Necip Fazıl, 29 Aralık 1965 tarihinde, Millî Türk Talebe Birliği’nde düzenlenen Ayasofya Konferansı’nın bir yerinde, “Ayasofya’yı kapalı tutmak; Allah’a sövmeye, Kur’an’a tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını esir etmeye denk bir suçtur.” diye konuşur. Şimdi Büyük Doğu Şairi’nin mazi yorumlarının, bilhassa yazdığı tarih kitaplarının ciddiye alınıp alınmaması üzerine söz söylemeyeceğim; çünkü israfıkelam olur.

Demirel, 12 Eylül, Özal...

Burada elli dokuz yıl sonra büyük bir hasretle yeniden camiye çevrilen bir yapının bugün neye tekabül ettiğini anlatacağım kısaca. Kronolojik olarak kaydedersem; 8 Ağustos 1980 tarihinde iktidarda bulunan Süleyman Demirel’in Adalet Partisi, Necmettin Erbakan’ın Millî Selamet Partisi’nin de desteğiyle Hünkâr Kasrı’nı ibadete açar ve Ayasofya yıllar sonra ezana kavuşur. Ancak kısa bir süre sonra gerçekleşecek olan 12 Eylül Darbesi’yle eski uygulamaya dönülür.

Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, vefat etmezden iki sene evvel, yani 1991’de müzenin bir bölümünü namaz kılınması için yeniden işler hâle getirtir. Bu tarihten sonra Türk sağının damarına geçmişten tevarüs eden Necip Fazıl ekolünün ve kimi underground Nurcuların tevilleriyle devamlı surette sentetik bir Ayasofya gündemi enjekte edilir.

Fetih Suresi is Loading...

Cami özlemi, yargıya taşınır, korsan sabah namazlarıyla gündemde tutulur. Nihayet İstanbul’un zaptının 567. yıldönümünde, yani 29 Mayıs 2020 tarihinde, (dolar kuru yaklaşık 8 TL idi) Ayasofya Müzesi’nde Fetih Suresi okunur ve bu kadim yapının bir kez daha camiye çevrilmesi kamuoyunda tartışılır. Aynı sene, Danıştay 10. Dairesi, “Ayasofya'nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığına” hükmeder. Bu yargıdan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilen Ayasofya’nın Cumhurbaşkanlığı kararıyla 24 Temmuz 2020 tarihinde müze statüsü iptal edilip, yeniden camiye ilan edilir.

Fakat insanlığın ortak mirası ve Türklerin ‘kılıç hakkı’ olan bu yapı, İmparatorluk kapısının yenmesi, su haznesinin tahrip edilmesi, caminin bir kez daha kapsamlı onarıma alınacağı gibi aldığı hasar ve bozulmalarla haber olur.

Fatih’in Emaneti Hep Peşkeş Çekiliyor

Ayasofya en son Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 15 Ocak 2024 tarihli duyurusuyla camiye turistik amaçla gelen yabancılardan alınacak giriş ücretinin 25 avro olduğu bilgisini paylaşmasıyla tartışma konusu oldu. Üst galeriye girişlerin an itibariyle 820 TL olması ve burada müzekartın geçmemesi, böylesi bir mekânın özel bir firmanın işletmesine tahsis edilmesi, üstüne üstlük ibadethanede kontrollü sürelerle kalınması, yıllardır gösterimde olan Ayasofya piyesinin bitişini resmetti. Her ne kadar yoğun kamuoyu baskısıyla söz konusu icraat yumuşatılmış olsa da Ayasofya gibi mistik bir mekânın böylesi bir konulara malzeme olması bile oldukça sakil.

Evet, gerçekliği eğip büker, kendi kısır ve sığ dünyalarınızı ‘ideolocya örgüsü’yle bağlarsanız netice trajik olur. Eskinin mücahitlerinin bilhassa İstanbul’u finans kapitalin metresi (Paris’in dünya çapındaki Şabane kerhanesiyle aynı yere gelindi mi?) hâline getirmeleri, ortada son payitahttan neredeyse eser kalmaması, Münevver Ayaşlı’nın tarifiyle tipik bir taşralı olan zavallı Menderes’in “Fatih’in emaneti”ni peşkeş çekmesi ortalama son yetmiş yılın dramatik bir fotoğrafı olarak, İslambol’un cenaze töreninde yakalarımızda duruyor.

Mahzenden Hangi Sesler Geliyor?

Velhasıl Kısakürek mezkûr konuşmasında, Ayasofya’nın kapılarının açılmasıyla ‘bu millete iyilik etmiş kötülerle kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek’ diyerek üstü kapalı bir şekilde, 24 Kasım 1934 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın emri ve Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine çatıyor. Ancak yapının 1936’da tapu kayıtlarına ‘Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi’ diye geçmesinden bahsetmiyor. Çünkü O ve Ben’in şeyhinin Cumhuriyet alerjisi olduğu bilinen ve yaygın bir nakil. Yeri gelmişken; Fevzi Çakmak’la Gazi Paşa arasında toto oynamak da ayrıca safdil bir kompleks olsa gerek.

Velhasıl siz Ayasofya’nın kapısını kılıçla açarsınız; hutbede Millî Mücadele kahramanlarını anmaktan kaçarsanız, tarih de sizin o çokbilmiş sakallarınızı böyle okşar işte. Avantadan birkaç puan daha fazla oy almak adına geçmişin ayarlarıyla oynar ve bunu da siyasetin mantığı diye yutturursanız, duvara toslarsınız. Çünkü hakikat, mantığın ötesindedir.

Hadi şunu da kaydedeyim, belki sonraki jenerasyon için lazım olur: ‘iktidar ve muhalefet arasındaki diyalektik hayatîdir.’ Her devrin muhalifi olmayan kişi, gizli bir iktidar zihniyeti (bence zehri) taşır. Tevfik Fikret’in deyimiyle acı ama gerçek olansa 2024 itibariyle (dolar kuru 30 TL) o ‘yeraltı depoları’ndan Kaldırımlar Şairi’nin şu dizelerinin duyuluyor olmasıdır ve gerisi lafügüzaftır: “Öz yurdunda garipsin/Öz vatanında parya...”

Editör: Samet Altıntaş