Anti Erdoğanizmden anti Kılıçdaroğluculuğa  geçişin adı değişim olamaz herhalde. Hızla bu siyasi meczuplaşma halinden çıkılmalıdır. Her tercih bir vazgeçiştir.

Bir sistem kendini değiştirme araçlarından yoksunsa, kendini koruma araçlarından da yoksundur. Bir tarafımız hastayken diğer tarafımız iyi olabilir mi?

Değişimden ne anladığımız konusunda bir mutabakata varmak önemlidir.

Yurttaşa sorarak değişimi gerçekleştirmek anlamlı, ama avant garde düşüncelerin politik tezler ortaya atarak ileri süreceği iddialarla sürecin ilerlemesi önem taşır.

ÖDP’yi kurarken biz “katıl, değiştirelim” demiştik, ahali geçmişte kalan fraksiyonların çocuksu iç kavgasını görünce, bize dönüp “Değiştir, katılalım” demişti. Değişime direnci görünce de, bizi bizimle baş başa bırakmıştı.

Hasar almış tekneyi limana yanaştırmaya çalışan Kemal bey ve arkadaşları, gemiyi kimin limandan çıkaracağı konusunda bir açmaza girdiler, ortaya bir başkan adayı tartışması çıktı.

Ekrem İmamoğlu her ne kadar kendini aday olarak öne sürmüyor görünüyorsa da, zaten CB seçimlerine gidilen süreçte bazı kesimlerin nezdinde aday olarak gösteriliyordu. Seçim yenilgisi ile şimdi CHP için onun ismi öne atılırken, başka isimler de ortaya çıktı, ama tüm bu kişiler gerçekten bu değişimi simgeleyebiliyorlar mı, soru burada.

Bütün malum dinazorların Kılıçdaroğlu’na karşı yan yana gelerek “değişim” diye bağırması da ironik. Değişimi kendinden başlatamayanların taleplerinin de haliyle içi boş oluyor. CHP’deki en önemli ve kritik değişimleri son 10 yıldır Kılıçdaroğlu gerçekleştirmişken, 80 yıldır aynı zihniyet ve yapıyla seçimlerde başarısız olmuş CHP dinazorlarının aslında değişim dediği de 10 yıl öncesine dönme talebinden başka bir şey değil.

Ne yapacağız bu durumda? Kılıçdaroğlu’nun çevresindeki ekibin bir iki istisna dışında yetersiz olduğu konusunda neredeyse geniş bir mutabakat var. Ama karşı ekip de bir o kadar kifayetsiz. Godot’yu bekleyemeyeceğimize göre, bu sürecin verimli bir politik tartışmaya evriltilmesi bizi bu kısır zeminden çıkarabilir.

Yaklaşan yerel seçimlerde herkes el yükseltiyor, ama somut işbirlikleri hem seçim hem de meclis ekseninde anayasa değişikliği gündemiyle gelecek gibi gözüküyor.

Seçim başarısızlığının dökümü yapılmalı ki önümüzdeki sürecin yol haritası da netleşsin. Değişim politik tezler üzerinden olur. Seçim sürecinde hep birlkte savunduğunuz politikaların hangisi yanlıştı, doğrusu nedir? üzerine tek bir anlamlı cümle kurmazsanız orta sahada top çevirirsiniz.

  1. Demokratik bir parlamentarizm ve cumhuriyet hedefinin ya iyi anlatılamadığı ya da seçmenin önceliği olmadığı anlaşılıyor. Parti- devlet bütünleşmesine rejiminin Türkiye’ye verdiği zararlar çok net bir şekilde sözünü sakınmadan anlatılmalıydı. 2023 seçimlerine giden süreçte, muhalefetin elinde sonsuz somut veriler varken, iktidarın gerçek olmayan iftiralarla nasıl kazanabildiği üzerine çok ciddi kafa yorulmalı.
  2. 2. Millet ittifakı bileşenleri arasındaki ilişkinin güvenden çok birbirine katlanma ilişkisi olduğu seçmen nezdinde de farkediliyor. Önümüzdeki seçimlerde yine gerekebilecek ittifaklar için bu konu dikkatli düşünülmeli. İttifakların esas amacı ve nedenlerinin çok iyi tanımlanması üzerine iyi hazırlanılmalı. Zorunlu ittifaklar gönüllü buluşmalara dönüşmediğinde aşı ya da maya tutmuyor.
  3. Büyük bir kampanyayla girilen seçimlerin son noktasında, 17 bin sandıktan ıslak imza gelmemesi, yani bu sandıkların kimseye zimmetli olmaması, komutanın savaşı niye kaybettik sorusuna “barutumuz yoktu” denmesi üzerine, komutanın “gerisini saymana gerek yok” demesi gibi bir durum! Maalesef Türkiye’de artık seçimlerde sandığın başında yoksan, seçime girme, daha iyi.
  4. İktidarın seçim öncesi verdiği vaatlerin, içi boş el yükseltmelerin, seçim sonrasında zamlarla, vergilerle nasıl bumerang gibi halkın kafasına geri vurduğu iyi hatırlatılmalı ve yerellerde yapılacak projeler, atılacak adımların toplumun öncelik ve aciliyetleri olmasına özen gösterilmeli, çok iyi anlatılmalı.

