Normalleşmenin kademeli veya hızlı gerçekleştirilmesinde belirleyici olan ve zorluk çıkaran noktalar ise; tahvil-kredi-mevduat faizlerinin belirlenmesinde ve döviz talebinin karşılanmasında ve KKM uygulamasına nasıl ve ne zaman son verileceğidir.

Millet İttifakı, gerçekçi politikaları hayata geçirme, güven tesisi ve beklentileri çıpalamada sağlayabileceği başarıya paralel olarak orta-uzun vadede istikrar, büyüme, düşük enflasyon gibi ana hedeflerine ulaşabilecektir. Ancak yapısal reformların hayata geçirilmesi ve güven tesisi ile bunlardan beslenen beklentileri yönlendirebilme kabiliyetinin bazı kesimlerce sunulduğu kadar kolay ya da emre amade olmadığı belirtilmelidir.

Çünkü derin bir yoksullaşma ve bölüşüm krizi içinde olunmakla birlikte, bir önceki yazıda grafik üzerinde yansıtmaya çalıştığımız üzere üretim, millî gelir, istihdam gibi reel ekonomik göstergeler bakımından henüz daralma veya kriz seviyelerinde bulunulmamaktadır. Sürdürülemez dengeler, yapay finansal fiyatlar, yanılsamaya yol açan parasal bolluk gibi faktörler gerçek krizi ertelemektedir.

Seçim sonrasında yaşanacak finansal piyasalardaki düzeltme hareketleri ve iç talepteki daralmaya paralel olarak reel ekonomide durgunluk ve gerileme aşamalarına geçilmesi beklenmektedir. İktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak bu durum gerçekleşecektir. Şu ana kadar sadece bir kısmı hissedilmiş etkileriyle dâhi yoksullaşma bakımından 2001 krizinden daha derin bir kriz yaşanmakla birlikte, 2001 krizindekine benzer bir üretim daralmasına doğru hâlâ gidilecek yol vardır. AKP, dipten yükselişe doğru başını kaldırmış bir konjonktürü 2002 sonunda devralmış olup, eğer seçimi kaybederse, aşağıya doğru ilerlemekte olan ve sınırları bilinmeyen çok daha riskli bir yapıyı devredecektir.

Teknik ifadeyle dipten uzakta olunması ve dibin yeni dönemde yaşanacak olması bu esnada iktidarda olacak yeni yönetimi her açıdan zorlayacaktır. Daha da vahimi, daralma ve küçülme dönemlerinde kullanılması gereken rezervler, bütçe imkânı, parasal genişleme gibi birikimler son 2 yıla tekabül eden potansiyeli aşan bir büyüme ve yüksek enflasyon döneminde tüketilmiştir.

Seçimi kazanması hâlinde ekonomik iklimin hızlıca olumluya dönmesi yönündeki Millet İttifakı’nın kısmen anlaşılabilir beklentisine karşın, muhalefetin diliyle hasar tespit sonucunun görülmesi, orta ve uzun vadede değer yaratacak gerçekçi politikaların uygulamaya konulması, seçim sonrasındaki 3 aylık kısa vadede finansal piyasalardaki gelişme ve fiyat düzeltmelerine karşı direnç düzeyi, sanayici-ihracatçı-yabancı sermayeyi zıt yönlerde etkileyecek kur ve faizde denge arayışı, her kesimin dile getireceği bastırılmış taleplere seçim vaatleri doğrultusunda verilecek cevapların ekonominin kapasitesine uygunluğu gibi hususlar Millet İttifakı’nın tesis etmeye çalışacağı güvenin ve beklenti yönetiminin belirleyicileri olacaktır.

Hacimli yabancı sermaye girişi, döviz krizinden uzaklaşılacağı için döviz talebinin azalması ve enflasyonun düşeceği beklentisi üzerinden mal-hizmet fiyatlamalarının yapılması gibi iktisadi davranışları sadece iktidar değişikliğine bağlamak gibi bir beklenti naiflik olacağı gibi, yeni yönetim adına kendine gereğinden fazla önem atfetmek, kendinde olmayan güce sahipmiş yanılsamasına kapılmak anlamına gelecektir. Halk diliyle ifade edilecek olursa ‘kimse kimsenin babasının oğlu değildir.’

