Muhalifler kırk dört yıldır olduğu gibi şimdi de direnmeye devam ediyor. Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganı farklı tabanlar arasında eşi benzeri görülmemiş bir dayanışmanın ortaya çıkmasını sağladı. Bölgeyi yakından izleyen Gizem Aslantepe yazdı

İran’da, Mehsa Jina Emini’nin ahlak polisleri tarafından darp edilerek vahşice öldürülmesinin üzerinden 7 ay geçti.  Uzaktan bakıldığından İran’da sular durulmuş gibi gözükse de kazın ayağı öyle değil. Protestoların dozu ve şiddeti değişti ancak eylemsellik sürüyor. Büyük sokak gösterileri yerini sivil itaatsizliğe ve işçi grevlerine bırakmış durumda zira halkın sokaklardan çekilmesine neden olan belli başlı şeyler var: Lidersizlik, polisin orantısız güç kullanımı, idam ve tutuklamalarla kendilerine gözdağı verilmesi, iktidar bloku içinde yaşanan kırılmalara rağmen sistemin çözüleceğine dair sahip oldukları inancın zayıflaması ve protestolardan güçlenerek çıkan müesses nizamın çok daha sert uygulamalarla iktidarını pekiştirmesi…

Ancak mücadele metodunun değişmesi direncin kırıldığını göstermez. Muhalifler kırk dört yıldır olduğu gibi şimdi de direnmeye devam ediyor. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganı farklı tabanlar arasında eşi benzeri görülmemiş bir dayanışmanın ortaya çıkmasını sağladı. Bu dayanışma, 14 Şubat’ta, yirmi bağımsız İran merkezli sendika, feminist grup ve sivil örgütün ortak yayınladıkları bir bildiriyle somutluk kazandı. Bildiride yalnızca İslam Cumhuriyeti’ne değil, önceki monarşist yönetimlerin antidemokratik uygulamalarına da karşı olunduğu vurgulandı:

“Bugün, yapısal adaletsizliğe karşı protesto bayrağı kadınlar, üniversite, ilkokul, lise öğrencileri, öğretmenler, işçiler, adalet arayanlar, sanatçılar, LGBTQ+ bireyler, yazarlar ve İran’da ezilen halklar tarafından taşınıyor. Bu bayrak Kürdistan’dan Sistan ve Beluçistan’a kadar ülkenin çeşitli bölgelerinden yükselmekte ve eşi benzeri görülmemiş bir uluslararası destek görmektedir. Bu; kadın düşmanlığına ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa, ekonomik istikrarsızlığa, emek sömürüsüne, modern köleliğe, yoksulluğa, sınıf şiddetine, milliyetçi, merkeziyetçi ve dini baskıya karşı bir protestodur. Bu, din bahanesi altında olsun ya da olmasın, bize, İran halkının büyük çoğunluğuna uygulanan her türlü zorbalığa karşı bir devrimdir.”

İmzacılar arasında Özgür İran İşçileri Sendikası, Özgür Öğrenciler Birliği, İnsan Hakları Savunucuları Merkezi, Nishekar Heft Tepeh Şirketi Çalışanları Sendikası, Ahvaz Çelik İşçileri, Sözleşmeli Petrol İşçileri Örgütlenme Konseyi, Bidarzeni, İranlı Kadınların Sesi, İran Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Konseyi, Emekliler Birliği, Alborz Vilayeti Ressamlar Sendikası gibi birçok oluşum yer aldı. Feminist araştırmacı Niloufar Nematollahi, bildirinin İran solu için tarihsel bir paradigma değişimini ifade ettiğini belirtiyor. Sadece işçilerin değil, aynı zamanda kadınların, LGBT+QIA bireylerin, etnik ve dini azınlıkların mücadelelerinin de açıkça vurgulandığı yeni bir tür sol siyasetin geliştirildiğini belirtiyor. Bu siyaset, içerisinde iklim krizini önleyici politikalar üretmeyi, iklim adaletini sağlanmayı ve ülkenin doğal kaynaklarının doğru kullanılmasını gerektiren “yeşil siyaseti” de kapsıyor.

Şubat ayında yayınlanan bildiriden sonra geçtiğimiz günlerde bir yeni grev dalgası daha meydana geldi. Zorlu çalışma koşullarına, geçim sıkıntısına, iltimas, baskı ve yolsuzluğa karşı petrol, gaz, petrokimya endüstrisinde, demir-çelik fabrikalarında, enerji sektöründe ve maden ocaklarında çalışan binlerce işçi 21 Nisan’da iş bıraktı. 28 Nisan itibarıyla ülke çapındaki grevlere yüz ondan fazla atölye, fabrika ve şirket katıldı.

Kaynak: https://irankargar.com/

Peki İran’da işçiler ne istiyor?

