Bazıları açısından bu seçimi kazanmak yaptıkları yanlış uygulamalara meşruiyet kazandıracak ve onların siyasi olarak aklayacaktır. Ancak bu yapılan yanlışların toplum nezdinde doğuracağı tahribatın ahlaki sorumluluğundan kurtulmaları asla mümkün olmayacaktır. Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde seçim hâlâ devam etmekteydi. Yarından itibaren ekonominin yeni yönetim şekli hakkında çok daha net bir fikre sahip olacağız. Ancak bu seçim sürecinde ekonominin zaten çok az olan imkânlarını mevcut iktidarın korunması için harcayanlar Türkiye ekonomisini ciddi bir krizin arifesine getirdiler. Bundan sonra ne olacağı gelecek olan yönetimin nasıl bir politika izleyeceğine ve bu politikaları kimlerin eliyle yürütüleceğine bağlı. Zira ekonomi şu an ciddi bir kaynak ihtiyacı içinde. Bir o kadar da kredibilite açığına maruz kalmış durumda. Maalesef birinci turda seçmen bu ekonomik sorunlar yokmuş gibi davranarak tercih yaptı. Ülkenin ekonomik bekasını görmezden gelerek, sanal olarak yaratılan bir güvenlik sorununu konu edinerek tercihte bulundu. Bir turda seçmeni neyin yönlendireceği hâlâ bir muamma. Bu turdan bazı anketler Sayın Erdoğan’ı önde gösteriyorlardı. Ancak ilginç olan, birinci turdaki hatalarından hiçbir şey öğrenememiş gibi, anket şirketleri hâlâ “nokta tahmininde” bulunuyorlardı. Hatta bazıları birinci turda kararsız olup da büyük ölçüde ikinci turda kimin kazanacağını belirleyecek olanları her zamanki kullandıkları de facto yöntemlerle adaylar arasında paylaştırıyorlardı. Oysa ikinci turun amacı zaten o kararsızlara etki edip, onların tercihleri arasında “anlamlı” fark yaratabilmekti. Böyle davranışsal fark yaratabilecek ve göreli olarak düşük bir orana sahip bir kitleyi her zamanki gibi adaylar arasında dağıtmak teknik açıdan pek doğru görülmüyor. Kaldı ki mevcut anketlerin örneklem büyüklükleri de böyle bir kitlenin davranışlarındaki değişimi ne kadar yakalayabilir? Tüm bunlara rağmen, anketler kimi kazanıyor gösterse de aradaki farkın küçüklüğü, adaylar arasında çıkan farkın tamamıyla seçilen örneklemden kaynaklanan tesadüfü bir fark olduğuna işaret ediyor. Yani 28 Mayıs öncesi adayların ikisinin de seçilme şansı eşit görünüyor. Tüm bu teknik sorunlara rağmen neden bu tahmineler yapılır anlamak zor. Sizler bu yazıyı okurken, kimin seçildiği konusunda daha net bir fikre sahip olacaksınız. Bir iktisatçı olarak bunları yazmamdaki amaç şu an ekonomide tam bir belirsizliğin hâkim olduğuna işaret etmektir. Seçimden önceki hafta TCMB’nin rezervlerindeki azalma ve bankalar üzerinde uygulanan olağanüstü baskılar ekonomide yanlış giden bir şeyler olduğu gösteriyordu. İktidarın seçimlerden önce tek amacı vardı. O da seçimler yapılana kadar ekonomideki ödemeler isteminin aksamadan, bir şekilde döndürülebilmesiydi. Bu nedenle bankacılık hizmetlerine ciddi kontroller getirildi. Neredeyse bankalar sadece elektrik, su faturası gibi faturalar ile devlete yapılacak muhtelif borçların ödemelerinde aracılık eder duruma geldiler. TL ve dolar faizler rekor düzeylere çıkmış, ama kurdaki oynaklık son derecede düşük seyretmiştir. Ortaya çıkan talep baskısı ise rezervlerden döviz ve altın satılarak giderilmiştir. Tıpkı o meşhur videoda eski AKP milletvekili Şevki Yılmaz’ın dediği gibi. İktidarı bırakmamak için elde ne var ne yoksa kullanılmasına başlanmış. Ancak bu, ülkede ciddi bir beka sorunu yaratmıştır. Aynı zamanda bu, seçimlerin Türkiye’ye neye mal olduğunun da göstergesidir. Bir önceki dönemde Adalet Bakanı olan ve şimdi Şanlıurfa’dan milletvekili seçilen Sayın Bekir Bozdağ ekonomide bir kriz olmadığını söyledi. Elbette bir hukuk adamı olarak onun düşüncesi bu. Bekir Bey’e bir cevap vermeden önce, bir iktisatçı olarak öncelikle bir krizin ne olduğunu anlatmakta yarar var. Aslında ekonomik kriz ekonomide hâlihazırda mevcut olan harcamaların ve nispi fiyatların doğru olmamasından kaynaklanır. Dolayısıyla yaptığı açıklamayla