Yeni ekonomi yönetiminin iki hedefi var sadece. İlki faiz artışlarıyla Batı’dan sıcak para getirmek. İkincisi ise faiz artışlarını düşük, enflasyonun altında tutarak TLye değer kaybettirerek, hukuk-adalet-insan hakları-eğitim kalitesi gibi değişkenlere önem vermeyen Doğu sermayesinden doğrudan yatırım çekebilmek. Rasyonel politikalara dönüş kavramının HM Bakanı Şimşek tarafından kullanılmasıyla Erdoğan'ın ekonomi ekibinden beklenti çıtası geçen haftaya kadar epeyce yükselmişti. Kavcıoğlu’nun BDDK Başkanlığı ile ödüllendirilmesi, Erdoğan’ın faiz-enflasyon ilişkisine ait inanç ötesine geçmeyen saplantısını yinelemesi ve TCMB Başkanı dışında faiz kararı alan Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin değişmeyeceğinin anlaşılması ilk çatlakları oluşturdu.  Cumhurbaşkanı’nın istediği zaman istediği kişiyi görevden alma yetkisi sayesinde göreve gelen ekibin ne kadar kalıcı olabileceği sorusu ise devamlı akıllarda kalacak elbette. Enflasyonu yükselten, rezervler eritilirken yabancı yatırımcıların da Türkiye’den arkalarına bakmadan kaçmalarına neden olan politikaları gevşetmeye yönelik ilk adımlar faiz kararı ile paralel devreye sokuldu. Her iki adımın da kendi içlerinde kademeli gerçekleşmesi ortak beklentiydi. Başlangıç kademeleri ise piyasalarda heyecan vermekten uzaktı. Sonuçta yeni başkan Gaye Erkan yönetimindeki merkez bankasının 650 baz puan artışla %8,5’tan %15’e taşıdığı politika faizi %40’ta olan ve yükselme eğiliminde olduğu TCMB tarafından da ilan edilen enflasyonun oldukça altında kaldı. TL’de hızlanan değer kaybına engel olamadı. Engel olmak da istenmiyor olma olasılığı tartışmaların odağına yerleşti.  PPK faiz kararının açıklandığı saatlere denk şekilde Birleşik Arap Emirlikleri (BA) ziyaretini Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte yapan Şimşek’in toplantıda verdiği görüntü önemliydi. Göreve geldikten sonra yapılan bu ilk dış ziyaret Erdoğan’ın yeni ekonomi takımının enflasyonla mücadele konusundaki önceliklerinin derecesini netleştirilmesi, rasyonalitenin sınırlarının çizilmesi açısından önemliydi. Çünkü aynı saatlerde PPK’dan, Türkiye’ye rasyonel politikalar dönüş sinyaliyle sıcak para niteliğinde döviz akıtmaya hazır olan yabancı yatırımcıların beklentisinin çok altında kalan bir faiz artış açıklandı. Hem de son derece zayıf bir politika metni ile. Verilen mesaj beklentilerin çok altındaydı. Doğrudan yatırım avına Körfez’den başlayan yeni ekonomi yönetimine en büyük destek de bu durumda değer kaybı daha güçle tetiklenen TL’den geldi. İktidara yakın basında çıkan haberlere göre kısa vadede hedef Körfez’deki “dost” ülkelerden 40 milyar dolarlık “doğrudan yatırımı” Türkiye çekmek.
Önümüzdeki süreçte ülkeye gelecek BAE, Katar, Suud vs. doğrudan yatırımlarının Türkiyeye çekilebilmesinin yolu ucuzlatılan TLden geçiyor.
