Türkiye'de sağ siyasetlerin geçmişten günümüze iktidar olmasının nedeni: Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşme projesinin aksaklıkları ve bu kurumsallaşmayı istenilen seviyede gerçekleştirip toplumsallaştıramamalıdır. Bu aksaklıklar onarıldıkça toplumsal ilerleme ve değişim de sağlanacaktır.

Modern veya modernleşme kavramları Tanzimat’tan beri bu toprakların gündeminde olan bir olgudur. Osmanlı'da başlayan ve Cumhuriyet ile birlikte devam eden modernleşme çabası Sanat’tan siyasete, Eğitim’den devlet bürokrasisine, Mimari’den teknik yeniliklere varıncaya kadar pek çok farklı alanın konusu olmuştur modern-modernleşme… Modern nedir? Modernleşme nedir veya biz bu kavramdan ne anlıyoruz? Modern dediğimiz zaman; yazının başında da ifade ettiğim gibi sanatta, mimaride, edebiyatta, teknik ve teknolojide, siyasette, eğitimde yenilenmedir. Yeni olan bir şeydir…

Bu yeniyi ister geleneğin yani eskinin üzerine inşa edin, isterseniz gelenekten eskiden tam bir kopuş noktasında ele alın, her ikisi de yeni kavramına ulaşmamız için yeterlidir. Kimi toplumlar Fransa gibi eski ile tam bir kopuşu gerçekleştirerek en azından siyasal alan için bunu ifade edebiliriz; çünkü 1789 Fransız Devrimi bu kopuşun siyasal alandaki yansımasıdır. Kimi toplumlar ise İngiltere gibi geleneği de içine alarak yani geleneğin üzerine bir şeyler inşa ederek kendi yenisine-modernine ulaşmıştır. Dolayısıyla şu tanımı getiremeyiz; işte efendim gelenekten eskiden tam olarak bir kopuş gerçekleşmedi. Sizin yeniniz, moderniniz, modernleşmeniz tam olmamıştır. Bu duruma tam olarak modernleşme diyemeyiz! Burada şuna dikkat etmek gerekir: Modernleşme projeleri homojen bir yol izlemez. Her ülke, her toplum kendi yerelliğinden, özgünlüğünden hareket ederek bir yol ve yöntem izlerler.

Örneğin, A ülkesinin iç dinamikleri gelişkindir kendinden doğru bir süreci yürütebilir-yönetebilir. Osmanlı gibi toplumsal muhalefetin zayıf olduğu iç dinamiklerin siyasallaşmasının geciktiği tarihsel süreçlerde dışarıdan, dış dinamiklerin uyguladığı bir basınç sonucu kendi modernleşme projeni gerçekleştirirsin. Ancak burada unutulmaması gereken olgu gerek Fransa örneğinde gerek İngiltere gerek ise Osmanlı örneğinde olduğu gibi hepsinin kendi özgünlüğü, koşulları, imkanları el verdiği ölçüde kendi modernleşme projelerini gerçekleştirmeleridir.

Modernleşme, unutmamak gerekir ki ilk Batı Avrupa'da ortaya çıkmıştır. Yani işin başında modernleşme batı merkezli bir sorunsaldır. 16.yüzyıldaki teknik, bilimsel, sanatsal, siyasal değişimin adıdır modernleşme. Bunun felsefi ayağı ise Descartes ile başlayan, Spinoza ile devam eden ve günümüze kadar gelen süreçtir. Yani bilimsel bilginin ortaya çıkması; olaylara ve olgulara rasyonel bir temelde bakabilme kültürünün oluşması, bilginin teolojiden-ilahiyattan arınması- dünyevileşmesi diyebiliriz kısacası. Yine bunun yanında terakki (ilerleme) fikrinin, yine buna paralel olarak gelişme fikriyatının ortaya çıkması. Modernleşmeyi bu saydığım olgulardan ayrı düşünemeyiz.

İlerleme kavramının evveliyatı her ne kadar Eski Yunan'a kadar gitse de esas olarak 18.yüzyılın sonu ve 19.yüzyılın başında modern siyasal bilimlerin ortaya çıkmasıyla somutlaşan, literatüre giren bir kavramdır. Özellikle Herbert Spencer, Auguste Comte ve Marx'ta ilerleme kavramını net bir şekilde görebiliyoruz. Bu düşünürlerin ilerleme kavramından anladıkları şey farklı da olsa bunların uzlaştığı ana eksen toplumsal ilerlemenin-değişimin gerekli olduğu olgusudur. Özellikle Spencer ve Comte toplumsal ilerlemenin-toplumsal değişimin kaçınılmazlığına, kendiliğindenliğine vurgu yaparken yani toplumlar kendi doğallıklarından kaynaklı olarak ilerler ve değişir. Marx, Toplumsal ilerlemeyi sınıf savaşımı ekseninde ele almaktadır.

Marx'a göre sınıf savaşımının neticesi; ortaya çıkaracağı sonuç, toplumsal ilerlemeyi veya gerilemeyi sağlardı. Marx'ta toplumsal ilerlemeye olumlu bir yan yüklerdi ama Spencer ve Comte gibi bunu mutlaklaştırmayarak kaçınılmaz doğal bir olgu olarak ele almamaktaydı. Dolayısıyla Batı Avrupa'nın bir sorunsalı olan modernleşme Osmanlı ve Cumhuriyet elitlerini de etkilemiştir. Osmanlı elitlerine göre modern olmak, modernleşmek batı ile açılan gelişmişlik makasını kapatabilmektir. Bu algı-bakış açısı Cumhuriyet elit ve kadrolarında da vardır.

