Tam da 1. Dünya Savaşı'nın başladığı dönemde, yani 14 Kasım 1914'te, Fuat Uzkınay isimli Türk asıllı bir sinemacı ve o dönemde yedek subay olarak görev yapıyordu. O, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusların Yeşilköy'e diktikleri anıtı kamerasıyla kaydederek, Türk sinemasının ilk belgesini oluşturmuş oldu.

Türk sinemasının serüveni, 19. yüzyılın sonlarında sinemanın doğuşuyla birlikte başladı. 1896 yılında, Fransız Lumiere kardeşlerin Paris'te gerçekleştirdiği ilk sinema gösterimiyle Türkiye'de sinemanın kapıları aralandı. Ancak gerçek anlamda bir Türk filmi olarak kabul edilen yapım 1905 yılında çekildi. Ancak, bu filmi kimin yaptığı hala gizemini koruyor. İlk belgelenen Türk filmi ise 1909 yılında çekildi. Bu önemli anıyı Servet-i Fünûn Dergisi'nde yayımlanan bir fotoğraf temsil ediyor ve bu kareyi çeken kişi Sigmund Weinberg'di.

Dünya Savaşı'nın Gölgesinde Başlangıç:

Türk sinemasının resmi başlangıcı ise 1914 yılına dayanır. Tam da 1. Dünya Savaşı'nın başladığı dönemde, yani 14 Kasım 1914'te, Fuat Uzkınay isimli Türk asıllı bir sinemacı ve o dönemde yedek subay olarak görev yapıyordu. O, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusların Yeşilköy'e diktikleri anıtı kamerasıyla kaydederek, Türk sinemasının ilk belgesini oluşturmuş oldu.

Muhsin Ertuğrul Dönemi (1923-1939):

Türk sinemasının ilk yılları oldukça kısıtlı imkanlarla geçti. Teknik zorluklar ve tarihsel çalkantılar, sinemanın gelişimini sınırladı. Ancak 1923-1939 yılları arasında, bu dönemin öncü ismi Muhsin Ertuğrul'un önderliğinde önemli adımlar atıldı. Bu dönem, kendi sosyo-ekonomik şartları içinde yoksunluklar ve yasaklarla geçse de, önemli fikirlerin, eserlerin ortaya çıktığı bir dönemdi. Bu, hem yeni kurulan Cumhuriyet rejimine hem de tarihe karışmış Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel öğelerinin bir araya geldiği bir dönemdi.

Yerli Sinemanın Yükselişi (1940’lar-1960’lar):

1940’lı yıllarda Türk sineması, Osmanlı dönemi tiyatrosundan farklılaşarak kendi benzersiz duruşunu kazandı. Bu dönemin sinemacıları, teknik ve içerikteki farklılıklarıyla dikkat çekti. 1940’lar, kendisinden sonraki dönemlerle karşılaştırıldığında naif kalan sanatsal duruşuyla öncü bir dönemdi. Bu dönemin sinemacıları, ulusa özgü bir sinema yaratma çabasında olan kuşağın yaklaşımlarını da şekillendirdi.

Toplumsal Bilincin Yansıması (1960’lar-1970’ler):

Türk sinemasının 1960–1970 arası dönemi darbe ile başladı. 1960’lı yıllar, var olan özgürlük ortamının etkisiyle aynı zamanda düşünsel tartışmaların en yoğun yaşandığı yıllardı. Bu dönemde "Toplumsal Gerçekçilik", "Halk Sineması", "Devrimci Sinema", "Ulusal Sinema", "Milli Sinema" gibi kavramlar ortaya çıktı. Ayrıca, sinema dergileri, kulüpler ve festivaller yoğun bir üretim dönemine girdi.

Son Söz: Türk Sinemasının İzdüşümü

Sinema, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda bir hafıza ve kültürel mirastır. Ülkeler, tarihlerini ve kültürlerini sinema aracılığıyla gelecek nesillere aktarır. Kaptanoğlu toplumsal travmalarla iyileşme ve yüzleşme çabalarında ‘’yas tutmanın kişisel ve toplumsal olarak yitirilen şeyin zihinsel temsilini anımsamak’’ olduğunu söyler. Filmler yasın asıl işlevini yerine getirmek konusunda zamansızdırlar. Bu bağlamda, bu filmler, toplumsal iyileşmenin kapısını aralayarak ve toplumun ortak hafızasını paylaşarak, kolektif bir iyileşme sürecini tetiklerler.

Öte yandan sansür, zaman zaman sinemanın önünde engel olmuştur. Türk sineması, bu coğrafyaya ilk adımını attığı günden itibaren pek çok zorluğun üstesinden gelmiş ve defalarca sansürle karşılaşmıştır. Sanat, her engeli fırsata dönüştürerek ayakta kalmış; sinema ise bu meydan okumaların izini özgürlük ve adaletin yeşerdiği yarınlara taşımıştır.