AKP’nin benimsediği militarist söylem, yapılan yatırımları ‘’devlete ait olan’’ olarak görmektense ‘’parti başarısı’’ üzerinden değerlendirmek yanılgısına düşmektedir. Ve bu algı, yaklaşmakta olan seçimlere ve her şeyden evvel demokrasinin zarar görmesine neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, ordunun siyasi alandan ‘’tecrit edildiği’’ çeşitli modellerin bulunduğunu belirten Huntington’a göre bu yöntemler arasında nesnel[1] ve öznel[2] uygulamalar mevcuttur. Nesnel yöntemdeki amaç; profesyonelleştirilen ordunun, siyasi bakımdan arınmış ve tarafsız hale getirilerek askeri gücün siyasal alanda azalmasını sağlamaktır. Bu yaklaşımla ordunun mevcut siyasi gücünün (sivil gruplara nazaran) en düşük düzeye indirilmesi amaçlanmaktadır. Öznel denetimdeki amaç ise, ordunun siyasete katılarak siyasal liderliğin ideolojisiyle donatılmasını taşımaktadır. Nordlinger ise ordunun siyaset kurumuyla ilgili durumuna dair geleneksel model, liberal model ve totaliter model olarak üç gruplu bir tanımlama yapmıştır.  Geleneksel model, askerin siviller üzerindeki geniş tahakkümünü tasvir ederken liberal modelde, ordu kendi alanında profesyonelleştirilerek siyaset dışı bir özelliğe kavuşturulmuştur.

Bu model mümkün olduğunca askerin siyasetten uzak tutulmasına dayanmaktadır. Totaliter modelde ise sivil hükümet, politik düşünce ve ideolojilerini empoze etme çerçevesinde sadakat ve itaatkârlık kazanma hedefiyle ordu kontrol altına alınmaktadır. Totaliter modelde, orduya yoğun bir ideoloji aşılanması yapılırken ordunun siyasi düşüncesi, devletin ideolojisine göre şekillenirken ordu, son derece politik bir aktör haline gelmektedir.

Türkiye siyasal hayatında ordu-siyaset ilişkisi, devlet geleneği temeline dayanan köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Askerin, siyasi sahada bozukluk olarak değerlendirdiği bir atmosferde, siyasi sahaya müdahalesi ve ardından yönetimi sivil yönetime devrettiği idari yapı, Huntington’un askeri liderlerin yönetimi ele geçirdiklerinde, belirledikleri problemleri düzelttikten sonra, iktidarı sivillere bırakacağı varsayımı ve Nordlinger’in ‘’muhafız rolü’’ paralelinde, Türkiye örneğiyle doğrulanmıştır.

Millî Görüş geleneğinden gelip gömlek değiştiren ve kendisini muhafazakâr demokrat bir parti olarak tanımlayan AKP; DP – AP – ANAP çizgisindeki ekolün son halkası olarak ekonomide liberal, sosyal alanda ise muhafazakâr bir kimlikle seçmen karşısına çıkarken özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar ve siyaset üzerindeki askeri vesayete karşı bir duruş sergilemiştir.

AKP’nin iktidara gelmesi, parti içerisindeki birtakım muhafazakâr tutum ve davranışlardan dolayı TSK’yı tedirgin ederken mevcut durum, MGK toplantıları ve yüksek rütbeli komutanların verdikleri demeçlerde kendisini göstermiştir. AKP iktidarının başlamasıyla ordunun siyaset üzerindeki takip motivasyonu da artmıştır.

Ordunun 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidarla zıt düşmesi gergin sürecin ilk belirgin çatışması olurken askerin siyaset üzerindeki etkisi daha önce de gündeme geldiği gibi bu defa birçok siyasetçi bu konudaki rahatsızlığını dile getirmiştir.

Erdoğan ile birlikte bir bütün teşkil eden iktidar yapısı ve konjonktürün etkisi, AKP’nin orduya karşı kendi alanını muhafaza ederek genişletme hamlelerini de beraberinde getirmiş kendi dış politikasını yürüten AKP, iç politikadaki dinamikleri de kendi rotasına göre şekillendirerek askere karşı ezber bozan bir politika geliştirmiştir. AKP’nin kurduğu güçlü lider ve tek parti anlayışına dayalı yeni denge düzeninde, askerin siyasi sahadaki gücünün pasifize edilmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda MGK’daki sivil – asker dengesini değiştiren düzenlemeler yapılarak MGK Genel Sekreteri, sivil bir görevli hâline getirilmiştir. Üstelik takip eden günlerde Annan Planı doğrultusunda Kıbrıs sorunun çözümüne dair TSK’nın aksi görüş belirtmesine rağmen AKP hükümeti, kendi görüşü çerçevesinde hareket etmiştir.

