Yüzde 52 aşılmaz bir blok değil, aynı şekilde yüzde 48 de cepte olan bir blok değil. Yüzde 52’yi hedeflemek için, yüzde 48’e umut olmak gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta yapılan Yunanistan’daki seçim sonuçlarıyla bir dönem kapandı. Gençlik mücadelesinden gelen, karizmatik bir figür olan, radikal sol çizgideki SYRIZA’yı iktidara taşıyarak, Yeni Demokrasi ve PASOK hegemonyasını yıkan Çipras, başarısız iktidar pratiğinin ardından düştüğü ana muhalefet pozisyonunda da partisinin kötü gidişatını durdurmayınca istifa etmek zorunda kaldı. İstifa, Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir kurumdur. Birilerinin tensipleri ve taktirleriyle göreve atanırsınız, aynı kişilerin tensip ve taktirleriyle görevden alınırsınız veya sağlık sorunları nedeniyle görevden el çektirilirsiniz. Kendi isteği ve iradesiyle istifa edene pek rastlanmaz.

Çipras liderliğinde SYRIZA, ekonomik krizin tetiklediği damardan beslenerek, başarılı bir stratejiyle iktidara yürümüştü. Yüzde 26 oy ile ikinci parti oldukları dönemde Yeni Demokrasi ile ittifak yapmayarak, krizin daha da derinleşmesi ve daha güçlü bir şekilde iktidara gelmek için muhalefette kalmayı tercih etmişti. Bu strateji bir sonraki seçimde tutmuş SYRIZA'nın oyları yüzde 32'ye çıkmış, Çipras Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Çipras, "Başka bir dünya mümkün" diyerek çıktığı yolda ise haleflerinden farklı bir politika izlemeyerek büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Hâkim sınıfların söz ve çizgisinden çıkmayarak, krizi emekçi sınıfların omzuna yükleyen geleneksel çizgiyi devam ettirmişti.

Yeni Demokrasi, PASOK gibi ana akım siyasi partilerin hegemonyasını yıkacak noktaya erişmişken, küresel finans çetesiyle anlaşmayı tercih etti ve sonun başlangıcına imza attı. Gelinen noktada her seçimde oyları eriyen bir SYRIZA var. Başarısızlığın mimarı ise Çipras. Gereğini yaparak istifa etmesi bir erdem ama üstünde çok durulacak bir konu değil. Mevzu bu pratikten geleceğe dair bir ders çıkarmak. Sonuçta en büyük öğretmen yenilgidir; gerekli dersleri çıkarırsak.

Tabii, üstünde çok durulacak bir konu desek de, Çipras’ın istifasının Türkiye’de de, özellikle muhalif seçmen nazarında ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde süregelen değişim tartışmaları kapsamında yansımaları oldu.

Değişim, şu an CHP saflarında moda bir kavram. Nasıl bir değişim yaşanacak, değişim hangi esaslara dayanacak henüz net bir söylem yok.

MYK ve danışman kadrosunda yapılan değişiklikler, parti tabanında ve muhalif seçmende kabul görmemekle birlikte, tabanın arzuladığı değişim talebiyle asla uyuşmuyor. Tam olarak ne işe yaradığı, hangi konuda esaslı bir strateji oluşturdukları bilinmeyen sağ kökenli danışmanların yerine sağ kökenli başka isimlerin danışman olarak atanması, ortada bir değişimin değil sadece isim değişikliklerinin olduğunu gösteriyor. Deniz Baykal döneminde ulusalcılığa savrulan CHP’nin, Kılıçdaroğlu liderliğinde gün geçtikçe liberal bir çizgiye doğru evrilmesi, sol değerlerden uzaklaşması, Cumhuriyetin temel kazanımları konusunda ürkek bir dil kullanması, laiklik konusunda muhafazakâr seçmeni ürkütmeme çizgisini benimsemesi kendi geleneksel tabanıyla arasındaki uçurumu daha da derinleştiriyor.

Şu ana kadar herhangi bir kopuşun olmaması, Erdoğan nefretinin diğer her şeye ağır basmasından kaynaklanıyor ama bu durumun sürdürülebilir bir yanı yok. Yirmi bir yıldır girilen her seçime, “bu son seçim, bu en kritik seçim, bu seçimin telafisi yok” gibi söylemler eşliğinde girildi. Erdoğan’ın koltuğunun sallantıda olduğu en net seçim Mayıs 2023’teki genel seçimdi. İnsanlar ilk defa bir değişimin olabileceğine inanmıştı. Bu seçimde yaşanan hayal kırıklığının, yakın tarihte kıyaslanabileceği başka bir seçim yok. Yüzde 52 aşılmaz bir blok değil, aynı şekilde yüzde 48 de cepte olan bir blok değil. Yüzde 52’yi hedeflemek için, yüzde 48’e umut olmak gerekiyor.

Mevzu şahıslar değil. Mevzu Erdoğan’sız bir AKP rejiminden öte projeksiyonu olmayan, iktisadi kalkınma modelleri neo-liberal restorasyon projeleri ile sınırlı figürlerin siyasi arenadan tasfiye edilmesidir.

Şu an en büyük sıkıntı kendisini muhalif olarak adlandıran, Erdoğan karşıtlığını her şeyin üzerinde tutan seçmen kitlesinin motivasyon kaybıdır. Bu motivasyon kaybının en önemli nedenlerinden birisi de CHP liderliğinin kitlelerde yarattığı hayal kırıklığıdır. Seçim sonrası, hiçbir özeleştiri verilmeden savunmaya geçilmesi, günah keçisi aranması, hiçbir sonuç getirmeyen alışılagelmiş yol ve yöntemlerde ısrar edilmesi büyük tepkiler yaratıyor. MYK değişikliği ve milliyetçi kökenden gelen sağcı danışmanların atanmasıyla çözülebilecek bir durum değildir bu. Yerel seçimler için nasıl bir yol haritası çizileceği ise büyük bir soru işareti.

Kulislerde İYİ Parti’nin yerine Zafer Partisi’nin ikame edileceği, seçim sürecinde milliyetçi tonun daha ağır basacağı söyleniyor. Böylesi bir hamlenin nasıl sonuçlar vereceğini tahmin etmek için kâhin olmaya sanırım gerek yok. Tabii bir de değişim olgusunun tılsımından kendine pay çıkarmak isteyen, değişim rüzgarının kendilerini silip süpüreceğini bildikleri için bu moda kavrama sarılarak hazin sondan kurtulmak isteyenler var. Değişim talebinin esasen bu figürlerin siyasal hattına, ideolojik çizgisine karşı oluşan bir tepki olduğunu kendileri de biliyorlar. Bu yüzden kavramın içini boşaltarak, değişimi şahıslarla sınırlayan bir olgu olarak ön plana çıkartma derdindeler.

Mevzu şahıslar değil. Mevzu Erdoğan’sız bir AKP rejiminden öte projeksiyonu olmayan, iktisadi kalkınma modelleri neo-liberal restorasyon projeleri ile sınırlı figürlerin siyasi arenadan tasfiye edilmesidir. Değişimin özü, öze dönmekten, gerçekten kamucu, halkçı, emekten yana bir alternatif, sınıfsal temele dayanan siyasal bir hat oluşturmaktan geçer. Başarısızlığı sınanmış, denenmiş yöntemlerle, o gün hangi söylem hangi eğilim revaçta ise çubuğu ona bükerek iktidarın belirlediği alan içinde siyasi söylem geliştirerek başarı kazanılamayacağı artık kanıtlanmış bir gerçektir.