Beklentilerin seçimle pozitife dönüşmesi ayrı, bu beklentilere göre iktisadi aktörlerin davranışlarını şekillendirmesi ayrı konulardır. Seçim sonucuyla beklentiler pozitife dönüşecektir; davranış değişikliği için ise takriben 3 aylık bir sürenin bulunduğu düşünülmektedir. Pozitif beklentilerle birlikte iktisadi birimler bekleme, izleme ve bazı piyasa hareketleriyle yeni yönetimi test etme aşamasına geçecektir. Elbette piyasalarda bazı pozisyonlar hızlıca değiştirilebilir; ancak daha geniş bir kesimin davranışları ve günlük-haftalık değil, süreklilik taşıyan yönelimler önem taşımaktadır.

Mevcut iktidar döneminde ısrarla izlenen yanlış politikalar sonucu bozulan dengelerin yeniden kurulmasında ve henüz kriz seviyesinden uzakta olan üretim göstergelerinde geçilecek daralmanın yönetilmesinde yeni yönetim açısından ilk 3 ayda 3 ana başlıktaki ilerleme öne çıkmaktadır: 1) Finansal piyasalarda denge arayışı ve fiyat oluşumlarına yönelik izlenecek politika, 2) Kesilmiş ama tutarı seçimden sonra öğrenilecek yüksek faturanın bazı kesimler lehine bölüştürülmesi, 3) Orta-uzun vadeli bir kalkınma için atılacak temeller.

Bu yazımızda belirtilen başlıklardan ilki değerlendirilmektedir. Seçim sonrası 3 aylık kısa vadede piyasa fiyatlarında (kur ile mevduat-kredi-tahvil faizleri) yaşanabilecek düzeltme ve denge arayışında yeni yönetimin, görünenin aksine, hareket alanının bulunmadığı ve sürece müdahale etme kapasitesinin çok sınırlı olduğu düşünülmektedir.

Bu nedenle ilk 3 ayda yeni yönetimin finansal piyasalardaki gelişmelere dâhil olmak yerine zaten kesilmiş olan faturayı toplumsal kesimler arasında bölüştürmeye ve ödendikçe bakiyesi artan mevcut faturayı ödendikçe bakiyesi azalan faturaya dönüştürmeye odaklanması daha yararlı olacaktır.

Bu konunun öne çıkarılmasının sebebi; seçim sonrasında ekonominin ve özelde finansal piyasaların normalleşmesinde kademeli bir sürecin izlenmesi gerektiği yönünde öne çıkarılan argümanlardır. Katılmadığımız ve uygulanamayacağını düşündüğümüz kademeli geçiş kısa dönem için olduğu kadar, orta-uzun vadeli politikalara dönük momentumun sürdürülmesi, toplumsal destek ve güven inşası bakımından da riskler taşımaktadır.

DÖVİZ KURU-FAİZDE DENGE ARAYIŞI

Piyasadaki düzeltmelerin keskinliği ve kademeli geçişin gerçekleştirilemeyeceğine dönük görüşleri açıklamadan önce, 3 aylık süre içinde finansal piyasalarda oluşabilecek fiyatlarla ilgili beklentilerimi paylaşmak isterim.

Kimi yorumcular seçimde iktidarın değişmesi ile doğrudan oluşacak güven ortamında hızlı şekilde ülkeye yabancı sermaye akacağını, bırakın TL’nin değer kaybetmesini, aksine TL üzerinde değerlenme baskısının oluşacağını ifade etmektedir. Katılmadığımız bu görüşün vuku bulması hâlinde dahi sermaye girişinin TCMB tarafından rezervlerin güçlendirilmesinde kullanılacağı ve bu suretle kur üzerindeki değerlenme baskısının ve sermaye girişinin bir süre sonra kredi genişlemesi ve cari açık üzerinde yaratacağı olumsuzlukların giderileceği, özetle TL’nin değerlenmesine izin verilmeyeceği düşünülmektedir.

Yoğun bir baskı ile belirli bir seviyede tutulmaya çalışılan mevcut kur düzeyi, maliyetleri birkaç kat artan ihracatçılara köstek olurken, son dönemde aylık 10 milyar USD’yi aşan dış ticaret açığını ve aynı tutara yaklaşan cari açığı büyütmektedir. Finans hesabından girişlerin durmasıyla birlikte cari açık artan oranda TCMB rezervlerinden karşılanmaya başlanmıştır. Elbette dış ticaret açığının tek belirleyicisi döviz kuru değildir; ama bu açık döviz talebini artırmaktadır. Bu durum, negatif rezervler ve reel sektörü TL’ye geçişe zorlayıcı adımlarla birlikte düşünüldüğünde TL’nin değer kaybetmesi zaten bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Diğer yandan, TL’nin ticaret yapılan diğer ülke para birimlerine göre değerini ölçen reel efektif döviz kuru gibi endekslerin de bastırılmış döviz talebi, mevcut risk yapısı ve hissedilen enflasyon karşısında kısa, hatta orta vadede bir gösterge olmadığı düşünülmektedir. Finansal yatırım alternatifleri arasında bugün itibarıyla en ucuz varlık dövizdir.

