Suudi Prensi Muhammed bin Selman’ın da çabalarıyla Arap Ligi yeniden bir toparlanma sürecine giriyor. Arap Liginin son hamlelerinden birisi de Suriyenin toprak bütünlüğü ve Türkiyenin Suriye topraklarından çekilmesine yönelik kınaması. Mehmet Akif Koç yazdı.

Suriye 12 yıldır amansız bir iç savaşın pençesinde kıvranıyor. Ülkedeki geleneksel Sünni-Nusayri ayrımına ilaveten, ülke kurulurken 19 ve 20. asırlarda Sünnilerin hem nüfus hem politik güç olarak yükselmesine tepki olarak, 1960’larda gelişen Suriye tipi Baas rejiminin Nusayri azınlığa dayanması ve bu fay hattını derinleştirmesi, dış etkenlerle de birleşince bölgesel bir iç savaşla neticelendi. Ancak ABD ve bölgedeki Sünni devletlerin muhaliflere verdiği askeri ve siyasi destek, mevcut Baas yönetimini devirmeye yetmedi. 2015’ten itibaren Rusya ve İran’ın aktif askeri desteğiyle bugünkü mevcut tablo yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Bu süreçte oldukça kritik adımlardan biri, 12 Kasım 2011 tarihinde Şam’daki Esad yönetiminin halk protestolarını sertçe bastırmasına tepki olarak, Arapların –politik olarak etkisiz ama prestijli örgütü- Arap Birliği tarafından üyeliğinin askıya alınması olmuştu. Bu dönemde, dış destekli muhaliflerin Suriye Ulusal Koalisyonu uluslararası himaye görerek yükselirken, Esad yönetimi giderek etkisizleşmekteydi. Son birkaç yılda ise ivme tersine döndü ve Esad ülke içinde yeniden tesis ettiği kontrolü, uluslararası politik hamlelerle desteklemeyi bildi.

Bu süreçte öncü rol oynayan aktörlerden biri, 2018’de Suriye ile diplomatik ilişkileri yeniden kuran Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) oldu ve Suriye’yi Arap dünyasına yeniden entegre etme yolundaki kritik süreci başlattı. BAE ile birlikte Bahreyn 2018 sonunda Şam’daki sefaretlerini düşük temsille yeniden faaliyete geçirdi, 2020’de ise Bahreyn büyükelçiliğini yeniden açtı.

Bu süreçte en kritik adım ise 2023 yılında Suudi Arabistan’dan geldi. Henüz birkaç hafta önce, sıradışı bir adımla, İran’la diplomatik ilişkileri yeniden tesis etme kararı alan Riyad yönetimi, aynı dönemde Şam ile de bakanlar ve istihbarat servisleri başkanları seviyesinde temas kurarak Suud-Suriye ilişkilerini normalleştirme adımlarını hızlandırdı.

Bu sürecin devamı mahiyetinde, önce 7 Mayıs’ta Kahire’de yapılan dışişleri bakanları toplantısında Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne dönüşüne yeşil ışık yakıldı. Ardından, tam 12 yıl sonra, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde düzenlenen Arap Birliği zirve toplantısına Beşar Esad da katılarak bu katılım adımlarını tamamladı. Birliğin Genel Sekreteri Mısırlı diplomat Ahmed Ebu Geyt, bu kararla ilgili olarak Avrupa ülkeleri ve ABD’den gelen eleştirileri cevaplarken, Suriye’nin Arap Birliği’ni kuran öncü 7 Arap ülkesinden biri olduğunu ve bu kararın Arapların kendi iç işleri olduğunu dile getirdi.

Bu noktada üzerinde özellikle durulmayı hak eden bir husus, Suudi Arabistan’ın Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğinde son dönemde bölgede ve Ortadoğu coğrafyasında artan etkisi ve diplomatik sahada yükselen profili. Bir dönem abluka uyguladığı Katar’la ilişkileri normalleştirmenin yanı sıra, İsrail ile de ilişkileri normalleştirmesi ve son olarak Çin’in arabuluculuğunda bölgedeki büyük hasmı İran ile diplomatik ilişkileri yeniden tesis etme adımları atabilmesi, Suud dış politikasındaki değişim ve dönüşüm dinamiklerini daha yakından inceleme ihtiyacı doğuruyor. Son olarak Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüş yolunu açan zirve toplantısının Cidde’de yapılması da bu hamleleri destekler nitelikte.

