Moskova’da yapılan Suriye toplantısı Suriye hakkında birbirinden farklı menfaat ve stratejisi bulunan dört ülkenin nasıl anlaşmasını sağlayacak? ABD’ye karşı pozisyonunu güçlendiren Rusya’nın ve Türkiye’nin topraklarından çekilmesini isteyen Suriye’nin amacı ne? Mehmet Akif Koç yazdı.

Suriye’de 2011 yılından beri sürmekte olan kaos ve iç savaşa çözüm bulmak amacıyla, uluslararası toplumun uzun yıllardır sürdürdüğü girişimlerin son halkası, 25 Nisan tarihinde Moskova’da gerçekleştirilen dörtlü toplantı oldu. Sürecin başından beri sahadaki duruma müdahil olan üç ülke (İran, Türkiye ve Rusya) ile Suriye’den resmi heyetleri bir araya getiren toplantı, Rus devletinin himayesinde gerçekleştirildi.

Savunma bakanları ve istihbarat servisi başkanlarının katıldığı bu toplantı, aslında daha uzun ve esaslı bir yol haritasının önemli bir adımını teşkil ediyor. Zira bu düzeydeki toplantıların başarılı olmasını takiben, önce dışişleri bakanları, ardından devlet başkanları düzeyinde dörtlü zirveler gerçekleştirilecek; teknik/askeri düzeyde varılan uzlaşma, liderler seviyesinde de teyit edilerek, 12 yıldır süren iç savaşa bir son verilmesi ve Suriye’deki durumun normale döndürülmesi hedeflenecek.

Peki bu iyimser senaryo ne kadar mümkün? Çıkarları ve Suriye’nin geleceğine dair beklentileri birbirinden farklı bu bölgesel güçler, savaşı tümüyle bitirebilecek ve sürdürülebilir bir ortak uzlaşıya varabilir mi?

Öncelikle, tarafların toplantıya dair açıklamalarında vurguladıkları hususlar bu farklılaşan beklentileri ve meseleye yaklaşımlarını da açıkça ortaya koyuyor.

Örneğin, görüşmeye ev sahipliği yapan Rus Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında atıf yapılan hususlar; Suriye’deki aşırılık yanlısı tüm gruplarla mücadele edilmesi, ülkedeki güvenlik durumunun güçlendirilmesi ve Suriye-Türkiye ikili ilişkilerinin normalleştirilmesi.

Türk Savunma Bakanlığı ise açıklamasında, bu hususlara ilaveten; “her şekliyle terör örgütleri ve tüm aşırılıkçı gruplarla” mücadeleye ve “Suriyeli mültecilerin” topraklarına geri dönmelerine yönelik çabalara vurgu yaptı.

[Bu ve benzeri resmî açıklamalarda “mülteci” kavramının uluorta kullanımı ve yanlış bağlamı, geçici koruma altındaki sığınmacıların hukuki durumunun “iltica” gibi çok ciddi uluslararası sonuçları olan bir kavramla karıştırılması, hele bunun devlet kurumlarının resmî açıklamalarında özensizce kullanılması gibi hususlara, bu yazının doğrudan kapsamı dahilinde olmadığı için şimdilik ayrıntısıyla girmiyorum]

Bununla birlikte, Suriye tarafının açıklamalarında en fazla üzerinde durulan husus ise Türkiye’nin Suriye topraklarındaki askerlerini ivedilikle geri çekmesi. Hatta Suriye ve Arap basınındaki bazı haber ve yorumlarda, Türk askerinin Suriye’den çekilmemesi hâlinde Ankara-Şam hattında herhangi bir normalleşmenin mümkün olmadığına değiniliyor. Bununla birlikte Türkiye ise, Suriye topraklarındaki askeri varlığını “işgal” olarak nitelendirmiyor ve bunu meşru güvenlik kaygılarına istinat ettiriyor, üstelik “çekilme” sözünü hiçbir şekilde telaffuz etmeye de yanaşmıyor.

