Bir ülke bundan daha net bir şekilde ikiye bölünemezdi: Faşist doğu - demokrat batı... Ülkenin doğusu, batıya faşizmi dayatıyor.  Bu bağlamda, doğuda kurulan "Der III Weg" benzeri lokal neonazi/faşist partiler, batıya doğru yayılmaya çalışıyor. Neonazi partisi Almanya için Alternatif (AfD), Thüringen eyaletindeki Sonneberg kentinde yerel seçimi kazandı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hitler'in takipçilerinin yereldeki en önemli başarılarından biri bu seçim zaferi. Tarihsel açıdan müthiş bir kırılmaya işaret ediyor Sonneberg seçimi. Parti, genel seçime yönelik anketlerde de şu anda yüzde 22'lik oy oranı ile muhafazakârların ardından ülkenin ikinci büyük siyasi yapısı durumunda. Thüringen eyaletinde Anayasayı Koruma Teşkilatı (İç istihbarat) Başkanı olarak görev yapan Yahudi asıllı Stephan Kramer, bir süre önce açıklama yaparak, gelecek seçimlere ilişkin olarak, "AfD'nin hükümet ortağı olması durumunda, aynı gün ailesiyle birlikte Almanya'yı terk edeceğini" duyurdu. Bu açıklama Almanya kamuoyunda bomba etkisi yarattı. Faşizm, Avrupa'yı kasıp kavuruyor. İtalya, Polonya, Macaristan, Fransa... Bunların üzerine Almanya'da neonazilerin iktidara yaklaşması, AB için de sıkıntılı zamanlara işaret ediyor. Zira Alman neonazilerin ilk saldıracağı alan AB hukuku ve "eurozone" olacaktır. Anket sonuçları, Almanların gönüllü bir şekilde, yeniden Nazizm'in önünü açmaya karar verdiklerini gösteriyor. Geleneksel siyaset ve demokrasi cephesi, bu politikasızlıkla AfD'yi en fazla bir dönem daha engelleyebilir. Soru şu olmalı, "demokrasilerin kendilerini yok etmeye güdümlü siyasi yapıları sınırsız bir şekilde tolere etme yükümlülükleri var mıdır" Bana göre, elbette yoktur ama Almanya'da sistemin de faşizmi arzuladığı, çağırdığı anlaşılıyor. Aksi hâlde, kurulduğundan bu yana Alman anayasasını hiç takmayan, delik deşik eden, demokrasiyi aşağılayan, açık bir şekilde ırkçılığın merkezi haline gelen AfD'nin "demokratik" seçimlere katılması mümkün olmazdı. Bunların yanı sıra neonazilerin artık ülkeyi yönetebilecek entelektüel kapasiteye ulaştığına da inanılıyor görüldüğü kadarıyla. Bu kapasiteyi de AfD temsil ediyor. Karanlık ve kötülük dalga dalga yayılıyor. Politik düzlemde ortaya çıkan gelişmeler, faşizmin Almanya'da bir yönetim şekli olarak siyasi ajandalarda yeniden yerini aldığını gösteriyor. Bu bağlamda, Leipzig Üniversitesi tarafından yapılan ve sonuçları kamuoyuna yakın zamanda açıklanan bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Leipzig Üniversitesi'ne bağlı Else-Frenkel Brunswik Enstitüsü'nün (EFBI) 3 bin 546 kişiyle görüşerek gerçekleştirdiği araştırma, Almanya'nın doğusundaki eyaletlerde yaşayanların önemli bir bölümünün "yönetim şekli olarak" demokrasiden hiç memnun olmadığını ortaya koydu. Araştırma sonucunda, doğu eyaletlerinde yaşayanlar arasında aşırı sağcı söylemlerin kabulünün hayli yaygın olduğu tespit edildi. Araştırma, Almanya'nın doğusundaki Mecklenburg-Vorpommern, Brandenburg, Saksonya-Anhalt, Saksonya ve Thüringen eyaleti ile Berlin'in doğu kesimlerinde yürütüldü. Araştırma için görüşüne başvurulan her iki kişiden biri Almanya'nın "halk topluluğunu temsil eden güçlü bir partiye" ihtiyacı olduğu fikrini savundu. "Halk topluluğu" kavramı, genel itibarıyla 18. yüzyılda kullanılmaya başlansa da Almanya'da Hitler rejiminin bu kavramı, aralarında kan bağı bulunan insanları kastederek kullanması yüzünden aşırı sağcı ideolojiyle özdeşleştiriliyor. Araştırmayı yürüten uzmanlar arasında yer alan Elmar Brähler, bu sonucu değerlendirirken, "farklı çıkar gruplarının var olabildiği bir toplum yerine 'ırk temelli toplum' yapısına yönelik özleminin baskın olduğunu tespit ettiklerini" söyledi. Araştırmanın bir diğer yöneticisi olan Oliver Decker de doğu eyaletlerindeki çok sayıda insanın, "demokratik katılım ve temel hak ve özgürlüklerin garantisi" yerine, "otoriter devletin verdiği sözde güvenceye özlem duyduğu" saptamasında bulunduklarını ifade etti. Özetle, doğu Almanlar, demokrasi yerine faşizmi, çok kültürlülük yerine ırk temelli "aryan" bir Alman devleti hayal ediyorlar. Peki bu devleti kiminle kuracaklar? Bu projeye, iki Almanya'nın birleşmesi nedeniyle yaşadıkları sorunların hepsinin yegâne nedeni olarak gördükleri "batı Almanlar"ı da ikna etmek zorundalar ancak batıdakiler "şimdilik" böyle bir yapılanmaya pek sıcak bakmıyorlar. Kaldı ki bu araştırma yine doğu eyaletlerinde yaşayan birçok vatandaşın kendini "doğu Alman" olarak gördüğünü de ortaya koydu. Buradan, Berlin duvarı yıkılmış olmasına rağmen iki Almanya arasındaki zihinsel ve psikolojik duvarın her zamankinden daha yüksek ve daha güçlü olduğunu anlıyoruz.
Doğu eyaletlerinde faşizmin bulunduğu noktadan geriletilmesi pek mümkün görünmüyor. