İsrailliler ve Filistinliler birbirlerine acı veriyor. Bu süreçte her iki taraf da kendi yaşadığı acıları görürken, diğer tarafın acılarını görmüyor. Burada kastettiğim, son yaşananlarda kimin nasıl bir ölüme sebep olduğu değil.

Son bir haftadır İsrail-Filistin anlaşmazlığında şiddet ve askeri yollar dışında herhangi bir seçeneğin gündeme gelmediğini üzülerek görüyoruz. Hatta adeta başka şeyleri deneyebilmek için önce askeri yollardan yürünmesi gerekir gibi bir noktadayız. Bu “deneme”nin nerede biteceğini bilmek veya öngörmek mümkün olmasa da, yaşadıklarımızın yarattığı umutsuzluğa kapılmamak adına geçmişte sorunun çözümüne destek olabileceği düşünülmüş birkaç şeyden bahsetmek istiyorum.

İsrailliler ve Filistinliler birbirlerine acı veriyor. Bu süreçte her iki taraf da kendi yaşadığı acıları görürken, diğer tarafın acılarını görmüyor. Burada kastettiğim, son yaşananlarda kimin nasıl bir ölüme sebep olduğu değil. Anlaşmazlığın kökeninde yer alan Yahudi Soykırımı’nın İsrail’in kuruluşunu beraberinde getirmiş olması. (Elbette Siyonizm ve ayrı ülke kurulması fikri daha önce vardı). Dolayısıyla, 1948’de İsrail’in kurulması, yaşanan acılar sonrası Yahudiler için mutluluk verici bir gelişme oldu. Ama aynı olay, Filistinliler için “Nakba” adı verilen ve onları topraklarından eden ve sonrasındaki acıları yaşamalarına yol açan bir gelişmeydi. Bir başka deyişle Yahudiler’in soykırım acısı karşısında Filistinliler’in yurtlarından olmaları, devletlerinin olmaması ve bunun yol açtığı acılar diye özetleyebiliriz.

Tarafların birbirinin acılarını görmediğine dair gözlem bana ait değil. Tam tersine, “birbirlerinin acısını anlamaları nasıl sağlanabilir?” sorusu üstüne kafa yormuş ve anlaşmazlık alanında çalışmış insanların çeşitli şekillerde cevap vermeye çalıştıkları bir soru. Nitekim, soruyu ve verilebilecek cevapları bundan aşağı yukarı beş sene önce, 7-9 Kasım 2018’de, Tel Aviv’de yapılan ilk “Uluslararası İhtilaf Çözümü ve Arabuluculukta Yenilikler” adlı uluslararası konferansa gittiğimde bizzat görme imkanım oldu. Bu anlamda, taraflar arasındaki anlaşmazlığın ne kadar derin olduğunu anlatmaktansa, birbirlerinin acısını görmeyen insanların bunu nasıl aşabilecekleri konusuna eğilmiş insanların bulgu ve önerilerini paylaşmak isterim.

“Anestezisiz kemik kesmek”le olur mu? Arabulucular anlaşmazlıklara nasıl müdahaleler edilebilir üstüne eğitim alsa da, bu konferansa dek konunun nörobilim ile olan bağını görme imkanım olmamıştı. Konferanstaki konuşmacılardan Jeremy Lack, arabulucu olsa da, sinir bilimi üzerine de çalıştığından, beyinde yer alan korteks, amigdala gibi tıp veya psikoloji gibi alanlar dışında bulunanlara çok az şey ifade eden tabirler ile konuşurken yepyeni bir bakış geliştirmemi sağladı. Beynimizdeki bazı süreçleri anlamanın insanların anlaşmazlık anındaki duygu durumuna dair taşıdığı öneme vurgu yaptı. Şöyle ki, eğer beyin karşımızda konuşan (bize acısını aktaran) kişiyi bize benzemez, “grup dışı” olarak kodladığında, onu dinleme veya onun acısını hissedebilme imkanı azalıyor. Dahası, ona dair tehdit algımız artıyor. Bir başka deyişle, beynimiz birisini bizim dahil olmadığımız bir gruba ait olarak gördüğünde, empati duygusunu 500 milisaniye gibi kısa bir sürede kapatıyor. Böylece karşı tarafa daha düşmanca bir tavır sergileniyor ve ona olumlu duygular yüklemek daha uzun sürüyor. Lack’in empati hissetmeden dinlemenin zorluğunu ifade etmek için söylediği tahrik edici sözleri özellikle not etmişim: “Sadece söyledikleri şeyler sizin temel değerlerinize tamamen karşı olmakla kalmıyor, kemikleriniz anestezisiz kesiliyor gibi geliyor”. Sanat, empati sağlayabilir mi? Lack’in aktardığı bu bilgi oldukça çarpıcıydı. Ancak Lack, beynin dinlemeyi kapatma durumunun nasıl engellenebileceğine dair bir şey söylemedi. Bu noktada devreye, bir anlaşmazlığın devamını sağlayan anlatıları değiştirebilmenin ya da onlara es verebilmenin önemini ortaya koyan bir müdahale girdi. Itamar Rose adındaki İsrailli satir sanatçısı “Arafat Sderot’u ziyaret ediyor”[2] adında bir video yapmıştı. Nitekim, videoda herşey özenle seçilmişti. Sanatçı Rose, yanında bir Filistinli ile gidiyordu Sderot’a. Filistinli’nin adı Yaser Arafat’ı çağrıştırmak için Arafat’tı. Sderot ise artık herkesin İsrail’in Gazze’ye en yakın şehirlerinden ve sıklıkla bombalandığını öğrendiğimiz şehirdi.