Dolayısıyla gelinen aşamada, çıkar ve beklentileri, stratejik hesap ve askeri yatırımları birbirinden farklılık arz eden dört ülkenin birbirine karşı durumunu şu şekilde özetlemek mümkün:

Rusya: Suriye’deki askeri üslerini kaybetmeden buradaki varlığını ve Şam üzerindeki etkisini korumak, ABD’nin olası bir tesirini kıracak şekilde gerekli angajmanlara girmek; Ukrayna sahasına güç kaydırdığı bu dönemde Türkiye ile İran’ı, birbirini dengeleyecek şekilde Suriye potasında [kendi ekseninde] resmin içinde tutmak. İran: Savaşın başından beri yüzlerce resmi/gayriresmi kayıp verdiği Suriye sahasındaki kazanımlarını korumak, Irak-Suriye üzerinden Lübnan ve Filistinli örgütlerle karasal bağlarını ve İsrail karşıtı pozisyonunu güçlendirmek. Aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’deki etkisinin azalacağı, ama Kürtlerin Şam’a karşı pozisyonunu zayıflatacak formüller aramak. Türkiye: Ülkenin kuzeyinde elde ettiği askeri/siyasi kazanımları korumak, muhtemel yeni sığınmacı dalgalarını engellemek için Suriye içindeki askeri varlığını muhafaza etmek. Aynı zamanda IŞİD ve YPG/PYD’nin eski güç ve kontrol alanına yeniden erişmesini engellemek, imkânlar dahilinde Rusya ve İran’ın Suriye’deki nüfuzunu azaltabilecek stratejiler üretmeye gayret etmek. Artık çok zor görünse de Suriyeli muhaliflerin ülkenin geleceğinde rol edinmesini sağlamaya çalışmak (bunun için ’geçiş hükümeti’ tarzı söylemleri en azından masada canlı tutmak). Suriye: Öncelikle ülkedeki terör örgütlerini etkisizleştirmek, Kürtlerin kuzeydeki özerklik taleplerini engellemek, Türkiye’nin askeri varlığını bütünüyle ülke dışına çıkarmasını sağlamak, bunun için Moskova’nın (ve Tahran’ın) hamlelerini desteklemek. Rusya ve İran’ı birbirlerini dengeleyecek şekilde devrede tutmak ve kısa vadede yeni bir iç savaş/isyan/dış müdahale tehlikesini önleyecek şekilde, bu ülkelerin askeri güçlerinin tamamıyla ülkeden ayrılmasını mümkün olduğunca geciktirmek.
Bu şartlar altında, stratejik menfaatleri ve Suriye’ye dair beklentileri birbirinden büyük ölçüde farklı olan bu dört aktörün (Suriye, Türkiye, İran ve Rusya) ortak bir uzlaşıya varmadan ülkenin normalleşmesi pek mümkün görünmüyor.

Bu şartlar altında, stratejik menfaatleri ve Suriye’ye dair beklentileri birbirinden büyük ölçüde farklı olan bu dört aktörün (Suriye, Türkiye, İran ve Rusya) ortak bir uzlaşıya varmadan ülkenin normalleşmesi pek mümkün görünmüyor. Bununla birlikte bu farklılaşan çıkarların nasıl telif edilip uzlaştırılabileceği de ayrı bir soru işareti olarak önümüzde duruyor.

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz aylarda, kısa vadeli ve geçici bir uzlaşıya varılsa dahi, bunun son derece hassas dengelere bağlı olacağını ve kırılgan niteliğiyle çok sayıda iç ve dış sınamayla karşı karşıya kalacağını, bu açıdan sürdürülebilirliğinin sorunlu olacağını düşünüyorum.

Benzer bir durumun Ankara-Şam hattındaki ilişkiler için de geçerli olacağını, Arap dünyasıyla arasını yeniden düzeltme yolunda büyük mesafe kaydeden Şam’ın Ankara ile ilişkilerde cüzi bir karşılıkla yetinmeyeceğini ve Türk askerlerinin ülkenin kuzeyinden çıkarılması şartında direteceğini, ancak Kürtlerin özerklik talebi karşısında iki ülkenin sınırlı bir işbirliğine gideceğini değerlendiriyorum.

Bu şartlar altında, Türkiye’de sayısı 3,5 milyona varan Suriyeli sığınmacıların önemli bir kısmının [ancak hiçbir zaman tamamının değil] tedricen ülkelerine geri dönüş yolunun açılabileceği tahmine müsaittir.

Tüm bu denklemde dengeleri değiştirebilecek önemli bir unsur, ABD’nin yeniden 2015 öncesi dönemde olduğu gibi aktif şekilde Suriye sahasında askeri varlık göstermesi olabilir.

Ancak IŞİD tecrübesinden dersler çıkaran uluslararası toplumun buna geçit vermeyeceğini, esasen ABD’nin de buna fazla hevesli olmadığını söylemek mümkündür. Yine de ABD, 1990’lı yılların başından itibaren Kürtlerin Irak’ta özerklik elde etme sürecine benzer şekilde, Suriye Kürtlerinin de ülkede özerklik ve ilave siyasi/askeri güç kazanma çabalarına aktif destek vermeye devam edecektir.

Editör: Mehmet Akif koç