Eğer muhalefet kazanırsa, bir geçiş dönemini kimin veya kimlerin yöneteceğini seçmiş olacağız. Bu koşullar açısından düşününce, geçiş sürecini yönetecek isim/isimler ile sonrası için en iyi isimler ve özellikler aynı olmayabilir. Muhalefet nasıl gidiyor? Önümüzdeki dönemde desteği azaldıkça daha da otoriterleşmesi; muhalefeti bölmeye, toplumu kutuplaştırmaya, muhalefetin hak ve özgürlüklerini ve seçim güvenliğini/adaletini daha da kısıtlamaya yönelmesi muhtemel iktidara karşı (hatta 7 Haziran - 1 Kasım 2015 arası bir dönem arzu edebilecek odaklara karşı) seçimleri kazanmaya, ülkeyi düze çıkarmaya ve demokrasiyi yeniden kurmaya hazır mı? Yürütmeyi kazanmak için nasıl bir ortak cumhurbaşkanı adayı belirlemesi gerekiyor? Bu açılardan Mersin mitingi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönem söyleminde gözlenen değişim; “dostlarımızla kazanacağız” vurgusundan “ben yapacağım” vurgusuna kayış ne anlama geliyor? Muhalefetin ortak hareket iradesinde zayıflama mı var? Bizde olduğu gibi otoriter bir yönetimi seçim yoluyla değiştirerek demokrasiye geçmeye çalışan ülkelerde sıklıkla gördüğümüz bir durum var. İktidarın zayıflaması ve desteğinin azalmasıyla, yani muhalefetin kazanma şansının artmasıyla, muhalefetin ortak hareket etme eğilimi de artırıyor. Bu da zaten demokrasiye geçişin başarılabilmesinin en önemli ön koşulu. Ama otoriter iktidar daha da zayıfladıkça, bu sefer muhalefet içi rekabet de artabiliyor. Çünkü her bir siyasal partinin veya siyasal kişiliğin tek başına öne çıkma umudu da artabiliyor. Öte yandan iktidar değişikliği olasılığı arttıkça, siyasetin en önemli soruları arasında olan, bu değişiklik kimin liderliğinde olacak ve kim hangi pozisyona gelecek, bu onların gelecekteki siyasal kariyerlerini nasıl etkileyecek soruları da daha önem kazanıyor. Ama bu eğilimler kontrol edilemez ve yönetilemezse, bu sefer de muhalefet kazanamıyor ve iktidar değişikliği ve demokrasiye geçiş gerçekleşemiyor. Demokrasiye geçişin başarılı olması için muhalefet açısından en önemli koşulların şunlar olduğunu söyleyebiliriz. Muhalefetin:
  • Seçim öncesinde, sırasında ve sonrasında azami düzeyde ortak hareket edebilmesi;
  • Kendi içinde sen/ben ve liderlik rekabetine girmemesi ve kendi içindeki yarışı yönetebilmesi, asgari düzeyde tutabilmesi;
  • İktidarın tabanına yönelik kutuplaştırıcı siyasete kapılmaması;
  • Tabanla ve sivil toplumla olumlu bir sinerji kurabilmesi;
  • Geçiş sürecinde yapacakları konusunda anlaşmış olması; bu yönde görüşmelerinin (Acı 2015 deneyiminin ünlü deyimiyle) “istikşafi”[1] falan değil, samimi, resmi, şeffaf ve güvenilir olması;
  • Tüm bunları hayata geçirebilmek için seçimi kazanabilmesi, seçimi kazanacak aday ve diğer stratejileri doğru belirlemesi.