2021 başından itibaren yabancıların hisse senedi varlıkları nette 6,3 milyar USD, TL tahvil portföyü ise 1,1 milyar USD azalmıştır. Söz konusu rakamlar portföy yatırımı kanalıyla kısa vadeli sermaye girişinin taşıdığı potansiyele dönük izlenim vermektedir. Kur ve TL faizinde yüksek düzeyde artış olmadan, piyasada denge arayışının olacağı takriben ilk 3 aylık dönemi geçirmeden ve uzun vadeye dönük sağlam adımlar atmadan hacimli yabancı sermaye girişini beklemek ve bu girişi olumsuz bir görünüm arz eden küresel düzeydeki finansal yatırım iklimi ve faiz gelişmelerinden bağımsız okumak gerçekçi olmayacaktır. Doğrudan yatırımın dinamikleri ve belirleyicileri ise tamamen farklıdır.

Yeni yönetimin bariz bir hataya mahal vermemesi ya da orta-uzun vadeli beklentilerde bozulmaya yol açmaması hâlinde, ilk aşamada (büyük bir ihtimal ilk 1 ay, en geç ilk 3 ay)  dolar kurunun en az 25-27 TL’ye yükselmesi beklenebilir.

Yeni yönetimin bariz bir hataya mahal vermemesi ya da orta-uzun vadeli beklentilerde bozulmaya yol açmaması hâlinde, ilk aşamada (büyük bir ihtimal ilk 1 ay, en geç ilk 3 ay)  dolar kurunun en az 25-27 TL’ye yükselmesi beklenebilir. Kur ve TL faizin artması ve risk priminin azalmasının katkısıyla yılın üçüncü çeyreğinden itibaren sesi duyulacak olan, ancak son çeyrekten itibaren bariz büyüklüklerle varlığını gösterecek sermaye girişlerinin kurda aşağı yönlü baskı oluşturabilecek olmasına karşın, TCMB’nin negatif rezervleri tamamlama stratejisi kapsamında kurlardaki değişimin beklenen enflasyona göre şekillenmeye başlayacağı; hülasa dolardaki 25-27 TL’ye doğru ilk düzeltme sonrasında kurdaki değişimde enflasyonun belirleyici olacağı düşünülmektedir. Döviz talebinde TL araçların getirisi, döviz arzında ise yabancı sermaye girişleri denge oluşumuna istikamet çizecektir.

Daralacak talep ve düşecek büyüme tarafından baskılansa dahi, hâlihazırda atılmış genişletici adımların gecikmeli etkileri, yeni yönetimin vaatleri nedeniyle atacağı ilave genişletici adımlar, yönetilen/yönlendirilen fiyatlardaki baskının aşamalı olarak kalkması ve en önemlisi kur düzeltmesi kaynaklı olarak yıllık enflasyonun yıl sonuna doğru %70 düzeyini aşacağı (gıda ve enerji fiyatlarında iki yönlü bir şok yaşanmayacağı varsayımıyla); ilk 3 aylık aşamanın başarıyla atlatılması, kurdaki dengelenme ve beklenti yönetimi koşulları altında yılın son çeyreğinde bir yıl sonrası için enflasyon beklentisinin %30-35’e gerilemesi beklenmektedir.

Bu gerilemenin daha düşük seviyelere ulaşması için gerekli olan ‘döviz kuru-enflasyon-ücretler’ döngüsünün kırılması ise süreklilik taşıyan kararlı politikalara bağlıdır.  Seçim vaatleri ve toplumsal kesimlerin birikmiş talepleri dolayısıyla başvurulabilecek genişletici ekonomik adımların enflasyon üzerinde yaratacağı tesir ise yaşanarak görülecektir.