  • Hükümetin enflasyonun altında kalan %27’lik teklifine karşı %79 oranında zam
  • 20 gün çalışmaya 10 gün istirahat
  • Maaşın asgari sürede ödenmesi (her ay çalıştıktan 10-15 gün sonra)
  • Sigortanın düşük gösterilmemesi
  • Çalışma saatlerinin 10 saatten 8 saate düşürülmesi
  • Bayram ikramiyesi, yıllık ikramiye, doğum izni vs. gibi durumlarda belirlenen maaştan ayrı olarak ödeme yapılması
  • Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, yol-yemek ücretlerinin verilmesi, yurtlarda/yerleşkelerde her odada en fazla 4 kişinin barınması, hijyene dikkat edilmesi, sağlık hizmetlerinin sağlanması.
  • Sözleşmenin bir örneğinin işe alınan personele de verilmesi
  • 15 ücretsiz çalıştırma ve yasa dışı deneme süresinin kaldırılması
  • İşçilerin eylem yapmasını önlemek için işveren ve müteahhitler tarafından alınan önlemlerin imzalanan sözleşmelerin kaldırılması
1980ler boyunca sol siyasetçiler/aktivistler devrim mahkemelerinde yargılandı, idam edildi, çalışmaları ve eğitim görmeleri yasaklandı. Böylece önemli bir bileşeni oldukları devrimci muhalefetten dışlanarak yer altına itildiler.

Grev sendikalaşmanın önemi gözler önüne serdi. İran’da hâlâ – özellikle işçiler ve öğrenciler arasında – güçlü bir sol damar olduğunu görüyoruz. Ancak bu damar 44 senedir kan kaybediyor. Hatta bunu devrimden öncesine götürmek mümkün zira İran’da sol örgütlerin/partilerin yasa dışı ilan edilmesi 1931 yılında, Rıza Şah iktidardayken gerçekleşti. Rıza Şah’ın bu hamlesi, 1923-1930 yılları arasında on bir bin petrol endüstrisi işçisinin başlattıkları bir dizi eylemin ardından geldi.

Öyle ki Rıza Şah bu dönemde İran’ın ilk Komünist Partisi tarafından organize edilen eylemi, kendi ordusuyla grevi bastıramayarak İngiliz Kraliyet Donanması’ndan yardım istemişti. Milliyetçi Ara Dönem olarak adlandırılan Muhammed Musaddık döneminde, onun ve önderliğindeki Ulusal Cephe’nin petrolü millileştirmesinden önce de petrol endüstrisi işçileri bunu çok defa dile getirmişti. 1948-51 yılları arasında yarım milyonluk işçi nüfusunun üç yüz altmış bini sendikalıydı. İşçiler, Orta Doğu’nun en ilerici yasalarından birini dönemin hükümetine kabul ettirebilmişlerdi.

1953’te Başbakan Musaddık’ın görevden alınmasına yol açan CIA destekli darbeden sonra, işçi hareketi geriledi. Sendikalar kapandı, grev sayısında ve protestolarda düşüş yaşandı. Bununla birlikte, radikal nitelikte ama çoğunlukla dağınık bazı grev ve protestolar gerçekleşti. Adeta bir payanda görevi gören darbe, elitist-militarist-rantiye devletin mimarı veliaht prens oğul Muhammed Rıza şahın iktidarını sürdürebilmesi için “ayrılıkçı” ve “komünist” olarak damgaladığı bütün sol grupları kriminalize ederek bastırmasına imkân tanıdı.

İşçi sınıfının kadın direnişine verdiği destek ve gösterdiği dayanışmanın temelinde de söz konusu ortak refleksler ve endişeler yatıyor. Bizlerin, Mehsanın ölümüyle beraber filizlendiğini zannettiğimiz dayanışmanın kökleri çok daha derinde.

Devrimden kısa süre önce özellikle petrol endüstrisi işçileri şahın devrilmesinde büyük rol oynadı. Bu sebeple işçi grevleri 1978 ve 1979 yıllarında boyut değiştirdi, radikalleşti. Devrimden sonraki bir buçuk yıl boyunca da mücadeleye devam ettiler. Ancak çok geçmeden sol gruplar için yeni bir var olma mücadelesi başladı. Ulema sınıfının halk devrimini tekeline almasıyla birlikte neredeyse tüm siyasi ve sendikal faaliyetlerin yasaklandığı, idamların ve tutuklamaların yaşandığı bir konjonktür oluştu.

1980’ler boyunca sol siyasetçiler/aktivistler devrim mahkemelerinde yargılandı, idam edildi, çalışmaları ve eğitim görmeleri yasaklandı. Böylece önemli bir bileşeni oldukları devrimci muhalefetten dışlanarak yer altına itildiler. Bu durum İran’da örgütlü mücadele geleneğinin zayıflamasına neden oldu.

1990’lı yıllarda ise reformistlerin iktidara gelmesiyle beraber sol hareketler yeniden canlanmaya başladı. Bu hareketlerden kimisi kendini doğrudan “sosyalist” veya “komünist” olarak tanımlamasa da solcu refleksler gösterdi; eşit, demokratik ve adil bir yönetimi, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerini savundu. İşçi sınıfının kadın direnişine verdiği destek ve gösterdiği dayanışmanın temelinde de söz konusu ortak refleksler ve endişeler yatıyor. Bizlerin, Mehsa’nın ölümüyle beraber filizlendiğini zannettiğimiz dayanışmanın kökleri çok daha derinde.