PEKİ BİR ÜLKE DOĞRUDAN YATIRIMI NASIL ÇEKER? Türkiye ekonomisinde fonksiyonu kalıcı döviz girişi, rezerv artışı, büyüyen ekonomi ve düşen işsizlik olan doğrudan yatırımların Türkiye’ye en yüksek seviyede aktığı dönem 2004-2008 arasında. IMF istikrar programında başarının elde edildiği, finans piyasalarındaki sürekli fırtına ortamının dindiği bu dönemin en önemli karakteristiği ise Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik kapılarının Türkiye’deki hukuk reformları sayesinde açılması. 2004-2008 arasında ülkeye gelen doğrudan yatırımların aynı tempoda devam etmemesi ve istikrar programını verimlilik odaklı ekonomi politikalarıyla ilerletilmemesinin nedenleri ise özetle ikiye indirgenebilir: AKP’nin vizyon eksikliği ve 2008 küresel finansal krizinin küresel ölçekte yarattığı sıfır faizli bol döviz dönemi. Kaliteli sermaye girişlerinin yerini alan sıcak parayla geri düşen, geri düştüğünü geç hisseden Türkiye ekonomisinin Yeni Ekonomi Modeli ve başkanlık sistemi ile birleşimi bizi bugün içine sıkıştığımız ekonomik çıkmaza adım adım iten nedenler. 2023 seçimleri ardından göreve gelen ekonomi yönetiminin iki hedefi var sadece. İlki faiz artışlarıyla Batı’dan sıcak para getirmek. İkincisi ise, faiz artışlarını düşük, enflasyonun altında tutarak TL’ye değer kaybettirerek, hukuk-adalet-insan hakları-eğitim kalitesi gibi değişkenlere önem vermeyen Doğu sermayesinden doğrudan yatırım çekebilmek. İşte önümüzdeki süreçte ülkeye gelecek BAE, Katar, Suud vs. doğrudan yatırımlarının Türkiye’ye çekilebilmesinin yolu ucuzlatılan TL’den geçiyor. Bu sayede sadece Varlık Fonu altındaki kamuya ait şirketlerin değil, Türkiye genelinde enerji, turizm, tarım gibi cazip sektörlerde iş yapan özel şirketlerin de değerini dolar bazında ucuzlatarak Körfez’den “ortaklara” sunmak… 2004-2008 dönemi Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların 2013-2023 döneminde AKP rejimi otoriterleştikçe kuruması bir rastlantı değil. Şimdi seçimi kazanmak için savrulan Türkiye’nin kaynaklarını yeniden acil olarak yerine koymak için sahne alan Şimşek-Erkan ikilisinin misyonu çok daha farklı. Bu da 2023 ve ötesinde Türkiye’ye gelecek dorudan yatırımın niteliğinin çok farklı olmasıyla sonuçlanacak.
TLde değer kaybı ile sermaye çekebilmeye kilitlenmiş bu politikalar ise yeniden hızla yükselen bir enflasyon, ağırlaşan yaşam şartları, asgari ücrette daha yüksek oranda birleşme anlamına gelecek.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ekonomik ve sosyal refahından çok iklim krizine coğrafi nedenlerle yenilecekleri belli olan ve insan haklarına zerre değer vermeyen ülkelerin petro-dolarlarına mecburen talip 2023 Erdoğan hükümeti ekonomi takımının ucuzlatılmış Türk şirketlerini pazarladıkları bir dönemi izleyeceğiz. Söz konusu satışlar/ortaklıklar gerçekleştikçe doğrudan yatırımla dahi olsa her gelen dövizin ayni kalitede döviz olmadığını kavramak bu sefer 2008-2013 döneminden daha az bir zaman alacak. TL’de değer kaybı ile sermaye çekebilmeye kilitlenmiş bu üzücü politikalar ise şüpheye yer bırakmayacak biçimde yeniden hızla yükselen bir enflasyon, ağırlaşan yaşam şartları, asgari ücrette daha yüksek oranda birleşme anlamına gelecek. Son iki haftada yeni ekonomi takımının adımlarından izlediğimiz, 2023 sonu için TL/dolarda 30’lu seviyeleri, TÜFE enflasyonundaysa %60’ı konuşmaya başlamamız gerektiği. Keza, değersiz TL ekonomik açıdan kendi kendini köşeye sıkıştırmış Erdoğan iktidarının en temel politika aracı olacak. Hem de uzunca bir süre. 2018’den bu yana süregeldiği gibi… Yüksek enflasyon da iktidarın değil halkın ödediği bir bedel olarak değersiz TL ile kol kola ekonominin hücrelerine işleyecek.