Finansal piyasalardaki kısıtların kaldırılması ya da azaltılması, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan düzeltmeler nedeniyle düşük fiyatlardan işlem yapmama saiki ve kur hareketinin enflasyonda yaratması beklenen etki gibi nedenlerle kısa vadede (ilk ay) 1 yıla kadar vadeli mevduat-kredi faizlerinin ilk aşamada %45-55, 3 ayın sonunda %70-80 düzeyine çıkacağı, enflasyon beklentilerine ve düşen risk primine paralel olarak yıl sonuna doğru gerilemeye başlayacağı (%40-50) tahmin edilmektedir. Kredi faizindeki artışın reel ekonomiye getireceği maliyetin bütçeye ilave yük getirilmeden telafi edilmesine dönük önerilerimiz ayrı bir yazıda belirtilecektir.

Bu süreçte kritik bir nokta ise; gelecekten çalma pahasına, günü kurtarmak ve ‘görüntüde’ faiz aracını kullanmamak adına uygulamaya sokulan, halkın geniş kesimlerinin yoksulluk bataklığına ve iş dünyasının sermaye ve ufuk kaybına sürüklenmesine sebebiyet veren ve inatla sürdürülen yanlış para politikasının simgelerinden biri olan kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasına dönük atılacak adımlardır.

Yabancı sermaye akışlarının yılın son çeyreğinden itibaren belirgin şekilde başlaması, TL ürünlerin faizinin reel getiri sunacak düzeylerde bulunması ve risk priminin azalması hâlinde en geç 2024’ün başlangıcıyla birlikte sisteme yeni mevduat kabulüne izin verilmemesi tercih edilebilecektir.

Belirtilen türden normalleşmenin en basit adımı; politika faizinin beklenen orta vade enflasyon oranına doğru aşamalı olarak artırılması ve bu artışın döviz kuru, kredi faizi gibi piyasa fiyatlarına etkisinin gözlemlenerek ilave artış adımlarının tespit edilmesidir.

Ancak bu süreçte, Haziran-Ağustos döneminde bütçeye büyük bir yükün geleceği de açıktır. Döviz kurunda takriben %25’lik artışın 1,7 trilyon TL düzeyindeki KKM üzerinde, 3 aylık mevduatlar için bankaların yapacağı %3’lük faiz ödemesi düşüldüğünde, %22’lik etki doğuracağı ve bunun 3 aya yayılacak vadede 375 milyar TL’lik yük çıkaracağı hesaplanmaktadır.

İlk aşamada kurdaki %25’lik keskin düzeltmeyle eş anlı olarak TL mevduat faizlerinin de artması beklendiği için, yılın geri kalanında kurdaki artışın tamamının ya da büyük bölümünün zaten bankalarca ödenecek mevduat faizi ile telafi edileceği ve bütçe yükünün düşük kalacağı belirtilebilir.

Yukarıda yer verdiğimiz beklentiler piyasanın kendi akışında gerçekleşeceğini öngördüğümüz denge arayışlarını esas almaktadır. Açıklanan nedenlerle kurun yabancı sermaye girişi nedeniyle fazla kıpırdamayacağı, faizin ise enflasyon beklentilerindeki gerileme ve risk primindeki düşüş nedeniyle fazla artmayacağı yönündeki görüşlerin seçim sonrasındaki 3 ay için geçerli olmadığını düşünmekteyiz.

NORMALLEŞMENİN ANLAMI

Operasyonel anlamda normalleşme; politika faizinin tespitindeki yöntem, negatif reel faiz, döviz piyasasına müdahaleler, kambiyo işlemlerine sınırlamalar, kredi-mevduat faizlerine getirilen örtülü üst sınırlar, bankaların örtülü tahvil alma zorunluluğu, ihracatçıların döviz gelirlerinin bir kısmı ile TL alma mecburiyeti, şirketlerin döviz pozisyonlarına göre krediye erişim olanaklarının belirlenmesi gibi işlemlerin hangi derecede, hangi aşamalarda ve ne kadarlık sürede ya da hangi sonuçların alınmasına bağlı olarak serbest piyasa şartlarına kavuşturulacağını ifade etmektedir. Tatbik edilmekte olunan bu işlemlerle sürdürülemez şekilde kredi faizleri düşürülmüş, ancak krediye erişim zorlaşmış; yapaylaşan tüm piyasa fiyatları rehber olma vasfını yitirilmiş, geleceğe çok büyük riskler taşınmıştır.

