gidilsin, nasıl bir model inşa edilirse edilsin, 2023 yılının kötü kullanılan boş şutu, “kazanma ihtimali”, yine dikilecek binanın temelini oluşturacak.

ü

Öyleyse, bir an için kendimizi 31 Mart akşamına ışınlayalım. Sabaha karşı, yüksek nabzın günün yorgunluğu ile iç içe geçtiği, tablonun az çok netleşmeye başladığı bir ortamda hangi gelişme nihai amaç olan 2028 seçimlerine “kazanılabilir” algısını pompalayacak? Mersin elde tutulduğunda mı? Balıkesir muhalefete geçtiğinde mi? Silivri el değiştirdiğinde mi? Şüphesiz bunların hepsi önemlidir lakin benim nihai cevabım son derece nettir: Bu umut, en ivmeli haliyle ancak ve ancak iktidarın ve muhalefetin türlü bileşenlerinin çabasına rağmen yıkılmayan bir İmamoğlu zaferi ile yeşerebilir.

ü

En uzak ihtimalde 2028 yılında gideceğimiz seçimde Recep Tayyip Erdoğan pusulada olmayacak. Son seçimde ziyadesiyle “zorlanan” iktidarı ve gönülsüzlük sinyalleriyle çatırdayan ittifakını, Erdoğan’ın siyasi karizması ayakta tutuyordu. Bir başka ifadeyle ve bu yazının temel savına uyumlu biçimde: Erdoğan’ın kazandırma gücü ve ihtimali, her şeyin temelinin önce muktedir olmaktan geçtiğini bilen iktidar bileşenlerini pek çok krizde dağılmayı önleyen temel faktördü. Erdoğan’ın yarattığı bu etkiyi, bugün itibariyle 2028’de yarışabilecek potansiyel adayların en popüleri olan İmamoğlu da yapabilir. İmamoğlu’nun seçim zaferi, CHP içinde yerel seçim “başarısızlığı” üstüne kurultay hayali olanların, İYİP içinde başarı kriterini diğer muhalefet partilerinin üstüne basmak olarak görenlerin, DEM içinde ana akım siyasete tamamen yüz çevirmek isteyenlerin meşruiyet inşası süreçlerine ket vurulabilir. İmamoğlu zaferiyle yeşerecek bu ihtimal, bir nevi, inşa edilmesi zorunlu (yeni) binanın arazisindeki bataklığı kurutmakla eşdeğer olacaktır.

ü

2024 yerel seçimlerine, 2019’a kıyasla çok farklı bir atmosferde gittiğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. 2019 yılında başarıyı getiren ittifak partilerinin ekseriyeti artık birbirine rakip. Mayıs 2023 felaketinin hayaleti aramızda dolaşıyor. Mevcut durumda hem pasta diliminde kaplanılan alan hem de belediye sayısı bakımından, 2019 ile benzer sonuç beklemek hayal, ama daha da önemlisi, haksızlık olacaktır. Lakin yazıda da iddia edildiği gibi şayet yerel yönetim sahipliği bir araç değil amaç ise, şayet bizi engebeli yollarda bir arada tutacak yeni bir zafer ihtimaline ihtiyaç varsa, bunun yolu esasen İmamoğlu’nun İstanbul’da kazanacağı zaferden geçecektir. Dolayısıyla muhalefetlerin 31 Mart’ta olabildiğince belediye kazanmasını gönülden istemekle birlikte, benim için 1 Nisan sabahı yüzümde belirecek tebessümün yegane kriteri, sabaha karşı İmamoğlu’nu kollarını sıvarken görebilmek olacaktır.

ü

Editör: Barış Ertürk