Neden bu sessizlik? İnandığımız tüm değerler alt üst edilirken ve tüm bunlar din istismarı ile yapılırken neden itiraz etmiyor, inandığımız dine sahip çıkmıyoruz?  Hangi sebep dine verilen bu zararların boyutlarını görmemize engel oluyor? Bir önceki yazımda yirmi yılı aşan bir süredir devam eden AKP iktidarının, bugüne kadar olan değişim sürecini kısaca anlatmaya çalışmıştım. İslami geleneğe sahip bir partinin içinden yeni bir kimlik oluşturduğunu iddia ederek sahneye çıkan ve 28 Şubat’ın neden olduğu mağduriyetlerden faydalanarak, günümüze kadar uzanan bir iktidar hikayesinin devamını ele alacağım bugünkü yazımda.

AKP iktidarı ile geçen bu süreyi tek bir kelime ile anlatmak istesem, o kelime, ‘‘değersizleşme’’ olurdu muhakkak. Hukuktan ekonomiye, eğitimden tarım politikalarına kadar her ne varsa, içi boşaltılarak, büyük bir değersizleşme yaşıyor ülkemiz. Ama öyle bir konu var ki sanırım daha önce hiç bu kadar içi boşaltılıp değersiz hâle getirilmemişti. Kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan ve özellikle iktidarının son on yılında İslamcı kimliğini ön plana çıkaran AKP’nin dine verdiği zararlardan bahsediyorum.

Tarihe dönüp baktığımızda en büyük istismarların genellikle din konusunda olduğunu görmekteyiz. Kitlelerin bir araya getirilmesi ve iktidarların devam ettirilmesi için araçsallaştırılan bir kavram olarak din, her dönemin en büyük kurtarıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Fakat öyle bir dönem yaşıyoruz ki, dinin tüm öğretilerinin tam aksi istikametinde hareket edip, dini ve İslam’ı temsil ettiklerini savunan ve bu sayede yaptıklarını meşrulaştıran bir iktidar var karşımızda. Tarihin her evresinde suistimale açık olan ve bu amaçla kullanılan din, hiçbir zaman bu kadar yoğun bir tezatlık içinde ve açıkça istismar edilmemiştir.

Dine ve İslam’a yaşatılan mağduriyetler üzerine kurulan ve  bir kurtarıcı olarak görülen AKP,  28 Şubat sürecindekinden daha büyük tahribatlara neden olmuştur. Katı laiklik yaptırımlarıyla dine yaşatılan mağduriyetler dinin değersizleşmesini sağlayamamış fakat bugün gelinen noktada dinin ve dindarlığın içi boşaltılmıştır.

BURAYA NASIL GELDİK?

Kabul etmek gerekir. 28 Şubat süreci AKP iktidarının en büyük destekçisi ve yardımcısı olmuştur. Parti kapatmaları, her türlü dini faaliyetin irtica tehlikesi olarak gösterilmesi, başörtü yasakları ve İmam Hatiplere getirilen kat sayı engellemeleri halkın büyük çoğunluğunun muhafazakar olduğu bir ülkede asla karşılık bulmamıştır ve neresinden bakarsanız bakın demokrasi adına büyük bir yanlıştır.

Bütün bu engellemelerin sonucu olarak halkın bir destekçi araması ve bulması ise kaçınılmaz olmuştur.  Bu aşamada devreye giren AKP, özellikle başörtüsü ve İmam Hatipler konusunda aktif söylemler ve politikalar yürüterek mağdur kitleyi konsolide etmeyi başarmıştır.  En temel insani hak olarak, din ve inanç özgürlüğü kapsamında bireylerin bu değerleri savunan ve koruyacağını iddia eden bir siyasi oluşum etrafında birleşmeleri kadar doğal bir sonuç yoktur.

Doğal ve doğru olmayan, bu durumun siyasi bir araç olarak kullanılmasıdır. İktidara geldiği ilk günden itibaren rövanşist bir tutum sergileyen AKP, özellikle başörtüsü konusunda geçmişte yaşanılan mağduriyetleri sıkça dile getirmiş ve bu konuda tek güvence olarak kendi iktidarlarını göstermiştir. Başörtüsü konusunu Anayasada yasal bir güvenceye dönüştürebilecek bir güce sahipken bunu yapmayarak konunun tehdide açık bir alanda olduğu algısının yerleşmesini sağlamıştır. Yirmi yıllık iktidarlarına ve hiçbir alanda başörtüsü sorunu olmamasına rağmen, bugün bile konunun ülkenin gündeminde yer alabilmesi bu sayede mümkün olmaktadır. Söylemlerinde konunun en büyük savunucusu olarak gözükmesi ise kendisini destekleyen kitlenin bu detayı sorgulamamasını sağlamıştır.

İmam hatiplerin yaygınlaştırılmasında ki amaç okulların dine hizmet etmesi değil, devletin dini kendi tekelinde kullanmak istemesidir. Bu sayede kendi siyasi argümanlarını tabanında pekiştirebilmekte ve kendine ait taraftar kitle meydana getirebilmektedir.