Seçim sonrasındaki bütün bu süreçte iktidar vites büyütürken, muhalefetin birbirine düşmesi tam bir moral yenilgi sağladı. Halbuki başa baş geçen seçimde 3 milyon bir fark belirleyici oldu. İçi boş değişim retoriğinin bu farkı azaltıcı bir yanı olmadı.

Parti devleti modeline karşı olan herkesi yan yana çağırmanın dışında bir B planı olmadığı anlaşılıyor. Neye karşı olduğunuzun habire tekrarı yeterli olmadığı gibi gelecek tasarımı konusunda Millet İttifakı’nı bir yana bıraktık, CHP’nin üyeleri arasında da mutabakat olmadığı anlaşılıyor. Müteahhit lobilerinden solculuk bile çıkarılıyor, ama şimdiye kadar yapılmayanı yapma konusunda ortada dişe dokunur bir yaklaşım yok. Kendini aşmak, varolan müktesebata dayanarak yapılır, olanı dağıtarak değil. Varolan değerleri tüketerek değil yeni değerler üreterek somut adımlar atılabilir. Çorak toprağa tohum atılmaz. Yurttaş değişimin nesnesi değil öznesi olmalıdır.

Deprem olduğunda kuyulardan sular çekilir. Siyasi depremlerde de kuyunun kalmayan suyunun başında, bir tas su kavgası yapanlar, AKP iktidarının farklı yönelimlerinin bile ayrımında değil.

Anti Erdoğanizmden anti Kılıçdaroğluculuğa  geçişin adı değişim olamaz herhalde. Hızla bu siyasi meczuplaşma halinden çıkılmalıdır. Her tercih bir vazgeçiştir.

Milliyetçilik dediğimiz politik narsizm yarışıyla da  bir yere varılamadığını gördük.

Bu fotoğraf dahilinde kalarak seçmendeki kayıtsızlık, bıkkınlık ve umutsuzluğu aşmak kolay gözükmüyor. Partilerin mikro rasyonalitesiyle toplumun makro rasyonalitesi birbiriyle çelişebilmektedir.

Bugün mütedeyyinlerle yan yana gelmek yanlışmış sonucuna varanlar, yine yanılıyorlar, Deva ve diğer partilerin böyle kodlanması doğru değil. Mütedeyyin bir tabanı olan HDP’yi de bu yüzden doğru okuyamıyorlar. Aday göstermeyerek HDP’nin yaptığı jesti ve özveriyi bile sağlıklı algılayamıyor bu zevat.

Terakkiperver fırkaya mürteci diyen tuhaf yaklaşıma hak verip, Terakkiperver fırkanın savunduğu kuvvetler ayrımı ilkesinin esas ayrışma konusu olduğunu anlamanız için bir yüzyıl yetmedi mi?

Kanal İstanbul projesini benimseyenler mürteci, karşı çıkanlar değil ekseninde mi tek tek vakaları ele alacaksınız? O zaman niye 50+1’e ulaşamıyoruz diye hayıflanmaya da gerek yok.

Tarihsel buluşmaya direnişten bir yenilenme çıkamaz. Dini bütün bir toplum olduğumuz gerçeğine bakarak, kültürel muhafazakarlıkla siyasi muhafazakarlığı karıştırmamalı. Toplumumuzun her türlü yenilenmeye antenlerinin açık olduğundan şüphem yok ama yeter ki insanların yüreğine uygun bir dille dokunabilelim. Maalesef hiçbir deve sırtındaki hörgücü görememektedir.

Hegemonik parti merkezi en geniş kapsamda örgütleyebilen partidir. Bu hedefi yanlış bulanları safkan/arı siyasetleriyle baş başa bırakmak gerekir.

Yeni Zelenskilere, Makronlara ihtiyacımız yok, ama değişim konusunda, “Ya hep ya hiç” yaklaşımları yerine tedrici adımlar atılabilir.

Siyasi öznelerin birliğinden toplumsal öznelerin birlikte mücadelesine geçişi sağlamak kıymetlidir. Yeter ki kış uykusundan, bahar sarhoşluğundan, yaz mıymıntılığından hep birlikte çıkalım.

Bayramda trafikte, gözün açık olduğu halde uykuya dalma hali denilen “yol hipnozu”na karşı uzmanlar sürücüler uyardı durdu. Siyasi hipnozun da yarattığı kanıksama, olan biteni veri alma halinin verdiği dalgınlık her türden siyasi kazanın ve felaketin önünü açabiliyor, aman dikkat..

ü

ü