Sanatçı Rose ve Nabluslu bir Filistinli olduğunu söyleyen Arafat, Sderot’da yaşayan insanlarla konuşarak, onlardan bir Filistinli rolü oynamalarını istiyordu. Filistinli rolü için bir metin veya senaryo bulunmuyordu ki tamamen emprovizasyonla oynanmasının da özenle seçildiği düşünülebilir. Videoda konuşulan insanların bazıları, rolü oynamayı hemen kabul etmese de bazıları biraz uğraşı ile ikna ediliyor. Ortaya çıkan sonuç, dipnotta yer alan videodaki linke tıklanınca İngilizce alt yazı ile izlenebilmesi yanında, empatinin nasıl geliştirilebileceğini ve bunu yapmanın ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor.

İsrail-Filistin Hakikat ve Empati Komisyonu Son aktarmak istediğim konuşmacı ise hem hukukçu hem de stand-upçı Jeremie Bracka. Bracka, bir İsrail-Filistin Hakikat ve Empati Komisyonu kurulmasını önermişti. Bu yazıyı yazmak için araştırma yaparken, kendisinin aslında hukuk doktorası olduğunu ve 2018’de yaptığı bu sunumu daha sonra bir makaleye dönüştürdüğünü görme imkanı buldum[3]. Bu gayrı resmi komisyon fikrinin arkasında, burada bir çok kez ve hatta İsrail-Filistin bağlamında da ele aldığım[4] onarıcı adalet fikri vardı elbette. Nitekim onarıcılık için gereken şeylerden birisi yine empati. İki tarafın da birbirlerinin acısını görmediğini konuşurken, bazı Filistinliler’in soykırımın meydana geldiğini dahi reddettiğini hatırlamak önemli. Oysa Kudüs’te bulunan ve oldukça etkileyici bir mimariye sahip olan Soykırım Müzesi Yad Vashem’in, olayların yarattığı tehlike nedeniyle 15 Ekim’e değin kapalı olması, tarafların ne kadar ayrı düştüğünü bir kez daha gösteriyor[5]. Komisyon fikrine dönersek, önerinin iki tarafa da acılarını anlatabilecekleri bir platform sunmak; onları anlaşmazlığa ve birbirlerine yönelik insani tavır geliştirmek için imkan vermeyi amaçladığı söylenebilir.

Bu kadar karmaşık ve uzun sürmüş bir anlaşmazlığı, kaleme aldığım üç şeyi hayata geçirmek kesin çözerdi gibi bir basitleştirme içinde değilsem de, bu tarz çözümlere boş vermenin de taraflara nelere mal olduğunu görmek insanı üzüyor. Diğer yandan, bunların daha önce düşünülmüş olması bir barışın inşası için yılmadan fikir üreten insanların bugünkü ortamda dahi temkinli bir umut yaratmasına imkan veriyor.

[1] Bu başlığı Susan Sontag’ın “Başkalarının Acısına Bakmak” kitabından esinlendim. [2] https://www.youtube.com/watch?v=hxXPGvuJjSY. YouTube’da İbranice ve İngilizce altyazı ile yer almaktadır. [3] Linke tıklayınca makalenin özetini okumak mümkün. [4] https://www.politikyol.com/filistinli-ve-israilli-iki-anne-yan-yana/ [5] https://x.com/yadvashem/status/1711719222902989100?s=20 Konuya dair Yad Vashem Müzesi’nin tvitini linkte görmek mümkün.

ü