Sayın Bekir Bozdağ bugünkü harcamaların ve nispi fiyatların doğru olduğuna işaret etmiş oldu. Yani iktidar bu harcama şeklini seçimleri kazansa da koruyacak. Faizleri ve döviz fiyatlarını da bu düzeylerde istikrarını sağlayacak demektir. Seçimleri kazanırlarsa bunu göreceğiz. Ancak bize göre iktidarın ne harcama politikası doğrudur ne de bugün izlediği nispi fiyat politikası. Yoksa neden millet dövize ve krediye yönelsin ki? Ya da neden bu kadar rezerv heba edilsin? Bir hukukçu olarak Sayın Bozdağ’ın belki bilgisi yoktur ama ekonomik krizler öyle birden ortaya çıkmazlar. Siyasilerin dediği gibi öyle dış güçlerin tahmin edilemez oyunlarının sonucunda da oluşmazlar. Önceden yaşadığımız bazı ekonomik gelişmelerle krizler işaret verirler. Örneğin ekonominin bazı alanlarında stres birikimi olur. Bu stres fiyatlar üzerinde baskı yaratarak görünür olmaya çalışır. Ancak iktidarı elinde bulunduranlar bu baskıları görünmez kılabilmek için, fiyatlara müdahale ederler ve ellerindeki kıt kaynakları stresi ortadan kaldırabilmek için kullanırlar. Fiyatlar belki artmaz ama elde ne var ne yok yitip gider. Yeter ki o stres kamuoyu nezdinden görünür olmasın. İktidarın ekonomi yönetiminde “karizması” bozulmasın.
Bugün gördüğümüz, siyasi olarak kamuoyundan destek alanların bu desteğin verdiği özgüvenle milyonların kaderini olumsuz yönde etkileyecek davranışları sergilemeleri. Hiçbir geçerliliği olmayan politikaları, hiçbir sorumluluk hissetmeden kolayca uygulayabiliyorlar.
Bugünkü seçimlerin sonuçları şu an için bilinmese de biz iktisatçılar için ortada çok ciddi bir “ekonomik enkaz” var. Bu enkazın kimin elinde kalacağını şimdilik bilemiyoruz. Ama bu gerçekler altında Sayın Bozdağ’ın vatandaşın siyasi desteğini almış bir hayalperest olduğunu düşünebiliriz. Bazen seçmenin aşırı desteğini almış siyasiler, bu desteğe dayanarak aşırı güven içinde olurlar. Tüm dünyaya ve hatta bilime karşı durabileceklerini sanırlar. Kitlelerin desteğini arkalarına alarak söyledikleri yanlışların doğruluğunu ispat etmeye, tarihe iz bırakmaya çabalarlar. Bu denli yüksek siyasi desteğin yarattığı steril ortamlarda hapsolup, gerçeklerle bağlarını koparırlar. İş yapma bakımından biz iktisatçıların doktorlardan pek farkı yoktur. Bizler de onlar gibi veri üzerinden konuşur, sorunları bulgulamaya çalışırız. Onlar kan üzerinden elde ettikleri verilerden veya muayene ettikleri hasta üzerinden yaptıkları gözlemlerden elde ettikleri verileri kullanırlar. Bizler de aynı onlar gibi çeşitli şekillerde topladığımız verilerden ve yaptığımız gözlemlerden ekonomiyi yorumlamaya çalışırız. Elbette bazıları doktorlardan hoşlanmayabilir. Ya da onca bilgi birikimi ve tecrübeyi hiçe sayarak farklı şekillerde sorunlarını ele alabilirler. Kimisi alternatif tedavilere yönelirken, kimisi de maneviyatını güçlendirmeye çalışır. Kimisi de kulaktan dolma bilgilerle, ya da internet üzerinde bulabildikleriyle kendi özgün sorunlarını anlamaya ve çare bulmaya çalışır. Bunların nasıl sonuç verdiğini bilmek zor. Konu kendi sağlığınız olunca, bu konuda ne yapmak istediniz sizin sorununuz olabilir. Ancak ekonomi olunca, durum pek öyle değil. Alacağınız kararlarla milyonlarca insanın hayatını etkileyebilirsiniz. O yüzden ekonomi konusunda hata yapmamaya ve milyonların hayatını daha kötüye götürmemeye dikkat etmek gerekir. Ama bugün gördüğümüz, siyasi olarak kamuoyundan destek alanların bu desteğin verdiği özgüvenle milyonların kaderini olumsuz yönde etkileyecek davranışları sergilemeleri. Hiçbir geçerliliği olmayan politikaları, hiçbir sorumluluk hissetmeden kolayca uygulayabiliyorlar. Ülkenin geleceğini bu aşırı güven ve kibre feda edebiliyorlar. Bazıları açısından bu seçimi kazanmak yaptıkları yanlış uygulamalara meşruiyet kazandıracak ve onların siyasi olarak aklayacaktır. Ancak bu yapılan yanlışların toplum nezdinde doğuracağı tahribatın ahlaki sorumluluğundan kurtulmaları asla mümkün olmayacaktır.