[Bununla birlikte, Muhammed bin Selman’ın Türkiye’de siyasi ve akademik çevrelerde hâlen fazla ciddiye alınan bir figür olmamasını, genç ve tecrübesiz bulunmasını hayretle karşılıyorum. Bunu teyit eder mahiyette, örneğin hâlen ciddi ve derinlikli bir biyografisinin telif edilmemiş olması, hatta İngilizce veya Arapçadan tercüme dahi edilmemiş olmasını tuhaf ve gayriciddi buluyorum. Yaşı ve hükmettiği ekonomik kaynaklar itibariyle daha uzun yıllar Ortadoğu’da pek çok kritik sürecin içinde aktif bir aktör olarak görme ihtimalimiz yüksek olan böylesi bir politik figürün daha ayrıntılı çalışılmasının elzem olduğunu düşünüyorum.]

Suriyenin Arap Birliğine geri dönüşünün sebebi, resmi söylemlere de yansıdığı şekilde, Arap dünyasının birlik ve bütünlüğü gibi muğlak ve müphem bir diskur olsa da asıl sebebin İran’ın bu ülke üzerindeki etkisini kırmak olduğu pek çok gözlemci tarafından ifade ediliyor.

Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşünün ardındaki en önemli motivasyon, resmi söylemlere de yansıdığı şekilde, Arap dünyasının birlik ve bütünlüğü gibi muğlak ve müphem bir diskur olsa da derinde yatan motivasyonun İran’ın bu ülke üzerindeki etkisini kırmak olduğu pek çok gözlemci tarafından ifade ediliyor.

Buna ilaveten politik bütünlüğünü tam tesis edebilmiş bir Suriye’nin ABD, Rusya ve özellikle Türkiye gibi aktörlerin ülke topraklarındaki etkisini de kırabileceği Arap başkentlerinde telaffuz ediliyor. Nitekim Arap Birliği’nin Nisan 2018’de aldığı ve Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyindeki askeri müdahalesini bitirmeye ve Afrin’den çekilmeye çağıran kararı da bu tür hassasiyetlerin ürünüydü. Bunun devamında 12 Ekim 2019’daki Kahire toplantısında, Türkiye’nin Suriye topraklarındaki askeri müdahale ve operasyonlarını “bir Arap devletine karşı işgal ve saldırganlık” olarak nitelendirip kınaması da bu çizgiye işaret etmekteydi.

Gelinen noktada, Ankara da Şam yönetiminin uluslararası camiada artan görünürlüğü ve eski konumunu yeniden kazanma yönündeki çabalarına bigâne kalmış değil. Son olarak, 10 Mayıs’ta Moskova’da gerçekleştirilen dışişleri bakanları düzeyindeki Rusya-İran-Suriye-Türkiye dörtlü toplantısı, Ankara-Şam hattında çok yakında bir normalleşme beklentilerini güçlendiriyor.

Nitekim, önümüzdeki haftalarda önce dörtlü düzeyde, ardından Türkiye-Suriye arasında cumhurbaşkanları düzeyinde bir zirve tertip edilmesi kimseyi şaşırtmayacak. Ankara’nın bir süre sonra Mısır’la ilişkilerde de benzer adımlar atması ve ilişkilerin tümüyle normalleştirilmesi yönündeki adımlar atılması oldukça olası.

Dolayısıyla, 2010’lu yılların başında bölgede yaşanan “Arap Baharı” dalgasının, Tunus’ta Raşid Gannuşi’nin tutuklanması, bölgede Müslüman Kardeşler’e yönelik geniş bir tasfiye hareketine girişilmesi gibi adımların ardından, Esad’ın yeniden Arap Birliği zirve toplantısına katılmasıyla birlikte tümüyle sona erdiğini söylemek mümkün.

Ancak 2011’den itibaren bölge ülkelerinde yaşanan iç savaş ve huzursuzlukları ortaya çıkaran faktörlerin ortadan kalkmadığını göz önünde bulundurduğumuzda, yakın gelecekte yine benzer bir sokak hareketleri ve iç huzursuzluklar sürecinin yaşanmayacağını kimsenin garanti edebilmesi de mümkün değil. Söz konusu dinamikler hâlen olduğu yerde duruyor, üstelik hâlihazırda eskisinden daha tehlikeli şartlarda infilak edebilecek kadar ciddi toplumsal derinlik de kazanmış durumda.

Ümit ederim ki geçmişte yaşananlardan tüm taraflar gerekli dersleri çıkarmıştır.

Editör: Mehmet Akif koç