Bu depremle birlikte Cumhuriyet dönemi boyunca belki de ilk kez bu ölçüde kırılmış olan orduyla toplum arasındaki güven ilişkisinin onarılması, böylesi bir şeffaflık ve kişisel sonucu ne olursa olsun bir sorumluluk üstlenimi gerektiriyor.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin, son deprem felaketine zamanında ve yeterli kuvvetle müdahale etmediği konusunda çok ciddi eleştiriler var. Millî Savunma Bakanlığı ise bu eleştirileri reddetmekle kalmıyor, eleştirileri insafsızlıkla itham ediyor. O hâlde bu konuda bir berraklığa ihtiyaç var ve bu berraklık talebi teorik veya akademik bir tartışmayla değil, çok daha somut bir şeyle; kesin sayısını bilemediğimiz kadar çok insanımızın, binlerce bebeğin, çocuğun, kadının, erkeğin ve yaşlının olası ihmaller sonucu yaşamlarını kaybetmesindeki kamusal sorumlulukla ilgili. Önümüzdeki somut gerçekleri ve tanıklıkları bir an için bir kenara koysak bile, bizzat Milli Savunma Bakanı ve başında bulunduğu MSB tarafından yapılan açıklamalar, dikkat çekici bir bulanıklık barındırıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse bu açıklamalar, TSK’nın tüm kaynaklarının mümkün olan en erken andan itibaren ve mümkün olan en üst düzeyde seferber edildiği izlenimi edinmemize imkân vermekten çok uzak görünüyor. Yine bu açıklamalar, bir doğal afet yardım harekâtına ilişkin yeterli bir öngörü, plan ve hazırlık içinde olunmadığı izlenimi uyandırıyor. Dolayısıyla toplum olarak, Millî Savunma Bakanlığının yasal ödevi gereği zamanında ve yeterli kuvvetle yapması gerekenler konusundaki ihmal ve kusurların neler olduğunu bilmeyi talep ediyoruz. Can kayıplarının somutluğunun, açıklamaların bulanıklığı içinde yitip gitmesini istemiyoruz. Bu bulanıklığa bir örnek olarak, Akar’ın Habertürk muhabirinin sorusuna verdiği cevabı dinliyorum. Muhabir “Depremin ilk anından itibaren TSK kaç personel ile sahadaydı?” şeklinde net bir soru soruyor. Muhabir bu soruyu Bakan’la muhtemelen koordine etmiş olduğuna göre, şöyle bir yanıt almamız gerekiyor: “İlk altı saatte şu kadar, ilk 12 saatte, ilk 24 saatte, ikinci gün, üçüncü gün… şu kadar sayıda birlik, asker, araç ve teçhizat şu, şu ve şu şehirlere intikal ettirilmiş ve şu mevcutla başladığı çalışmalarını halen şu mevcutla sürdürmektedir.” Oysa Akar yanıtında böyle yapmıyor. Bu net sorunun cevabına (aslında, bulanıklığına) İnsani Yardım Tugayı ile ilgili bir tanıtım bilgisi ile başlıyor ve “bizim arama-kurtarmada en ehil birliğimiz, bu tugayın bünyesindeki arama-kurtarma timlerimizdir” diyor. (Böylelikle, mesela, Hava ve Deniz Kuvvetlerinin, ayrıca Özel Kuvvetler’in arama-kurtarma yeteneğine sahip birliklerinden bahsetmemiş oluyor.) Sonra şöyle devam ediyor: “Bunun yanı sıra, Gelibolu, Ankara, İzmir, İstanbul’da çeşitli istihkam birliklerimiz var. Ki bunlar arama kurtarma yapabilecek kapasitede birlikler. Biz bunların hepsini seferber ettik. Şöyle söyleyeyim ben, deprem 4.17’de oldu. Saat 4.30’da bizim nöbetçi heyetimiz İnsani Yardım Tugayını ikaz ettiler, hazır olun diye. Ve saat 7’de, yedi buçukta bu tugay Etimesgut havaalanına geldiler.” Bu açıklamalarda dikkat çeken birkaç şey var. Akar, İnsani Yardım Tugayı’nın söz konusu arama kurtarma timlerinin sayısını vermiyor. Etkilenen illerin sayısını dikkate aldığımızda, bu sayıları zikretmemenin daha doğru bir tercih olacağını düşünüyor olmalı. Bakan, nöbetçi heyetinin şu saatte İnsani Yardım Tugayını ikaz ettiğini söylerken, bunun, kendi Bakanlığına ilişkin bir iç yönetim meselesi olduğunu takdir edemiyor.
Millî Savunma Bakanlığının, açıklamalarında şu ana kadar takınmaktan imtina ettiği açık ve şeffaf bir tutumu takınması ve sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Toplumsal akıl ve sağduyu bunu talep ediyor.
Dahası, saat yedide Etimesgut havaalanına geldiğini söylediği bu timlerin saat kaçta, hangi mevcutla, hangi kentlere gönderildiğini de söylemiyor. Depremin birinci günü hazır edildiği söylenen İnsani Yardım Tugayından bahsettikten hemen sonra bazı şehirlerdeki istihkam birliklerinden bahsederek, sanki bu istihkam birliklerinin de o birinci gün deprem bölgesine sevk edildiği gibi bir intiba yaratmaya çalışıyor. Bunu yaparken, sözünü ettiği bu istihkam unsurlarının depremin tam olarak kaçıncı günü bölgeye intikal ettirildiğini söylemekten kaçınıyor. Şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla bu unsurlarla arama kurtarma faaliyetlerini başlattık. Ve daha sonra da diğer arama-kurtarma birlikleri peyderpey devreye girdiler. Açıklamasındaki “peyderpey” kelimesi, bulanıklığa bir katkı daha oluyor ve o kelimeyle, “tam olarak ne zaman?” sorusunun cevabından yine kaçınmış oluyor Bakan Akar. Neticede, “Depremin ilk anından itibaren TSK kaç personel ile sahadaydı” sorusu, cevaplanmamış olarak askıda kalıyor. Sık sık ifade edilen “2’nci Ordu birlikleri tarafından depreme müdahale edilmiştir” ibaresi de benzer bir bulanıklık barındırıyor. Çok geniş bir alana yayılmış olan ve önemli bir kısmı hâlen sınır ötesindeki harekatlara angaje olan 2’nci Ordu’nun tam olarak hangi birliklerinin ve ne zaman deprem bölgesine sevk edildiğini ve bu arada, neden 1’nci, 3’cü ve Ege Ordusu Birliklerinden ve ayrıca Deniz ve Hava Kuvvetlerinin arama-kurtarma başta olmak üzere diğer birçok olanağından yararlanılmadığı sorusu ortada durmaya devam ediyor. Tüm bu soruları çok daha genişletmek mümkün. Genişletilmiş bu sorular ileride TBMM çatısı altında muhakkak gündeme gelecek ve Bakan’a sorulacaktır. O vakit geldiğinde, Kuvvet Komutanlıklarının, Ordu Komutanlıklarının, Donanma Komutanlığının ve Muharip Hava Kuvvet Komutanlığının ceridelerini ve o ceridelere saat saat, birlik birlik işlenmiş faaliyetleri görmemiz zaten mümkün olacaktır. Ancak, o tarih gelmeden önce Millî Savunma Bakanlığının, açıklamalarında şu ana kadar takınmaktan imtina ettiği açık ve şeffaf bir tutumu takınması ve sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Toplumsal akıl ve sağduyu bunu talep ediyor. Bu depremle birlikte Cumhuriyet dönemi boyunca belki de ilk kez bu ölçüde kırılmış olan orduyla toplum arasındaki güven ilişkisinin onarılması, böylesi bir şeffaflık ve kişisel sonucu ne olursa olsun bir sorumluluk üstlenimi gerektiriyor.