Bu operasyonel araçları daha makro ve sonuç odaklı ifade ettiğimizde ise, normalleşme kavramı; döviz kuru ve piyasa faizlerinin (tahvil, kredi ve mevduat faizleri) ve krediye erişimin piyasa koşullarında belirlenmesi ve politika faizinin enflasyonu düşürecek, ancak büyümeyi de bir ölçüde gözetecek şekilde esnek enflasyon hedeflemesi strateji kapsamında belirlenmesini ifade etmektedir.

Belirtilen türden normalleşmenin en basit adımı; politika faizinin beklenen orta vade enflasyon oranına doğru aşamalı olarak artırılması ve bu artışın döviz kuru, kredi faizi gibi piyasa fiyatlarına etkisinin gözlemlenerek ilave artış adımlarının tespit edilmesidir. Bu normalleşme sürecinin üzerinde mutabık kalınabilecek en basit kısmıdır.

Süreci uzatmak, zamana yaymak ve bunu sağlayabilecek güce sahip olunduğu yanılsamasına kapılmak mevcut iktidarın taşıdığı yanlış düşüncenin hafifletilmiş versiyonuna tekabül etmektedir.

Normalleşmenin kademeli veya hızlı gerçekleştirilmesinde belirleyici olan ve zorluk çıkaran noktalar ise; tahvil-kredi-mevduat faizlerinin belirlenmesinde ve döviz talebinin karşılanmasında konulmuş sınırlamaların hangi şekil ve sürede kaldırılacağı, ilaveten KKM uygulamasına nasıl ve ne zaman son verileceğidir.

Ekonomi yönetiminin, özde olmasa da görüntüde dışsal olan politika faizini belirleyebilmesine karşın, kısa vadede piyasa fiyatlarını yönlendirebilme ya da finansal piyasalardaki sınırlamaları kademeli olarak kaldırabilme gibi bir gücünün olmadığı yönündeki düşüncemizin ana destekleyici faktörü kısa ve orta-uzun vadeli piyasa hareketlerinin belirleyicilerindeki keskin farklılaşmadır.

KISA VE ORTA/UZUN VADE PİYASALARIN FARKLILAŞMASI

Faizlerin piyasa koşullarında oluştuğu ortamlarda orta ve uzun vadeli beklentiler büyük ölçüde kısa vadeli faizleri de etkilemekte, kısa vadeli faizlere bir miktar risk primi ilavesiyle orta-uzun vadeli faizler saptanmakta ya da uzun vadeli faiz oranları üzerinden uygulanan iskontolarla kısa vadeli faizler belirlenmektedir.

Vadeye göre faizleri gösteren getiri eğrileri enflasyon beklentileri ve risk primine bağlı olarak her zaman artan eğimli olamayabilse de vade ve faiz arasında bir ilişki bulunmakta ve bu ilişkiden sapmaya yol açan faktörler bilinmektedir.

Ancak Türk ekonomisindeki mevcut sıkışmışlık ve müdahaleler nedeniyle, faizlerin belirlenmesinde kısa ve uzun vadenin referans aldığı değer ve kriterler birbirinden kopuk hâle gelmiştir. Faizin oluşumundaki aksaklık kur düzeyinin sağlıklı oluşumunda da soruna yol açmaktadır. Hâlihazırda piyasa fiyatlarının hiçbiri dengede bulunmadığından dolayı, kısa vadede fiyat oluşumu denge noktasının değişmesini değil, bir dengesizliğin giderilmesini ifade etmektedir.

Piyasanın gelişmeleri okumasına bağlı olarak, piyasa koşullarında denge fiyatlarının oluşacağı birkaç aylık süre aynı zamanda yeni yönetimi izleme ve pozitif beklentileri davranışa dönüştürmeye zemin hazırlama süreci olacak; bu sürecin başarı ile geçirilmesi hâlinde kısa ve orta vade arasında bağ kurulmaya başlanacak, bu şekilde yeni yönetimin etki doğurma gücü açığa çıkacaktır.

Dolayısıyla orta vadede geçerli ekonomi politikası-piyasa davranışı arasındaki ilişki ve bağın kısa vadede çok zayıf olacağı belirtilebilir. Kısa vadede şekillenecek piyasa fiyatlarındaki denge arayışında piyasayı öne çıkaran bu durum, aktif bir rol verilmeyecek ekonomi yönetimini ise bu denge arayışını izlemeye davet etmektedir.

