Hâlihazırda politika faizindeki ürkek artışlar normalleşmenin boyutu ve sıkılığın derecesi üzerinde gölgeler oluşturmuştur. Bütçe açığını hedef alan bazı kemer sıkma adımlarına karşın, enflasyonla mücadelenin tam anlamıyla başladığını ifade etmek mümkün değildir.

TCMB, beklentilerin altında bir artışla politika faizini %17,5 düzeyine yükseltmiştir. Bir önceki toplantıda da yine beklentilere ve ekonominin gerçeklerine hitap etmeyen bir şekilde sınırlı bir artışla %15’e yükseltilen politika faizi karşısında, ağustos sonuna kadar ki üç toplantı sonucunun görülerek bir değerlendirme yapılmasının daha doğru olacağı ve ağustos sonu itibarıyla %30’u aşacak bir politika faizinin para politikasının sıkılığı, enflasyonla mücadele ve beklenti yönetimi bakımından zorunlu olduğu önceki yazılarımızda ifade edilmiştir.

Ancak geçen hafta politika faizinin %15’den %17,5’a yükseltilmesi, aynı zamanda Ağustos sonu itibarıyla faizin %30’u aşamayacağını, hatta %20 dolayında kalabileceğini göstermiştir. Ayrıca bazı haberlerde yıl sonuna kadar faizin en fazla %20-25 aralığına yükseltilebileceği yönünde duyumlara yer verilmiştir.

Nisan 2023 döneminden başlayarak birçok yazımızda yer verdiğimiz ve geçerli olmaya devam ettiğini düşündüğümüz bazı tahminlerimizi aşağıda bir kez daha belirtelim:

1) Bugüne kadar atılmış olan genişletici parasal ve mali adımlara ve bütçe açığını hedefleyen vergi ve benzeri kalemlerdeki artışlara bağlı olarak yıl sonuna doğru enflasyonun %70’lere yaklaşması, ekonomide normalleşme ve gerekli sıkılaşma adımlarının atılması hâlinde 2023 sonunda, 2024 sonuna ilişkin enflasyon beklentisinin %35’ler düzeyinde oluşması,

2) Faizlere müdahalenin ortadan kalkması ve sıkılaşma adımlarının atılması varsayımı altında, 1-3 ay vadeli mevduat/kredi faizinin ilk aşamada %70-80 aralığında oluşması; yıl sonunda ise gerek kurda görece istikrar, gerekse enflasyon beklentilerindeki gerilemeye bağlı olarak mevduat-kredi faizlerinin %40-50 aralığında şekillenmesi,

3) Kura müdahalenin sonlandırılması hâlinde, dolar kurunun Ağustos sonu itibarıyla 30-32 TL’ye yükselmesi, sağlıklı politikaların izlenmesi hâlinde ise bu tarihten itibaren enflasyona paralel bir artışın kurlara yansıması,

yönünde tahminlerimize yer verilmiştir. Diğer yandan, normalleşme tam olarak sağlanmasa dahi, bu yönde kayda değer adımların atılmasının yukarıda belirttiğimiz tahminlerimiz için yeter şart olduğu vurgulanmıştır.

Tasarruf sahipleri bakımından ulusal paraya cazibe kazandırmayan ve kredi kullanımını pahalı hâle getirmeyen hiçbir politika enflasyonla mücadele edildiği iddiasında bulunamaz.
MEVCUT DURUM

Mevcut eğilim, ekonomi yönetiminin politika faizi üzerinden bir sıkılaşmaya başvurma niyetinde olmadığının sinyallerini vermektedir. En azından bugün itibarıyla durum budur; ancak ilerleyen haftalarda döviz kuru ve piyasa faizlerindeki gelişmelere bağlı olarak ekonomi yönetimi daha radikal adımlar atmaya zorlanabilecektir. Normalleşmeye geçileceğinin beyan edilmesi ve yabancı sermaye çekme gayretinin öne çıkması nedeniyle TCMB’nin öngörüleri dışında gerek kurlarda gerekse piyasa faizlerinde yukarı yönlü keskin hareketlerin meydana gelmesi beklenen bir durumdur. Bu ise politika yapıcıların hesabını ve planlarını bozabilecektir. Çünkü şu anda, en azından 9-12 ay süresince, yeniden sınırlayıcı müdahalelere başvurulması mümkün değildir.

