AKP elitlerinin Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına denk düşen 2023 seçimlerinde belirlediği tarih, sağ-kanat çevrelerde DP’ye ilişkin yerleşik hafızanın canlandırılmasına yaslanır.

Literatürde kültür savaşı olarak telakki edilen kulturkampf, farklı ton ve derecelerde de olsa, çağdaş dünyadaki kamusal tartışmalara yön vermeye devam ediyor. Özellikle de modernleşme periyodunun erken evrelerinden itibaren laik ve muhafazakâr bloklar arası rekabetçi, keskin ve çatışmalı ilişkilere sahne olan Türkiye sathında… Söz konusu kamplaşmanın geniş kitleler üzerindeki “büyüsel” etkisi, derece farkları görülse de günümüze kadar uzanabiliyor.

Öyle ki 13. Cumhurbaşkanının belirleneceği seçimlerde muhafazakâr siyasetin 14 Mayıs tercihi, kolektif hafızada kültür savaşına dair birikmiş tortuların harekete geçmesine yönelik beklentiye yaslanır. Nitekim biz de bu yazı boyunca, modern Türkiye’deki kültür savaşının kurucu mitlerinden biri olarak Demokrat Parti cereyanını “kültür savaşı”na temas eden boyutlarıyla ele alacağız.

Takvimler 14 Mayıs 1950’yi gösterdiğinde, “Demir Kırat” amblemi ve “Yeter! Söz Milletindir!” sloganıyla seçimlere giren DP, %55’lik ve 4 küsur milyon aldığı oy ile iktidara geliyordu. Ana muhalefete düşen CHP ise, %39 oranında ve 3 küsur milyon oy alabilmişti. Öte yandan katılımın %89 gibi yüksek bir çıtaya erişmesi, geniş kesimlerdeki değişim talebini keskin bir şekilde ortaya koyar.

Aynı zamanda 1946 seçimlerindeki “açık oy, gizli tasnif” gibi otoriter politikalara yönelik birikmiş toplumsal enerjiyi resmeder. Çoğunlukçu sisteme sahne olan yeni dönemde siyasal denge(sizlik)ler ise, 487 milletvekilliğinden 408’ini alan Demokratlar lehine gelişecekti. CHP’nin kazandığı sandalye sayısı ise, 69’du. Nitekim DP’nin tarz-ı siyasetinde ilerleyen dönemlerde temayüz edecek çoğunlukçu-otoriter politikaların arka planında bu dağılımlar önemli bir rol oynuyordu.

14 Mayıs 1950 ile açılan sahnede yaşanan değişim, sıradan bir iktidar farklılaşmasının ötesine uzanarak radikal bir içerik kazanır. Bu açıdan DP ve CHP eksenli politik rekabetin ana hattı, giderek kültür merkezli semboller ve hesaplaşmalarla yükleniyordu. Öyle ki 14 Mayıs, muhafazakâr geleneğin “Tek Parti faşizminden kurtuluş”, laik-seküler cephede ise, Cumhuriyet kazanımlarını gerileten bir “karşı-devrim” hattı etrafında okunuyordu.

DP döneminde muhafazakâr mahalleyi hareketlendiren esas gelişme ise, tam da kulturkampf zemininde sembolik karşılığı yüksek bir gündemden devşiriliyordu: Ezanın Arapçalaştırılması…
DP’NİN KÜLTÜR POLİTİĞİ

DP’li iktidar elitleri, kültürel kimlik düzeyinde içinden çıktıkları Cumhuriyet kadrolarıyla benzer bir yörüngede bulunuyordu. Dolayısıyla rejimin modern felsefesi bünyesinde yetişmiş ve arzu edilen Batılı hayat biçimini, temsiline soyundukları kitlenin ötesinde içselleştirmişlerdir (Demirel, 2011: 115). Bu çerçevede banknotlardan, pullardan ve resmi makamlardan İnönü'nün resmi kaldırılarak, Atatürk'ün resmi tekrar ihdas edilir (Demir, 2010: 417). Diğer taraftan takip eden süreçte muhafazakâr-İslami çevrelerin kamusal alanda din temelli girişimleri de hız kazanır.

Dini kitap ve risaleler yayınlanmakta, Kur'an çevirileri yapılmakta, Büyük Millet Meclisi'nde ezan okunmakta, camiler dolup taşmaktadır. Vaizler, memleketi CHP idaresinden kurtaran Allah'a hamd etmektedirler (Kaçmazoğlu, 1988: 70). Benzer olarak din tedrisatı çerçevesinde adımlar da hız kazanıyordu. Şüphesiz tek parti CHP’sinin özellikle 1947 Kurultayı’nda yürürlüğe sokulan programlar, bu kapsamdaki “açılımlar”ın hayata geçmesinde önemli bir eşiği temsil eder.

Kurultay sonrası süreçte İslami çevrelerden gelen Şemsettin Günaltay’ın Başbakanlığı, partinin savaş sonrası yeni konjonktüre uygun olarak kamusal İslam’a dönük açılımlara sahne olur. Bu çerçevede Günaltay hükümeti döneminde 19 türbe açılmış, din eğitimi serbest bırakılmış ve İmam Hatip Okulları ile İlahiyat Fakülteleri açılmıştır (Demir, 2010: 418).

DP döneminde muhafazakâr mahalleyi hareketlendiren esas gelişme ise, tam da kulturkampf zemininde sembolik karşılığı yüksek bir gündemden devşiriliyordu: Ezanın Arapçalaştırılması… Kaldırılan Türkçe ezan uygulaması, özellikle muhafazakâr tabakaların geçmişten günümüze tek parti dönemine ilişkin kolektif hafızasında “travma” çerçevesinde işlenir. Nitekim uygulamanın (muhafazakâr) kitle dünyasındaki güçlü yankıları, kaldırma yanlısı DP’nin kitlesel genişleme siyasetine ciddi potansiyeller sunar.

Dönem boyunca muhafazakâr tabakaların bilişsel haritasında nahoş kodlarla yer alan “Batılı-seküler yaşam”dan devşirilen kareler, kültür savaşının hâkim enstrümanları olarak dolaşımdaydı.
Öte yandan dönemin Cumhurbaşkanı ve DP’nin kurucu elitlerinden Bayar, parti meclisinde büyük çoğunlukla kabul edilen Arapça ezana dönüşü şöyle gerekçelendirir: “Müezzin caminin içinde Allahu ekber dediği zaman suç değil, fakat caminin bir parçası olan minarede Allahu ekber dediği zaman suç...” (Bayar, 1969: 111). Bu tür paradokslar, DP kadrolarının uygulamanın kaldırılmasıyla ilgili girişimlerinde sıklıkla referans kaynağıydı. Nitekim Menderes de aynı dönemde uygulama karşıtı beyanda bulunan bir kısım CHP’li aydınlara yönelik eleştirisinde, 1947 Kurultayı sonrası CHP’nin din ile barışık politikalarına başvuruyordu:

“Ezan meselesini ele alarak, ‘Atatürk'ün inkılapları elden gidiyor!’ diye gayri samimi feryatları başladılar. Türbeleri açanlar kendileridir, din derslerini kabul edenler kendileridir. Tabii bunları da samimiyetle yapmış değillerdir. Halbuki Demokrat Parti, inandığı prensiplere uygun hareket etmektedir, layıkıyla inanmaktadır.” (Demir, 2010: 420-421).

Menderes’in dikkatlere sunduğu paradoks, CHP kanadından gelişen eleştirileri, son dönemler izledikleri liberal politikalar üzerinden by-pass etme amacını ortaya koyar. Nitekim ezan meselesinin görüşüldüğü mecliste CHP grubu adına söz alan Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu’nun ifadeleri, yüzyılın ikinci yarısındaki politik ve kültürel trende ayak uydurma arzularını ortaya koyuyordu.

Parti sözcüsü, Cumhuriyet’le beraber CHP'nin “Milli devlet ve milli şuur politikası” izlediğini ve bu politikanın gereğince “ezanın bir dil ve milli şuur meselesi” olarak tasavvur edildiğini zikreder. Ancak ezan konusunun politik tartışmaya açılmasından yana olmadıklarını ve “milli şuurun bu meseleyi kendiliğinden halledeceği” inancıyla söz konusu uygulamanın ceza konusu olmaktan çıkarılmasına CHP olarak aleyhtar olmayacaklarını açıklar (Görücü, 2019: 248). Görüldüğü gibi CHP kadroları, ezan diline “yerli ve milli” retoriklerden hareketle yaklaşsalar da değişen toplumsal ve siyasal dengeler içeresinde üreteceği “maliyetin” de pekâlâ farkındadır.

Dahası, kültür savaşında sembolik işleve sahip enstrümanları kitle siyasetinde kullanma stratejisi, zaman zaman CHP kadrolarında da yer buluyordu. Mesela 1951 ara seçimlerinin yapılacağı şehirlerden biri olan Bilecik'teki kampanya sürecinde CHP'liler mütemadiyen türbeleri kendilerinin açtıklarını ifade eder.

Buna karşın DP kurmayları ise, tek parti döneminde “camilerin kapılarına kilit vurulduğu” söyleminden hareketle, Arapça ezanın, din derslerinin ve radyoda Kur’an okutulmasının kendi iktidarlarında gerçekleştiğini ileri sürer (Görücü, 2019: 260). Dönem boyunca muhafazakâr tabakaların bilişsel haritasında nahoş kodlarla yer alan “Batılı-seküler yaşam”dan devşirilen kareler, kültür savaşının hâkim enstrümanları olarak dolaşımdaydı.

DP’nin iktidara kavuşmasında başvurduğu bu fay hattı, CHP’nin kitle siyasetinde de yer yer etkili bir enstrümana dönüşebilmekteydi. Rasyonalitesini yitiren siyasal rekabet, açılan türbe sayılarından, balolarda çekilmiş fotoğrafların dağıtımı gibi sembolik kültürel alanlara doğru uzanıyordu.

Sözgelimi CHP genel sekreteri Kasım Gülek'in bir köyde “partisinin İslam dinine her zaman sadık kalacağını” ifadesi üzerine, DP kanadından yanıtlar gecikmez. Bu çerçevede DP’liler, Gülek’in önceki dönemlerde kolej mezunlarına özgü siyah cübbeli ve kepli bir fotoğrafını dolaşıma sokarak, bu kıyafetin papazlar tarafından giyildiği şeklinde propagandayla karşılık verir (Görücü, 2019: 260). Buna karşın CHP’liler ise, ilerleyen dönemler, kültür savaşı zemininde kendileriyle ilgili kullanılan taktiğe başvurarak, Celal Bayar'ın bir baloda çekilmiş fotoğraflarından binlercesini ülke sathında dolaşıma sokar (Kaçmazoğlu, 1988: 80-81).

   (Celal Bayar ve eşi)                        (CHP eski genel sekreteri Kasım Gülek)

DP’nin iktidara kavuşması ve sürdürmesinde sıklıkla başvurduğu bu fay hattı, dönem CHP’sinin kitle siyasetinde de yer yer etkili bir enstrümana dönüşebilmekteydi. Bu doğrultuda rasyonalitesini yitiren siyasal rekabet, açılan türbe sayılarından, balolarda çekilmiş fotoğrafların dağıtımı gibi sembolik kültürel alanlara doğru uzanıyordu. Modernleşme sürecimize ilişkin bu rutinler, demokrasi vurgusunun muhalefet ve iktidar zamanlarında değişen doğasını da içerir.

Nitekim “Yeter! Söz Milletindir!” mottosu ekseninde demokrasi ve siyasal katılım arzularıyla iktidara taşınan DP kadroları, ilerleyen yıllarda hitap ettikleri kitlede heyecan yitimini sezdikleri ölçüde, otoriter politikaları gecikmeksizin devreye sokuyordu: CHP’nin mal varlıklarına el konulması, Halkevleri’nin kapatılması, partiler ve basın örgütlerini kapatma amaçlı Tahkikat Komiyonu’nun oluşturulması, kitle dünyasının DP’li “Vatan cephesi” ve “ehli salip kuvvetleri” (Haçlı ordusu) şeklinde kutuplaştırılması…

Bu çerçevede Vatan Cephesi yanlılarına yol, köprü, cami, kredi gibi ödüller vaat edilir; desteklemeyenler ise hizmet politikalarının dışında kalıyordu (Ahmad, 1994: 82). Tüm bunlar, DP’nin özellikle siyasal resesyona girdiğinin adeta tescili niteliğindeki 1957 seçimleri sonrası yöneldiği otoriterleşmenin sembolik tezahürleridir. Hikâyenin bundan sonraki evresi ise, dönemin askeri elitlerinin DP’yi frenleme arzusuyla, darbe ve idam gibi demokratik rekabeti ortadan kaldıran radikal yöntemlere başvurmalarına sahne oldu.

Nitekim 27 Mayıs’ta gerçekleşen bu darbe, Türk sağının politik habitusunda uzun yıllar canlı tutulan “otoriteryen bürokratik merkez” ve “mağdur-demokrat çevre” eksenli diyalektik, kültür siyasetinin ana referansı halindedir. Öyle ki, AKP elitlerinin Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına denk düşen 2023 seçimlerinde belirlediği tarih, sağ-kanat çevrelerde DP’ye ilişkin yerleşik hafızanın canlandırılmasına yaslanır. Ancak parti elitlerinin 2010 sonrası mütemadiyen başvurduğu bu tür popülist stratejilerin kitle dünyasındaki yankı kapasitesini ölçmede, 2019 yerel seçimleri metropollerdeki sonuçlara göz atmak yeterlidir kanımca.

Referanslar Ahmad, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Çev: Ahmet Fethi, Hil Yayın, İstanbul, 1994 Bayar, Celal, Başvekilim Adnan Menderes, Derleyen İsmet Bozdağ, Baha matbaası, İstanbul, 1969. Demir, Şerif, Türk Siyasi Tarihinde Adnan Menderes, Paraf Yayınları, İstanbul, 2010.

Demirel, Tanel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011.

Görücü, Çağdaş, Demokrat Parti İktidarında CHP: İdeolojik ve Örgütsel Arayışlar 1950-1960, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2019. Kaçmazoğlu, H. Bayram, Demokrat Parti Dönemi Toplumsal Tartışmaları, Birey Yayıncılık, İstanbul, 1988.

ü

Editör: İrfan Özet