Özellikle az gelişmiş kapitalist ülkelerde veya batı kapitalizminin Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkardığı yeni iş bölümünün bir parçası olmak isteyen, tüm bu gelişmelerin dışında kalmış ülkelerin modernleşme projeleri, modernleşmecidir - taklitçidir daha çok… Batı kapitalizminin ona sunduğu sınırlar içinde kalarak bir yeni-modern yaratma çabasıdır. Genelde bu süreç az gelişmiş-tarihin çarkını kaçırmış, Osmanlı gibi devletlerde üst-yapısal kurumlar üzerinden, tepeden bir yenilik yapmak, bir dönüşüm gerçekleştirmektir.

Türk modernleşmesinin-modernleşmeci olması ve çevresindeki gelişmelerin günümüzde dahi gerisinde kalmasının en önemli nedenidir. Batı için ana sorun, kapitalizmin bir ürünü olan modernleşme süreci yoluyla, Osmanlı devleti ve ardıllarını batı kapitalizmine eklemlemekti. Bu eklemleme süreci ise Osmanlı bürokrasisi üzerinden gerçekleşti. Gerek Osmanlı Döneminde gerek ise Cumhuriyet sürecinde halk bu işin içinde istenilen seviyede yoktu!

Olması da pek muhtemel değildi zaten... Çünkü Türk ve Müslüman tebanın eğitim seviyesi Balkanlar'dan ve Rusya'dan göç edenlerin bir kısmı hariç çok düşüktü. Dolayısıyla iç dinamiklerdeki bu zayıflık, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde modernleşme sürecinin bürokrasi üzerinden gerçekleşmesine neden oldu.

Bilimsel düşüncenin, rasyonalitenin, felsefesi ve kültürel bir bakış açısının egemen olduğu ve tüm bunların topluma yayıldığı- yayılmaya başlayacağı bir sürecin yaşanacağı günlerin çok uzak olmadığı tarihsel zaman kesitlerindeyiz.

Halk işin içinde olmayınca halkın-toplumun değer yargıları, kültürü kendisine dayatılan yeniyi içselleştirmede zorluklar yaşamasına neden oldu. Burada halkın kültürel yapısının-değer yargılarının iyisini-kötüsünü tartışmıyorum… Halk ile Osmanlı ve Cumhuriyet elitleri arasındaki yaşanan ve günümüze kadar da devam eden gerginliği anlamak bakımından bu durumu özellikle ifade etmek istedim.

Türkiye'de sağ siyasetlerin sol-sosyal demokrat, laik, seküler siyasetlere göre daha çok taban bulup iktidarlaşmalarını da bu minval üzerinden okuyabiliriz. Sağ siyasetlerin Demokrat Parti'den itibaren (tabii burada Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı da anabiliriz ama oradaki hikâye biraz farklı) statükoyu koruyucu ve muhafaza edici bir söylemle topluma seslenmeleri; Aydınlanma Devriminin öncesine ait olan bir dil ile topluma seslenmeleri, Aydınlanma Devrimi öncesine ait olan bir dil ile konuşmaları yani dini-tanrısallığı-kutsalları işin içine katmaları, sınıfsal ve gündelik çelişkilere fazla gönderme yapmamaları sağın Türkiye siyasetindeki üstünlüğünün en önemli nedenidir. Bu dilin tolumu ileriye taşımadığı batı ile olan geriliği ortadan kaldırmadığını yaşayarak görüyoruz. Özellikle Ak Parti'nin iktidar olduğu döneme kadar süreci bu şekilde okuyabiliriz.

Ancak bu durum son yerel seçimlerle birlikte değişmeye başladı. Çünkü toplum sosyolojisi değişiyor yani yeni kuşaklar yeni değer yargılarıyla işin içine girmeye başlıyor. Yani artık Aydınlanma Devrimi öncesine ait olan bir dil ile topluma seslenmenin imkân ve olanakları giderek daralıyor. Türkiye toplumu yeni bir şeyler duymak istiyor.

Dolayısıyla Türkiye'de sağ siyasetlerin geçmişten-günümüze iktidar olmasının nedeni: Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşme projesinin yazının pek çok yerinde de ifade ettiğim gibi aksaklıkları ve bu kurumsallaşmayı istenilen seviyede gerçekleştirip toplumsallaştıramamalıdır. Bu aksaklıklar giderilip onarıldıkça gerçek anlamda toplumsal ilerleme ve değişimde sağlanacaktır. Bilimsel düşüncenin, rasyonalitenin, felsefesi ve kültürel bir bakış açısının egemen olduğu ve tüm bunların topluma yayıldığı- yayılmaya başlayacağı bir sürecin yaşanacağı günlerin çok uzak olmadığı tarihsel zaman kesitlerindeyiz. Artık modernleşmenin aksaklıklarının giderilip-onun da ötesine geçeceğimiz bir dünya umuduyla.