Kura müdahale edilmemesi hâlinde doların 30-32 TL’ye yükseleceğini, bunun altındaki kur düzeylerinin ise (sermaye girişlerinin katkısı olmadan) rezerv kaybına uğranmadan sağlanamayacağını düşünmekteyim. Maalesef en acı nokta, kura müdahaleler devam ettiği müddetçe, kurun ulaşacağı hiçbir düzeyin yükselişin duracağı şeklinde yorumlanamayacak olmasıdır. Eğer 3-5 hafta içinde dolar kuru 30 TL düzeyine yükselir ve yine müdahaleler olursa bu durum kurun daha da yükseleceğini gösterecektir.

Müdahalelerin sonlandırılması hâlinde 30-32 TL'lik bir dolar kurunun yeterli olacağı düşüncemiz normalleşme ve sıkılaşma adımlarının önemli ölçüde atılacağı varsayımına bağlanmıştır. Ancak hâlihazırda TCMB’nin kararları önemli belirsizlikler yaratmıştır. Sadece yabancı sermaye girişi ve buna bağlı olarak yurt içi döviz tasarrufu sahiplerinin TL’ye dönüşü beklentisine dayalı temenniler yeterli değildir. Sağlam, bütüncül ve tutarlı bir politika seti uygulanmadığı müddetçe yabancı sermaye girişinin yaratacağı hava oldukça geçici olacaktır. Zaten bu tür para giriş ve çıkışlarıyla ekonominin hiçbir sorunu kalıcı olarak çözülemez.

Ekonomi yönetimi, yakın ve büyük riski döviz krizi olarak tanımladığı için ilk aşamada politika faizini düşük oranda artırarak dövizdeki yükselişe kapı aralamış, bu suretle geleceğe dönük devalüasyon riskini azaltarak ve daha yüksek bir kurdan TL’ye dönüşe imkân vererek yabancı sermayeye her tür kolaylığı sağlamak istemiştir. Yabancı sermaye girişinden sonra faizlerin keskin şekilde artırılacağı ve bu suretle bir yandan kurdaki artışın bir noktadan sonra sınırlandırılacağı, diğer yandan enflasyonla mücadeleye başlanacağı tarafımızca düşünülmüştür.

Ancak TCMB’nin geçen haftaki son derece düşük faiz artışı ve geleceğe ilişkin politika faizi artışlarının oldukça sınırlı kalacağına dönük görüşlerin öne çıkması TCMB’nin yol haritasını yeniden tartışmaya açmıştır.

Hâlihazırda politika faizindeki ürkek artışlar normalleşmenin boyutu ve sıkılığın derecesi üzerinde gölgeler oluşturmuştur. Bütçe açığını hedef alan bazı kemer sıkma adımlarına karşın, enflasyonla mücadelenin tam anlamıyla başladığını ifade etmek mümkün değildir. Tasarruf sahipleri bakımından ulusal paraya cazibe kazandırmayan ve kredi kullanımını pahalı hâle getirmeyen hiçbir politika enflasyonla mücadele edildiği iddiasında bulunamaz. Bilinçli şekilde yapılmayan ve sonuçları öngörülmeyen hatalar sonucu kredi kanalında tıkanıklık yaşanması likiditeyi ve kredi verilebilir fonları daraltmış olup, enflasyon krizinin derinliği karşısında söz konusu finansman sıkıntısı enflasyon üzerinde bir baskı dahi yaratamamaktadır.

Peki TCMB, para politikası kurulu toplantısında aldığı karar ve yaptığı açıklama ile ne demek istemiştir?

Enflasyonun ana eğiliminin keskin bir yükseliş içinde bulunduğu bir konjonktürde %17,5’luk politika faizinin bir anlamının bulunmadığı, bu faiz oranının beklentileri çıpalayamayacağı, fiyatlama davranışlarını kontrol altına alamayacağı açıktır.
TCMB NE DEDİ? Beklentileri karşılamayan faiz artışının alındığı kurul toplantısının bizce en kritik cümlesi, “parasal sıkılaştırma sürecini destekleyecek seçici kredi ve miktarsal sıkılaştırma kararlarının alındığı” ifadesidir. Bu cümle, politika faizindeki sınırlı artışın enflasyonla mücadele anlamına gelmediği yönündeki doğal çıkarımlara karşı ileri sürülen ve enflasyon beklentilerini yönlendirmeyi amaçlayan bir argümana yer vermektedir. Bunun dışında açıklamada yer alan ifadeler ise aksi ileri sürülemeyecek standart ve sıradan cümlelerdir.

