Beyoğlu Kültür Yolu’nun bir parçası olmanın, TRT 2’deki kültür sanat programlarına konuk olarak katılmanın, iktidarı koşulsuz olarak destekleyen basın organlarında boy göstermenin sanki hiçbir toplumsal, siyasi bağlamı, ülkenin güncel durumuyla alakası yokmuş gibi davranmanın rahatlığı paha biçilmez bir konforu beraberinde getiriyor.

13-17 Aralık tarihleri arasında İstanbul Akaretler Sıraevler’de yedincisi gerçekleşecek olan BASE’de okullarından yeni mezun olan 120 sanatçının işleri sergilenecek. Sponsorları arasında Trendyol, TEB, Kale Tasarım, Bilgili Holding gibi şirketlerin yer aldığı etkinliğe T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı katkıda bulunuyor. Organizasyonun resmi internet sitesinde bakanlığın bulunduğu katkının içeriğine dair bir bilgilendirmeye rastlanmıyor.

Geçtiğimiz sene BASE’in ilk beş edisyonuna katılmış sanatçıların eserlerinden oluşan bir seçki yine T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğinde BASELECTED ismiyle İstiklal Caddesi’nde yer alan, yıkılan Emek Sineması’nın yerine inşa edilen Grand Pera'da sergilenmişti. Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı ortaya konan mücadelenin önde gelen ismi Mücella Yapıcı’nın Nisan 2022’de tutuklanmasının hemen ardından, Gezi Direnişi’nin tam da dokuzuncu yıldönümünde açılan sergi Türkiye’de çağdaş sanat alanının zararsızlaştırılmasına, ülkenin güncelliğinden koparılmasına dair en çarpıcı örneklerden biri olmuştu.

Bugün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevini sürdürmekte olan Fahrettin Altun, 5 Temmuz 2018 günü Twitter’da İstiklal Caddesi’ndeki Mephisto Kitabevi’nde çok satan kitapların yer aldığı rafın fotoğrafının üstüne şöyle yazmıştı: “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek!” Şüphesiz ki Altun’un bu ifadesi mensubu olduğu muhafazakâr dünya görüşüne dair bir yanılsamayı barındırıyordu. Mesele şu ki; temsilcisi olduğu dünya görüşü, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde bulunduğu coğrafyanın tarihinden beslenerek biriktirdiği kültürel zenginlik ile mücadele edecek bir derinliğe sahip değildi. Altun’un kültür alanını karşı cepheye hınç ile yaklaştığı bir cephe mücadelesi olarak görmesi sonuç vermiyordu. Nitekim iktidar rızaya dayanan mekanizmaları üretme yolunu seçerek farklı bir yöntemi uygulamaya koyuldu. Yeni kültür siyaseti Beyoğlu Kültür Yolu ve benzerlerinin düzenlenmesi, TRT’nin bir kanalını eskiden olduğu gibi kültür-sanat ağırlıklı bir içeriğe ayırması gibi girişimlerle kendini göstermeye başladı. Contemporary İstanbul’da olduğu gibi ticari kaygılarla iktidara yanaşanlar bir kenara, kültür sanat alanının birçok aktörü görünürlük kaygısıyla iktidarın aygıtlarının bir parçası olmaya yönelik içselleştirilmiş bir rızayı normalleştirdiler. Beyoğlu Kültür Yolu’nun bir parçası olmanın, TRT 2’deki kültür sanat programlarına konuk olarak katılmanın, iktidarı koşulsuz olarak destekleyen basın organlarında boy göstermenin sanki hiçbir toplumsal, siyasi bağlamı, ülkenin güncel durumuyla alakası yokmuş gibi davranmanın rahatlığı paha biçilmez bir konforu beraberinde getiriyor.

Yukarıda dile getirilen, kültür sanat aktörlerine yönelik tenkit şüphesiz ki ülkenin başka bir gerçekliği ile birlikte değerlendirilmelidir. Büyük sermayenin devlete omurgasından bağımlı olması Türkiye’de yaşayan insanların en önemli sorunudur. Yakın geçmişe baktığımızda bu tespiti destekleyecek çarpıcı bir örnek ile karşılaşıyoruz. Gezi Direnişi’nin tam da sekizinci yıldönümünde, 28 Mayıs 2021 günü Taksim Camii ibadete açıldı. Cumhuriyet’in sembol mekânlarından olan Taksim Meydanı’na camii yapma fikri 1950’lerden beri dile getiriliyordu. Buna yönelik en ciddi girişimlerden biri 1991 yılında gerçekleşti ve bir vakıf kuruldu. Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucu üyeleri arasında Asım Kocabıyık, Rahmi Koç, Sakıp Sabancı, Şarık Tara gibi isimler bulunuyordu. Camii inşaatı başlayınca mahkeme kararı ile lağvedilen vakıfta yer alan isimlerin bugün Türkiye’nin en önemli sanat kurumlarının sahipleri olması Cumhuriyet’in 100.yılında tartışılması gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor.