Akşener’in son açıklamalarıyla CHP-İyi Parti ilişkileri hasımlık düzeyine taşındı. İyi Parti lideri partide yaşananları CHP elitleriyle ilişkilendirdi. CHP içindeki güç odakları (İmamoğlu veya Genel Merkez) işbirliği yapmayan İyi Partiyi parçalamak için savaş başlatmıştı. Bu söylemin çeşitli vesilelerle son 6 ayda partiden istifa eden veya ihraç edilen kişileri hain haline getirdiği açık. Dahası “hür ve müstakil” siyaset anlayışının öncelikli hedefinin CHP olduğu gibi bir sonuç da çıkıyor. Başta Akşener olmak üzere İyi Parti elitlerindeki hava şu: İyi Parti kendisini sömürmekte ısrar eden CHP’ye karşı bir “bağımsızlık savaşı” veriyor.
Akşener’in açıklamalarında şahsileşmiş bir içerik olduğu da görülüyor. Ona göre İyi Partinin içini karıştıran asıl gücün İmamoğlu. Ayrıca Akşener açıkça İmamoğlu ve Yavaş’ı korkaklıkla suçladı. Çünkü bu iki isim Kılıçdaroğlu’na karşı çıkmak yerine onunla işbirliği yaptı. Seçimin kaybedilip Türkiye’nin geleceğinin bir 5 yıl daha AKP’ye teslim edilmesinden sadece Kılıçdaroğlu değil, milletin sesine kulak tıkayan İmamoğlu ve Yavaş da sorumlu.
Gelinen noktanın hakkaniyetli bir analizini yaptığımızda karşımıza çıkan tablo muhalefet açısından hiç de iç açıcı değil. Çünkü İyi Parti kurduğu söylemde belli ölçüde haklı olsa da tek başına ve aynı anda hem AKP hem de CHP’yle mücadele edecek siyasi güce sahip değil. Kendisine yakın bir medyası olmadığı için ana muhalefet partisiyle ilintili medya organlarındaki eleştiri ve suçlamalara yanıt veremiyor. Bu durum Akşener’i aslında olduğundan daha az haklı ve güçlü göstermekte. Ayrıca partide çok ciddi örgütsel ve ideolojik sorunlar var. Bütün muhalefet partileri seçimde başarısız olmasına rağmen en çok İyi Partinin tartışılması ve peş peşe istifalarla zayıflaması içyapıdaki sorunlardan kaynaklanıyor. Güçlü bir İyi Parti kimliği oluşmuş değil. Bu durum partinin AKP ve CHP etkisi altındaki bileşenlerinin kopuşunu hızlandırıyor.
Kaybedilen cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda yapılan analizde de haklılık payı var. Ancak haklı olmak sizi siyaseten güçlü kılmaya yetmiyor. Ayrıca CHP elitleri özeleştiriye yanaşmıyor. Bir fırsatın kaçırıldığı açıkça ortada. Kılıçdaroğlu’nun kendisi, onu destekleyen veya yeterince güçlü bir şekilde bu isme karşı çıkmayan herkes bir biçimde sonuçtan sorumlu. Akşener bakımından ise bir geçmişe takılıp kalma hali var. İyi Parti lideri dönemin diğer aktörlerini suçladıkça onlar da Akşener’i suçluyor. Hikayenin sonunda herkes hep beraber kaybetmekte.
Akşener bu yaşadığı şeyi savaş olarak niteliyor. Belki de gerçekten de İyi Partiye savaş açmış güçler var. Belki de bu yorum bir yanılsama. Ama her halükarda parti elitleri bu savaş olasılığa inanıyorsa ona göre davranmalı. Parti varlık-yokluk savaşına girecekse, bu bir meşru müdafaa haliyse strateji kurmak politik bir zorunluluk. Bu bağlamda tartışmayı geçmişten bugüne, kişisel çekişmelerden ideolojiye kaydırmak yararlı olabilir. Hedef aynı anda hem AKP hem de CHP’yse iktidar partisinin ekonomi politikası, ana muhalefet partisinin ise Atatürkçülükle kurduğu tutarsız ilişki tartışmaya açılabilir. Yükselen enflasyon karşısında geçim sıkıntısı çeken insanların sesini duyurmak gerek. Akşener Anadolu’yu il il, ilçe ilçe gezerek böyle bir propaganda yapmıştı geçmişte. Parti oylarının % 20’sınırına dayandığı günler tam da bu halkla kurulan doğrudan temasın karşılık bulduğu anlara işaret ediyordu. Yazının başında da dile getirildiği üzere CHP hasım olan asıl güçse onun da ideolojik savrulmaları tartışmaya açılabilir. Bir gün Şeyh Said’in acılarına sahip çıkan, bir sonraki gün Tuzla Piyade Okulundaki Atatürk rozeti takmama tartışmasına taraf olan bir CHP yönetimi var karşımızda. Kafalar biraz karşılık. Akşener CHP eleştirisini Atatürkçülük hattına bağlarsa sağ Kemalist kesimden destek alabilir. Bu olası destek partinin eleştiriler karşısında bir hayli kırılgan hale gelen yapısını konjonktürel olarak güçlendirecektir.
ü