Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Gazze dayanışması adı altında bir hilafet yürüyüşü gerçekleşti. Tabii ki, bu kalabalığın sadece Gazze için toplanmadığını tahmin etmek zor değil. Arkasında Hizb-ut Tahrir adlı örgütün bulunduğu Köklü Değişim denen bir grubun gerçekleştirdiği yürüyüşte hilafet sancakları açıldı, hatta yetmezmiş gibi grubun lideri hilafet çağrısını video olarak koyduğu "Geliyor gelmekte olan! Hiç bir güç hiç bir kuvvet bu gelişi durduramayacaktır! Hilafet #Tsunami" diye de bir tweet paylaştı. Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğunu yazdığım bir tweetime ise Köklü Değişim grubunun temsilcilerinden bir yanıt verdi. Anlayacağınız sıkı takipteyiz.
Gerçekleşen yürüyüşte açılan hilafet ve IŞİD bayraklarına tepkisiz kalamayıp, kendini ve değerlerini savunmak adına maalesef olmaması gereken şekilde şahsın birine yumruk atan Ege Akersoy ise tutuklandı. Peki Ege’ye tokat atan Galata Dream Hotel’in sahibi Oğuzhan Toksun neden dışarıda? Bu adaletsizliklerin üzerine bir de ünlü teologumuz eski manken Tuğçe Kazaz ‘’2030 yılında Türkiye tamamen hilafet sistemine geçecek.’’ dediğine kafalar iyice karıştı.
Laik bir devlette din ve devlet işlerinin ayrıldığını biliyoruz ve her şeriat mı geliyor endişesine kapıldığımızda birileri hemen çıkıp demeye ‘’Ne şeriatı yahu? Kim getirebilir bu ülkeye şeriatı?’’ geliyor bunu diyenlere hak vermeyi öyle çok isterdim ki. Şeriat için resmiyetin önemi olduğunu düşünüyoruz da son on yılda fiilen olanlara başımızı kaldırıp bakmayı unutuyoruz sanki ne dersiniz? Alkol haram, sigara mekruh, barlardan söz etmeye bile gerek yok. Bunlara gelen fahiş zamların hayat tarzına müdahale olduğunu görüyoruz, biliyoruz susuyoruz. Karşı çıkmak yerine yüz lira da olsa bin lira da olsa içeceğiz diyoruz. Güzel evet içeceğiz elbette ama hak savunmak, dik durmak yerine neden boyun eğip sessiz direnişe geçiyoruz ben bunu anlamıyorum.
Yıllarca örgütlü olmanın öneminden bahseden ama en ufak bir tatsızlıkta fraksiyonlara bölünmeyi hobi edinen solun kaçırdığı şey davaya içten bir bağlılık olabilir mi? AKP-MHP yıllarca gözümüzün önünde didişmedi mi? Bu zıtlıklara rağmen nasıl birleşip karşımıza çıktılar? Elbette bir amaç uğruna. Kendileri bir olduğunda kitleleri de bir oldu. Hiç aman o bunu demiş yok Mahir Çayan TİP’i gömer yok şu şunu yapar diye kendilerine kavga sebebi çıkartmadıkları için bir oldular. Peki biz bu kenetlenmiş topluluğa karşı direnme ateşi sönmüş, gezi ruhunu kaybetmiş bir dağınıklıkla mı şeriatı getiremezsiniz diyeceğiz? Anayasa mahkemesi kapatılsın diyen, anayasayı ise kökten değiştirme hedefinde olanlara tek kelam etmeyip onların şeriatı getirmeyecek olmasını beklemek biraz ütopik oluyor bana kalırsa. Ne de olsa "Kitle, çobanına sadık bir sürüdür." Demiş Le Bon. Biz de bizi iyi güdenin peşine koşarız haliyle. Bilmeyip yanlış yerden otladı diye koyuna küsen çobanın peşinde kim koşar ki? Yeni yılda yazdığım ilk yazı biraz umutsuz başlasa da ben asla umudunu kaybetmeyen kısımdayım. Geçen gördüğüm zam öncesi içki kuyruğundan sonra diyorum ki bu ülkeye şeriat meriat gelmez Allah’ın izniyle… E mutlu yıllar o zaman!
ü