Uluslararası toplumda da maalesef Türkiyenin imajı ciddi olarak zedelenmiş durumda. Bazı uluslararası indekslerde Türkiye artık demokrasi olarak bile sınıflandırılmıyor, seçimli otokrasi (electoral autocracy) ya da ılımlı otokrasi (moderate autocracy) olarak değerlendiriliyor.

Pazar günü gerçekleştirilen seçimlerin Türkiye açısından bir dönüm noktası olduğu uzun süredir konuşuluyordu. Özellikle muhalif kanatta bulunan bazı seçmenler bu seçimde Cumhuriyet’in geleceğinin oylandığını, bu seçimde başarı sağlanamazsa bir daha seçimlerin bile yapılmama ihtimali olduğunu düşünüyordu. Bu açıdan pazar günü gördüğümüz tablo iktidarın değişmesini umut eden daha da önemlisi bu değişimin gerçekleşeceğine inanmış olan seçmenler açısından yeni bir hayal kırıklığı oldu. Seçim ikinci tura kaldı ve iktidarın değişmesi olasılığı hâlen mevcut. İlk şokun ardından 28 Mayıs’ta gerçekleştirilecek olan ikinci tur için muhalefet aksiyon alma yolunda adımlar attı.

Bu süreçte anket şirketlerinin ciddi bir biçimde yanılması, sandıklarda yaşanan usulsüzlükler, hile ve oy çalma iddiaları seçim sonrası tartışmaların ana eksenlerinden bazıları. Sandık güvenliği için uzun süredir çalışan ve hazır olduğu söylenen muhalefetin seçim sonuçlarını değiştirme ihtimali olacak ölçüde bir hileyi engelleyememiş olma ihtimali varsa bu da ayrıca masaya yatırılmalı ve sonuçlandırılmalıdır. Bu yazıda asıl değinmek istediğim nokta bunlar değil. Biraz seçim öncesi sürece ve Türkiye’nin nasıl bir ortamda seçime gittiğine odaklanmak istiyorum.

Türkiye’de uzun süredir baskıcı bir ortamın olduğu hepimizin malumu. Demokrasinin ciddi bir yara aldığı; insan hakları karnemizin kötüleştiği, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verilebilirlik noktalarında çok ciddi bir gerilemenin olduğu aşikâr. Uluslararası toplumda da maalesef Türkiye’nin imajı ciddi olarak zedelenmiş durumda. Bazı uluslararası indekslerde Türkiye artık demokrasi olarak bile sınıflandırılmıyor, seçimli otokrasi (electoral autocracy) ya da ılımlı otokrasi (moderate autocracy) olarak değerlendiriliyor.[1] Uluslararası indeksler söz konusu olduğunda hemen başvurulan “Türkiye’ye önyargılılar ve kötü niyetle bizi eleştiriyorlar” şeklinde bir söylem yükselse de elimizdeki veriler bize gerçekten de demokrasinin ciddi bir erozyona uğradığını ve insan hakları ihlallerinin sistematik bir biçimde işlenmeye devam ettiğini ve sorumlulara yönelik hukuki süreçlerin işletilmediğini gösteriyor. Medya üzerindeki sansür, ifade özgürlüğü üzerindeki ciddi baskı ve tehdit ortamında ne kadar sağlıklı bir seçim yapılabilir bunu değerlendirmek gerekiyor. Bu açıdan Türkiye’nin son dönemde yaşadığı demokratik erozyon ve bunun seçime yansımalarını analiz etmek elzem. Amerika, İngiltere, Almanya başta olmak üzere dünyanın önde gelen üniversitelerinden alanlarında uzman akademisyenlerin (Türkiye’den çok kıymetli hocalar da dâhil) oluşturmuş olduğu “Democratic Erosion Event Dataset”[2] adlı demokratik erozyonu oluşturan durum ve olayları gösteren proje çok dikkat çekici. Projedeki demokratik erozyon göstergelerini ilk okuduğumda her bir göstergenin Türkiye’ye doğrudan ya da dolaylı bir biçimde uyması üzücüydü. Demokrasi anlamında gerilemenin olduğunu bilsem de bilimsel verilerle bu erozyonun ispatlanmış olması can sıkıcıydı. Parlamentonun güçsüzleştirilmesi, yargının meşruiyetinin zayıflaması, bürokrasinin manipüle edilip siyasallaştırılması gibi unsurlar daha soyut olsa da projede bunlara örnek olarak gösterilen durumlardan bazıları direkt Türkiye için yazılmış diyebiliriz. Örneğin Arjantin devlet başkanı Cristina Kirchner’in Merkez Bankası başkanını görevden alıp Ulusal İstatistik Enstitüsü’ne daha düşük enflasyon rakamları verdirmesi size de tanıdık geliyordur. Güney Kore’de iktidar yanlısı bir kişinin ülkenin en büyük TV kanallarından birinin başına getirilmesi ve iktidar yanlısı bir yayın politikası izlenmesi ya da Bolivya’da seçim döneminde Başkan Morales ve muhaliflerin tartıştığı saatlerde devlet kanalının bu tartışma yerine futbol maçı yayınlaması bize Türkiye’yi hatırlatacaktır. Bu ve benzeri pek çok göstergenin Türkiye’de var olması ülkemizde demokrasinin nasıl erozyona uğradığını göstermektedir.
Hukukun üstünlüğü endeksinde 140 ülke arasında 116. sıradayız. Bu istatistikler geçen haftaki yazıda bahsettiğim ulusal anket ve araştırmalarla da destekleniyor. Çoğulculuk, hoşgörü, geniş fikirlilik, azınlık hakları gibi konularda da tablonun çok farklı olmadığını biliyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları ile oluşturulan demokratik toplum göstergeleri de bize Türkiye’deki demokrasiyi değerlendirmek açısından faydalı olacaktır. Mahkeme’ye göre bir toplumun demokratik olabilmesi için insan onuru, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, hoşgörü, geniş fikirlilik, ölçülülük, kamusal menfaatlerde bireyler ile menfaatler arasında adil bir dengenin korunması, azınlık haklarının korunması, muhalefetin iktidar olma şansının bulunması, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünün bulunması gerekir.