İktidarının başlangıcı itibarıyla sakin bir çatışma ortamıyla seyreden AKP ve TSK ilişkileri, gittikçe sert bir hâl alırken 27 Nisan e-muhtırası ile zirve yapmıştır. E- muhtıra sonrasında TSK karşısında geri adım atmayan hükümetin tavrı, askerin siyasi düzlemde biraz daha geri planda kalmasına kapı aralarken AKP dönemindeki ordu-siyaset çatışmasını belirginleştirse dahi beklenen sonucu ortaya çıkarmamıştır.

AKP’nin kurduğu güçlü lider ve tek parti anlayışına dayalı yeni denge düzeninde, askerin siyasi sahadaki gücünün pasifize edilmesi amaçlanmıştır.

2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül’ün adaylığını desteklemeyen TSK, Cumhurbaşkanının yemin törenine ve yeni meclisin açılışına katılmamak ve cumhurbaşkanlığı davetine düşük rütbeli subayları göndermek gibi tepkisel bir tutum sergilemiştir. Ergenekon kumpas davaları süreci ve Kozmik Oda skandalıyla ciddi bir yara alan TSK’nın nüfuzu, 2010 yılındaki YAŞ üyelerinin terfi meselesinde hükümetin tutuklu komutanların emekliye sevk edilmesini istemesiyle direnç kaybına uğrarken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve kuvvet komutanları istifa etmiş istifa etmeyen tek kuvvet komutanı Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Necdet Özel, Genel Kurmay Başkanlığı görevine getirilmiştir. Bu süreçle birlikte AKP iktidarı ile TSK arasında yeni bir dönem başlamıştır.

İlk olarak MGK’daki oturma düzeninin değişmesiyle başlayan süreç, askerler ve sivillerin karışık oturmasını öngörürken YAŞ’ta Başbakan’ın, Genelkurmay Başkanıyla değil, yalnız oturmasıyla devam etmiştir. Milli Bayramlarda kutlamaların ön planında yer alan Genelkurmay başkanı, başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı’na bırakmıştır. Genelkurmay Başkanı Özel’in görev süresi boyunca ordu – siyaset ilişkileri sakin ilerken ordu komuta kademesi daha ziyade kendi görev alanına çekilmiştir.  

15 Temmuz darbe girişimi sonrası ordu içerisindeki FETÖ yapılanmasını temizle çabasına girişen AKP iktidarı, sürecin nihayetinde ordunun kendisine ‘’engel’’ olma pozisyonunu tamamen egale ederken yeni kadroların atanması ve yapılan düzenlemelerle iktidarın yanında bir TSK görünümünde, ordu-hükümet birlikteliğiyle güçlendirilmiş bir tablo resmetmiştir.

İktidarının başladığı dönemden günümüze kadar gelen süre zarfında bir panorama çizdiğimizde, AKP hükümetlerinin iktidarını meşrulaştırması ve sağlamlaştırmasının önündeki en büyük engel olarak görülen ordunun siyaset üzerindeki nüfuzunu pasifize etme süreci uzun bir döneme yayılırken sürecin nihayetinde AKP iktidarı, üzerinde gördüğü ‘’askeri vesayet gölgesini’’ soyutlaştırmıştır.

Ancak bu vesayeti soyutlaştırma politikası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na dair yönelttiği eleştirilerin yüksek rütbeli askerler tarafından alkışlanması, son zamanlarda savunma sanayinde gerçekleştirilen atılımlar ve Baykar Grubu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan ile olan akrabalık ilişkisiyle birlikte farklı bir dönüşüme uğramıştır. Baykar Grubu’nun TSK’nın envanterine giren ve yurt dışına ihraç edilen savunma teknolojileri ürünleri ve seçim sathına girilen Türkiye’de, AKP’nin bu yatırımları bir siyasi propaganda ürününe dönüştürmesi tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Elbette ki yurtsever her vatandaş için ülkemiz adına yapılan her yatırım, ayrı bir sevinç kaynağıdır. Ancak ulusal bir sevinç kaynağının belli bir propaganda doğrultusunda politize edilmesi, sevince gölge düşürürken milli birlik ve beraberlik dokusunu da zedelemektedir.

Erken cumhuriyet döneminde tesis edilen onlarca fabrikanın CHP tarafından ‘’reklam edilemez’’ durumu, Bülent Ecevit’in Kıbrıs çıkarmasını kendisine atfedemez statüsü gibi savunma sanayinde atılan adımlar da siyaset ötesi, devlet kazanımı bir mahiyete sahiptir.

Tüm bunların dışında gelinen nokta; iktidarının başında askerin siyaset üzerindeki gölgesinin silinmesi görüşünü savunan ve hatta bu duruma uzun bir süreç sonunda vücut kazandıran AKP iktidarının, kuruluş felsefesine ters düşen bir tutum değişikliğiyle savunma sanayi üzerinden bir siyasi propaganda geliştirdiğini göstermektedir.