PİYASAYA SINIR ÇİZMEK VE GİRDAP

Peki finansal piyasa fiyatlarının belirlenmesinde piyasa ve ekonomi yönetimini bu şekilde ayırmak, kısa dönemde birine aktif, diğerine izleyici rolü vermek doğru mudur? Kısa vade için bu ayırım doğrudur. Piyasanın niteliğine ve gücüne geçmeden önce mevcut iktidarın sınır çizerek hizalamaya çalıştığı piyasa karşısında düştüğü duruma bakmak faydalı olacaktır.

Mevcut iktidar, iktisadi birimler olarak ifade edilen herkesi içeren, ayrıca ana aktörlere de sahip olan piyasa denilen yapıyı/kurguyu/oluşumu tam olarak kavrayamadığı gibi küçümsemiş, parasal aktarım mekanizmasının işlemesindeki aktörleri ve faktörleri göz ardı ederek süreci faize ve TCMB’nin araçlarına indirgemiş, serbest piyasa sisteminde TCMB’nin gücünün ekonomik gerçeklere uygun politikaları izleme düzeyi ile orantılı olduğunu görememiştir.

Piyasanın ana aktörü olmasına karşın işlevini ihmal ettiği ticari bankalara yönelik düzenlemeler üzerinden sonuç almaya odaklanmış, aldığı her tedbirin ürettiği olumsuz sonuçları ilave tedbirlerle örtmeye çalışmıştır. Durum öyle bir noktaya ulaşmıştır ki yönetimin attığı her adım bazen günler, bazen saatler içinde piyasa tarafından etkisiz hâle getirilmiştir.

Her tedbirin birer hata olduğu sürece imza atan yönetim faydadan çok daha büyük maliyetlere katlanarak, gelecekten aşırarak ve sopa göstererek geçici bazı sonuçlar da almış; nihayetinde ise elleriyle yarattığı girdabın içinde boğulmuş, en acısı tüm Türkiye kaybeden tarafta yer almıştır.

Büyük resme bakıldığında, piyasayı düzenlemeye yönelen iktidarın, piyasadan aldığı yanıtlara yetişmeye çalışarak yeni adımlar attığı, böylece piyasayı izlemeye başladığı, rol veren konumundan takip eden konumuna itildiği ve giderek güç-kredibilite kaybına uğradığı görülmüştür. Mevcut yönetimin içine düştüğü girdap, kademeli geçişi tercih etmesi hâlinde yeni yönetimin de kuvvetle muhtemel içine düşeceği tuzaktır.

Türkiye’nin içinden geçtiği bunalımda dengesini yitirmiş piyasa fiyatlarının dengeye ulaşmasında en doğru kararı piyasalar kendi içinde verecektir; süreci uzatmak, zamana yaymak ve bunu sağlayabilecek güce sahip olunduğu yanılsamasına kapılmak mevcut iktidarın taşıdığı yanlış düşüncenin hafifletilmiş versiyonuna tekabül etmektedir. Piyasaların zayıflıkları, zaafları ve orta-uzun vadede büyük yanılgıları ayrı bir yazının konusudur.

Bu noktada iki soru gündeme gelecektir. Mevcut iktidarın yanlış adımlarını tekrar etmeden, daha rasyonel ve piyasayı ikna edici bir yöntemle kademeli geçişi sağlamak suretiyle, piyasa fiyatlarındaki keskin düzeltmelerin toplumun geniş kesimleri ve iş dünyası üzerinde yaratacağı olumsuzlukların azaltılmaya çalışılması mantıklı ve makul değil midir? İkinci soru ise, kademeli geçiş için ekonomi yönetiminin gücü yok mudur?

İki soruya verilecek yanıt olumsuzdur. Bu süreçte bir süreliğine zarar görecek bazı kesimleri (sanayi sektörü ve dar-orta gelirli gruplar) korumak yeni yönetimin görevleri arasında olmalıdır; bütçeye ilave yük getirmeyecek, farklılık ve yenilik barındıran yöntemler mevcuttur ve bunlar muhakkak uygulamaya konulmalıdır. Ancak bunun çözümü kademeli geçiş değildir. Ayrıca, yeni yönetimin kademeli geçiş gibi bir süreci yürütme gücü de zaten bulunmamaktadır.

Kulağa hoş gelen ve katlanılacak maliyeti azaltacağı iddia edilen kademeli geçişin amaçlananın aksine sonuçlar doğuracağına ve daha gerçekçi-daha az maliyetli olduğu düşünülen hızlı geçişin kapsamına dair görüşlerimizi daha da somutlaştırarak bir sonraki yazıda sunmaya devam edeceğiz.