Aynı rövanşist tutumu imam hatipler konusunda da gösteren AKP iktidarı, imam hatip okullarının sayısını arttırarak ‘’dindar gençlik’’ yetiştirdiği imajını beslemiş, fakat durum hiç de öyle olmamıştır. Konda’nın 2021’de yaptığı araştırmanın sonucuna göre Türkiye’de kendisini dindar muhafazakâr olarak tanımlayan kişilerin oranı 2012’de yüzde 26.8 iken, 21.2’ye gerilediği belirtiliyor. Üstelik bunu görmek için bir araştırma sonucuna da gerek olduğunu düşünmüyorum. Kamusal alanda görünür olan din ve dindarlık şekilsel olarak yaşanıyor gibi dursa da İslam’ın temel ilkelerinden bir hayli uzaklarda yaşandığı aşikâr bir gerçek.

İmam hatiplerin yaygınlaştırılmasında ki amaç okulların dine hizmet etmesi değil, devletin dini kendi tekelinde kullanmak istemesidir. Bu sayede kendi siyasi argümanlarını tabanında pekiştirebilmekte ve kendine ait taraftar kitle meydana getirebilmektedir. Okulları tercih eden aileler ise değerlerinin korunduğu algısı ile manipüle edilmekte ve sonuç olarak dini eğitim alma arzusu ile gidilen okullar, bir siyasi partinin temsiliyetinden başka bir yere varamamaktadır.

Din ile siyasetin birbirine bu kadar geçmiş olmasının başlangıç noktası olarak kullanılan başörtüsü ve imam hatipler konusu bu nedenle önemlidir. Din, kişilerin bireysel hayatlarını ilgilendiren ve uhrevi boyutu olan bir konu iken, siyaset toplumların yönetilmesinde kullanılan araçsal bir kavramdır ve sadece dünya ile ilgilidir. Laiklik bu nedenle, kesin bir surette, her iki kavramın birbirinden ayrı tutulmasını ve devletin din ile ilişkisinin olmamasını talep etmektedir.

Çünkü aksi taktirde yaşanılacak olan, devletin bir din devletine dönüşürken, aynı zamanda dinin siyasi amaçlar için kullanılarak, istismar edilmesi gerçeği olacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geldiği son durum da yine aynı amaca hizmet etmektedir. Adeta bir partinin sözcülüğü görevini üstlenen Diyanet, camilerde parti propagandası yapmakta, yapılmasına izin vermekte fakat Kur’an kurslarında çocuk tacizlerine dahi ses çıkarmamaktadır.

İslam dini sadece şekilde ve görünüşte olan mıdır? Yoksa en başta, kalplerimizde gizli olanla ilgilenen ve asla riyayı kabul etmeyen bir din mi?  Her şeyin abartılarak, göstere göstere yapıldığı, şatafatın, lüksün ve israfın doruklarda yaşandığı bir ahlak üzerine mi kuruludur yoksa hiçbirinin uygun görülmediği, sadelik, mütevazilik ve paylaşım üzerine olan bir ahlak üzerine mi?

Evet ısrarla ahlak diyorum çünkü İslam dininin temel önerisi öncelikle ahlaktır. Benim İslam’dan anladığım en başta güzel ahlaktır.  Bugün baktığımızda gördüğümüz ve içimizi en çok acıtan, bu ahlakın yerini sadece şekilde var olan, asla ruhta yer almayan eylemlerin doldurduğu ve bu samimiyetsizliğin de büyük bir ahlaki çöküşe neden olduğudur.

Müslümanların en güvenilir insanlar olduğu ve olması gerektiği gerçeğinden, ‘’çalıyorlar ama çalışıyorlar’’ kabulüne geçerken, orada hangi dinin temsil edildiğinin sorgulanması gerekmez mi? Ayyuka çıkmış ve çoktan normalleşmiş yolsuzluklar, kadrolaşmalar, kamu olanaklarını kendi yararına kullanmalar, dindar bir iktidarın yapması gerekenler midir?
Dini bir zenginleşme aracı olarak kullanan ve bu sayede varlığını devam ettiren, kendisine muhalif olan herkesi kolaylıkla ‘‘vatan haini’’ ilan eden, medyayı, üniversiteleri baskı altında tutan, adaleti tümden ortadan kaldıran bu iktidar, benim inandığım İslam’ı mı temsil ediyor gerçekten?
Dini bir zenginleşme aracı olarak kullanan ve bu sayede varlığını devam ettiren, kendisine muhalif olan herkesi kolaylıkla ‘‘vatan haini’’ ilan eden, medyayı, üniversiteleri baskı altında tutan, adaleti tümden ortadan kaldıran bu iktidar, benim inandığım İslam’ı mı temsil ediyor gerçekten? Şüphe duyuyorum çünkü benim inandığım dinin kutsal kitabı şöyle buyuruyor: ‘‘Şu bir gerçek ki, ALLAH size emanetleri (devlet yönetimini) ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.’’ (Nisa/58) Emanetlerimiz ehil ellerde mi ve biz adaletle yönetiliyor muyuz? Bu soruya inanarak ‘evet’ diyenlerin karşısında sessizliğimi koruyacağım fakat bugün menfaatlerinin kölesi olmuş kişiler haricinde, bu soruya kimsenin inanarak evet diyeceğini düşünmüyorum.

Öyleyse neden bu sessizlik? İnandığımız tüm değerler alt üst edilirken ve tüm bunlar din istismarı ile yapılırken neden itiraz etmiyor, inandığımız dine sahip çıkmıyoruz?  Hangi sebep dine verilen bu zararların boyutlarını görmemize engel oluyor?

Tüm gerçeklerin görülebilmesi ve dine yaşatılan bu tahribatın bir an önce son bulması dileklerimle…

ü