Kuruluş programında kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan AKP’nin pek çok önemli ismi, daha önceki dönemlerde yaptığı anti-militarist açıklamalarla asker-siyaset ilişkisinin demokrasinin önündeki en büyük engeli teşkil ettiğini vurgulamış askerin siyasetle yan yana gelmemesini savunmuştur.

Militarizm, askeri değer ve pratiklerin yüceltilerek sivil alanın şekillendirilmesidir. Ancak militarizm yalnızca askerin etkin bir rol oynamasını barındırmadığı gibi öznesi belli olmayan, sivillerin aktif katılımı ve rızasını içeren süreçlerle de yaygınlaşabilmektedir.

Ancak bugün gelinen noktada aynı isimler, SİHA ve İHA’lar üzerinden yapılan paylaşımlarla militarist bir söylem ortaya koymaktadır. Michael Howard, militarizmi tanımlarken: “askeri alt kültüre ait değerlerin toplumun egemen değerleri olarak algılanması.” ifadelerini kullanmıştır. Keza militarizm, askeri değer ve pratiklerin yüceltilerek sivil alanın şekillendirilmesidir. Ancak militarizm yalnızca askerin etkin bir rol oynamasını barındırmadığı gibi öznesi belli olmayan, sivillerin aktif katılımı ve rızasını içeren süreçlerle de yaygınlaşabilmektedir.

Esasında bu dönüşümün arka planında, iktidarın kendisine duyduğu ihtiyaç doğrultusunda oluşturduğu müttefik alanlar ve değişen konjonktürün etkisi yer alırken AKP’deki siyasal söylemin son zamanlarda militarizmden beslenmesinin temelinde ise yaklaşan seçimlerle seçim öncesi yayınlanan anketlerin tetiklediği seçimi kaybetme korkusu zemin oluşturmaktadır.

AKP iktidarı aynı zamanda bürünmüş olduğu bu çelişkili durumu, karşı cenah üzerinden inşa ettiği ‘’tahribat siyasetiyle’’ yükseltmektedir. Zira muhalefetin, iktidarı kazanma ihtimalinde savunma sanayinde gerçekleştirilen yatırımları durduracağına dair bir ‘’iddiada’’ bulunan iktidar kanadı, ‘’İHA, SİHA, Akıncı, TCG Anadolu, Kaan gibi yatırımların devlet malı olduğu ve siyasi malzeme edilemez.’’ olduğuna dair görüş bildirenleri, ülkenin gelişiminden rahatsız olmakla itham etmektedir.

İHA ve SİHA’lar üzerinden muhalefete yöneltilen iddialara karşılık veren Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu: ‘’Kirli propagandalar devam ediyor. ‘Efendim Bay Kemal gelecek, İHA’lar, SİHA’lar hangara çekilecek, sosyal yardımlar kesilecek.’ Tüm bu yalanları sesleri bile titremeden söylüyorlar. Biliyorum, büyük bir çoğunluğunuz bunların yalan olduğunun elbette farkında. Ya devletin savunmasını, ordusu bile bir seçim propagandasına dönüştürdüler. Siz hiç böyle bir propaganda gördünüz mü geçmişte? Yüz yıllık savunma sanayimizin hiç böyle kullanıldığını gördünüz mü? Duydunuz mu? Yapılmadı. Vallahi yapılmadı. Ya düşünsenize, gemiyi, ordunun gemisini AK Parti seçim otobüsüne döndürdüler. İnanılmaz şeyler yaşıyoruz bu seçimde. AK Parti, devleti tehlikeye atıyor, farkında bile değil. Çünkü umurunda bile değil” ifadelerini kullanırken sürecin bir parti-devlet kimliğine evrildiğine de dikkat çekmiştir. Keza Raymond Aron’un dediği gibi “tek bir parti, politika tekelinin faaliyetine sahip olunca, devlet ayrılmaz bir biçimde ona bağlı olur.”

AKP’nin benimsediği bu militarist söylem, yapılan yatırımları ‘’devlete ait olan’’ olarak görmektense ‘’parti başarısı’’ üzerinden değerlendirmek yanılgısına düşmektedir. Ve nihayetinde gelinen nokta bir sürpriz olmasa da seçmen algısı üzerinde yaratılan bu algı, seçmenin hür iradesinin mantık ve vicdan arasında sıkışmasına, yaklaşmakta olan seçimlere ve her şeyden evvel demokrasinin zarar görmesine neden olmaktadır.

  [1] Askeri profesyonelliğin en aza indirgenmesi [2] Sivil gücün en aza indirilmesi