Enflasyonun ana eğiliminin keskin bir yükseliş içinde bulunduğu bir konjonktürde %17,5’luk politika faizinin bir anlamının bulunmadığı, bu faiz oranının beklentileri çıpalayamayacağı, fiyatlama davranışlarını kontrol altına alamayacağı açıktır. TCMB, parasal aktarım mekanizmasının ilk, en etkili ve güçlü aracı olan politika faizini bir süre daha kullanmayacağını bir bakıma kabul etmiştir.

Faiz aracının yerine miktarsal sıkılaştırma ve seçici kredi araçlarına başvurulacağı beyan edilmiştir. Paranın miktarını, dolayısıyla piyasadaki likiditeyi ve kredi verilebilir fon miktarını azaltacağını beyan eden TCMB, politika faizini olmasa da piyasa faizlerini (kredi-mevduat-tahvil) dolaylı yöntemlerle yükseltmeyi istediğini açıklamıştır. Bu yönde ilk adım ise; son haftalarda TL likiditesinde artışa ve açık piyasa işlemlerinde TCMB’nin borçlu konuma gelmesine yol açan nedenlerden biri olan KKM ödemelerinin etkisini azaltmak için KKM konusu mevduata %15 zorunlu karşılık getirilmesidir. TCMB’nin piyasaya ‘doğrudan’ müdahalede kullanabileceği geleneksel araç zorunlu karşılıklardır. Politika faizi dahi ‘dolaylı’ olarak bir etki doğurabilmektedir.

TCMB, siyasi nedenlerle artıramadığı politika faizinin olağan koşullarda yaratacağı etkiyi doğrudan bankacılık sektörü üzerinden yaratarak reel ekonomiye tesir etmek istemektedir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde, %70’lere doğru yönelecek enflasyonun izinde ilk aşamada mevduat faizlerinin %50’leri aşması, menkul kıymet alım zorunluluğu doğuran kredi işlemlerindeki faizin ise %60’ları aşması temel beklentimizdir.

Politika faizinin  %17,5’a yükseltilmesi, yürürlükte kalmaya devam eden düzenlemeler gereğince, düşük faizli menkul kıymet almamak için bankaları ticari kredi faizini %28-32 bandında tutmaya zorlamaktadır. Ancak mevcut koşullarda bu faiz oranıyla kredi vermek, iyi ve güçlü müşteriler haricinde, bankalar için cazip değildir. Bu nedenle, daha yüksek oranlarda kredi kullandırılmasının bankalara menkul kıymet alım zorunluluğu üzerinden getireceği yük, artan risk ve ileride faizlerin daha da yükseleceği beklentisi kredi faizlerinin (menkul kıymet alım yükü doğuran krediler için) %60’ın üzerine çıkacağı yönündeki görüşümüzün dayanaklarıdır.

Parasal sıkılaştırma, ister TCMB’nin yapamadığı doğrudan politika faiz oranı artışı üzerinden olsun, isterse TCMB’nin miktarsal sıkılaştırma yoluyla yapacağını ilan ettiği piyasa faizlerinin yükseltilmesi üzerinden olsun, nihai aşamada paranın maliyeti artırılmakta ve bu şekilde enflasyonla mücadele edilmesi amaçlanmaktadır.

Bu noktada bazı haklı sorular gündeme gelmektedir. Reel sektörün kredi musluklarının açılmasını istediği ve siyasi iktidarın bu konuda adımların atılacağını beyan ettiği bir ortamda miktarsal sıkılaştırma hangi düzeyde ve bileşimde yapılabilecektir? Seçici kredi yaklaşımı reel sektörü ve siyasi iktidarı hangi ölçüde tatmin edecektir? Enflasyon, sıkılaşma ve normalleşme vurgusu öne çıkan TCMB’nin attığı adımların oldukça zayıf kalması miktarsal sıkılaşma iddiasının da içi boş bir söylem olarak kalmasına yol açacak mıdır?

Önümüzdeki süreçte, politika faizi hangi düzeyde olursa olsun, eğer mevduat ve kredi faizleri %60’ı aşmaz ise para politikasının sıkılığından ve enflasyonla mücadeleden söz edilemeyecektir.

Kısa vadede bu yazıda yer alan parametre ve meseleleri konuşacağız; orta vadede (en geç bir yıl içinde) ise bugünün meselelerinin daha da derinleştiğini, ancak finansal sistemin kurulu bulunduğu düzlemin başkalaştırılacak olması nedeniyle parametrelerin tamamen değiştiğini yaşayarak göreceğiz.

ü