Bizim Anayasa Mahkememiz de demokratik toplumun gerekleri arasında benzer unsurlar saymıştır. Peki, söz konusu göstergelere bakıldığında Türkiye’de demokratik bir yönetim ve toplum yapısının olduğunu söyleyebilir miyiz? İnsan hakları karnemize bakıldığında Avrupa Konseyi üyesi 46 ülke arasında AİHM’de aleyhine en çok dava açılan ve en çok mahkûm edilen ülke konumundayız. AİHM önünde bekleyen dosyaların %30,3’ünü Türkiye aleyhine açılmış davalar oluşturuyor.[3] Bir ülkenin demokratik olup olmadığının en önemli göstergelerinden biri olan insan hakları karnemiz maalesef içler acısı durumda. Hukukun üstünlüğü endeksinde 140 ülke arasında 116. sıradayız.[4] Bu istatistikler geçen haftaki yazıda bahsettiğim ulusal anket ve araştırmalarla da destekleniyor. Çoğulculuk, hoşgörü, geniş fikirlilik, azınlık hakları gibi konularda da tablonun çok farklı olmadığını biliyoruz. Son dönemde daha da artan milliyetçi-muhafazakâr söylem kendisine benzemeyeni dışlayıcı ve ötekileştirici bir rol oynuyor.

Toplumun belli kesimlerinin çeşitli yaftalamalarla marjinalleştirilmesi çoğulcu ve demokratik toplum yapısının oluşmasına ciddi bir engel teşkil ediyor. İfade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü insan hak ve özgürlükleri arasında olmasına rağmen AİHM tarafından demokratik toplum gerekleri olarak ayrıca vurgulanmaktadır. Çünkü demokrasinin işleyebilmesi için bu iki özgürlük olmazsa olmaz nitelikte bir öneme sahiptir.

Demokrasimizin ne durumda olduğunu anladıktan sonra şu soruyu sormak gerekiyor: Demokratik olmayan bir ortamda demokratik bir seçimin yapılması ne kadar mümkün?”.

Türkiye’de son 10 yılda git gide artan baskıcı yaklaşım ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi bir biçimde sınırlamakta. Muhalif seslerin susturulması ve iktidara yönelik eleştirilerin çeşitli yaptırımlarla (davalar, uzun tutukluluk süreleri, para cezaları vb.) bastırılması demokrasimiz açısından oldukça olumsuz bir tablo ortaya koyuyor. İfade özgürlüğü ile ilişkili olarak basın özgürlüğünün de ciddi bir biçimde sınırlanmış olması demokratik ilkelerle bağdaşmıyor maalesef. İktidara yönelik eleştirel bir tavra sahip basın ve yayın organlarına kesilen yüksek para cezaları, yayın durdurma gibi yaptırımlar hâlihazırda can çekişmekte olan özgür basına şiddetli bir darbe vurmuş oluyor.

Demokrasimizin ne durumda olduğunu anladıktan sonra şu soruyu sormak gerekiyor: “Demokratik olmayan bir ortamda demokratik bir seçimin yapılması ne kadar mümkün?”. Seçim öncesinde iktidar partisinin devletin tüm olanaklarını (hatta deprem için gönderilen yardımları) kullanması, devlet kanallarının muhalefet liderlerine tamamen kapatılması, muhalefet adaylarına yönelik saldırıların körüklenmesi ve bu eylemlere kolluk kuvvetlerinin seyirci bırakılması bize ne kadar adil (!) bir seçim ortamı olduğu konusunda fikir veriyor.

Hukukta silahların eşitliği çok önemli bir prensiptir. Adil bir yargıya varılabilmesi için tarafların eşit bir düzlemde iddialarını ve savunmalarını yapmaları gerekir. Bunu seçimler için uygulayacak olursak, bir tarafta devletin maddi ve kurumsal tüm imkânlarını kullanan bir iktidar partisi varken, karşıda bu imkânlara erişimi olmadığı gibi önü sürekli kesilen, seçim çalışmaları baltalanan bir muhalefet vardı. İnsanlar tek bir eleştirel tweet attığı için yıllarca yargılanırken, iktidar dezenformasyon ve çarpıtmaya dayalı bir seçim propagandası yürüttü. Sizce burada adil bir seçimden ve silahların eşitliğinden bahsedebilir miyiz?

---

ü

[1] https://www.democracymatrix.com/ranking https://stockholmcf.org/turkey-among-top-3-countries-with-steepest-decline-in-liberal-democracy-index-report/ https://www.eiu.com/n/campaigns/democracy-index-2022/ [2] https://www.democratic-erosion.com/event-dataset/ [3] https://www.echr.coe.int/Documents/Stats_pending_month_2023_BIL.PDF [4] https://worldjusticeproject.org/rule-of-law-index/global