Bu koşullar açısından düşününce, geçiş sürecini yönetecek isim/isimler ile sonrası için en iyi isimler ve özellikler aynı olmayabilir. NASIL BİR CUMHURBAŞKANI VE NE İÇİN? Önümüzdeki seçimde sadece ülkeyi kimin yöneteceğini seçmeyeceğiz. Eğer muhalefet kazanırsa, olumlu anlamda bir ara dönemi, yani bir geçiş dönemini kimin veya kimlerin yöneteceğini seçmiş olacağız. Yani demokrasiye geçiş, devleti ve siyasal sistemi yeniden inşa ve bu esnada ekonomiyi de ayağa kaldırma sürecini kimin ne süreyle yöneteceğini seçeceğiz. Bu süreçte muhalefetin anlaştığı güçlendirilmiş parlamenter sisteme (GPS) geçiş için – ki GPS sisteminde cumhurbaşkanının yetkileri sembolik düzeye çekilecek -- gerekli yasal ve anayasal değişiklikler meclisteki dağılıma göre ya mecliste ya da önce meclis sonra referandumla yapılacak. Tüm bu dönemde demokrasiye geçişte anlaşmış partilerin ve aktörlerin ortak çalışması ve uzlaşması gerekecek. Peki bu dönemde seçilmiş cumhurbaşkanının rolü ne olacak? İkili bir rolden bahsetmemiz mümkün. Eğer otoriter siyasal sistemin yanı sıra ağır bir ekonomik buhranla ve dış ilişkilerde yalnızlaşmayla karşı karşıya olmasaydık, o zaman tek ve öncelikli rolünü şöyle tanımlayabilirdik: muhalefeti geçiş döneminde bir arada tutabilmek ve koordinasyonunu sağlamak, iktidarın aşağıda açacağım olası politikalarına karşılık muhalefetin yapıcı yoldan ayrılmasını dizginleyebilecek ve bu döneminin başarıyla sonuçlanmasını sağladıktan sonra sembolik yetkileri kabullenebilmek olarak tanımlayabilirdik. Ancak mevcut durumda cumhurbaşkanının geçiş döneminde ekonomi ve dış ilişkileri de acil önlemleri alarak düzelme yoluna koyması gerekecek. Bu süreç başarılı bir şekilde tamamlanırsa ve tamamlandıktan sonra ise yeniden seçimlere gidilecek. Bu sefer halk demokrasiye geçişi kimin yöneteceğini değil bu demokratik sistem içinde devleti kimin yönetmesini istediğini seçecek. Yani GPS içinde hükümeti kimin kuracağını belirleyecek. Bu seçimlerde artık siyasal partiler ortak hareket yerine kendi program, ideoloji ve liderleriyle dostane bir rekabet içinde yarışabilecek. Acaba herhalde bir iki seneden fazla sürmemesi gereken geçiş döneminden sonra yapılacak bu yeni seçimde yeni bir cumhurbaşkanı da mı seçeceğiz? Yoksa önümüzdeki seçimlerde seçilmiş olan Cumhurbaşkanı GPS içinde kısıtlanmış yetkilerle dönem sonuna kadar devam mı edecek? Belki bu sorunun da geçiş döneminde belirlenmesi en doğrusu olacak. Geçiş döneminde icra yönüyle değil birleştirici, devleti ve (geçmiş siyasal tercihleri ne olmuş olursa olsun) milleti bir arada tutucu, koordine edici ve kendi siyasal hırslarına gem vurabilme özellikleriyle ön plana çıkan bir cumhurbaşkanının dönemin sonuna kadar devamı daha doğru olacak. İcracı yönüyle öne çıkan bir siyasetçi ise başbakan yani yürütmenin başı olmak için seçimlere girmek isteyecek. Yeni bir sembolik (ama devleti temsil ve milleti bir arada tutmak açısından çok önemli) cumhurbaşkanı seçilecek. Tabii bu süreçte rol alan, halkın gözünde olumlu iş yapan siyasal aktörler, siyasetin doğası gereği gelecekte Türkiye’nin yönetiminde ön planda olacaklar. Yani geleceğin liderleri ve kadroları da bu süreçte şekillenecek. Ve şu unutulmamalı: eğer muhalefetin anlaştığı GPS hayata geçerse, o zaman icraat açısından en önemli olan başbakanlık makamı olacak. Bunun yanında elbette bakanlıklar, geçiş döneminde cumhurbaşkanı yardımcılıkları, TBMM başkanlığı, büyükşehir belediye başkanlıkları gibi birçok önemli ve etkili makam olacak. Ve gene bu geçiş döneminde sağlıklı ve kapsayıcı bir demokrasi kurulabilirse o zaman doğal olarak hükümetler değişecek, yeni liderlik pozisyonları açılacak. Yani en büyük hata, Türkiye’yi ileride (tekil anlamda) kim yönetecek sorusuna kapılmak olur. ÇÜNKÜ TÜRKİYE’Yİ GELECEKTE TEK DEĞİL ORTAK AKIL YÖNETMELİ Şu veya bu lider değil; ülkeyi kendi avanesi için değil tüm halk için ve gittikçe karmaşıklaşan yeni dünya konjonktüründe güvenli ve vizyonlu biçimde yönetme yeteneğine sahip liderler yönetmeli. Muhalefetin bu dönemde belki en büyük şansı, son yıllarda “o da olabilir” dedirten ve parlak bir siyasal kariyeri olabilecek isim değil isimler ortaya çıkartabilmiş olması. Bunun yanı sıra 2019 seçimleriyle bir ortak davranma, esnek ittifak ve seçim kazanma pratiği ortaya koymuş olması. Bu stratejilere destek ve oy vermeye hazır seçmenler. Tüm bu değerlendirmeler ışığında geçiş dönemi için seçilecek cumhurbaşkanı adayının şu özelliklerinin ön plana çıktığını söylemek mümkün:
  • Takım lideri olabilmek, muhalefetin ortaklığını sürdürebilmek, ve kendi profilinden çok muhalefetin ve programının profilini ön plana çıkarabilmek;
  • Farklı siyasal aktörlerin önünü tıkamamak;
  • Ben değil biz demek ve kendi liderliğindeki geçiş dönemi ne kadar başarılı olursa olsun zamanı geldiğinde ve gerektiğinde geri çekilebilmek;
  • Birleştirici bir isim olmak ve AKP’ye destek vermiş kesimlerden oy alabilmek;
  • (Seçim güvenliği endişeleri ve ilk Istanbul seçiminin iptali hatırlanırsa) Seçimi büyük farkla kazanabileceğini göstermek.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun uzun süredir bu özelliklere yönelik bir söylem ve siyaset izlediğini düşünüyorum. İttifaklar, “dostlarımızla iktidara geleceğiz” ve “cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak istiyoruz” söylemleri, AKP’li ve MHP’li seçmenlere sık sık yaptığı çağrılar, merkeze yönelik siyaset, helalleşme adımları.. En son videolarından birinde, siyasal kariyerinde belli aşamaları geçmiş olduğunu artık bütün hayalinin Türkiye’nin demokratikleşmesi olduğunu da söyledi. Ama son dönemde bariz bir “ben yapacağım” vurgusu da var. KILIÇDAROĞLU NEDEN SÖYLEM DEĞİŞTİRMİŞ OLABİLİR? Bu değişimin Kemal Kılıçdaroğlu’nun politikasından çok söyleminde bir değişim olduğunu düşünüyorum. Bunun iki nedeni olabilir.
  • Tabandan ve sivil toplumdan gelen daha iddialı ve vurucu siyaset talebi ve baskısı;
  • Geçiş dönemine yönelik özellikleri ne olursa olsun anketlerde daha hızlı yükselme ve ortak adaylık için kamuoyu desteğini ihtiyacı.
Birincisi, kutuplaş(tırıl)mış ve otoriterleşen tüm toplumlarda muhalefetin yaşadığı bir ikilem. Tabanının umudunu taze tutabilmek ve mobilize edebilmek için daha yüksek sesli ve “negatif” (kendi ne yapacağını anlatmaktan çok iktidarı kötülemeye odaklı) bir kampanya yapmak baskısıyla karşılaşıyor. Ama bu tür kampanyalar aynı zamanda iktidarın tabanında tehdit ve ötekileşirilme algısı yaratarak (ve yaratması sağlanarak) iktidara desteğin aşınmasını da engelliyor. 2018 seçimleri bu konuda Türkiye’de önemli bir deneyim oldu. İkincisi, muhalefetin büyük farkla kazanma ihtiyacından kaynaklanıyor. Çünkü iktidarın kaybedeceği çok şey olduğunu ve bu yüzden eğer seçimlerden çok net bir değişim mesajı çıkmazsa sonuçları kabul etmemek elinden gelen her şeyi yapabileceğini herkes görüyor. Zaman daralıyor ve riskler artıyor. Muhalefetin “ben değil biz” ve “ideoloji değil sistem” diyen ortak yoldan ayrılmaması; demokrasi, hukuk, seçim güvenliği ve ekonomik istikrar ve adalete yönelik önlemler konularında gitgide daha ortak görüntü vermesi gerektiğini; bu yönde kararlı ve etkili liderlik gösteren siyasetçilerin toplum nezdinde de mutlaka ödüllendirileceğini düşünüyorum. --- [1] Bir koalisyon görüşmesi ya vardır ya yoktur. Ya koalisyon görüşmesidir ya da değildir. Şahsi kanaatim, 2015 yılında iktidar partisi tarafından icat edilen “istikşafi koalisyon görüşmesi” deyiminin, CHP ile koalisyon görüşmesinin ne varlığını ne de yokluğunu kabul eden, zaman kazanmaya ve kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir kavram olduğu. Bundan bahsetmemin nedeni şu. AKP iktidarları döneminde bu tür araçsal kavramlar bir “sinsi otoriter” politikaları meşrulaştıran bir siyaset yöntemi olarak çok kullanıldı ve demokrasi ve hukuk açısından maliyeti çok ağır oldu. Geleceğin siyasetinde yeri olmamalı.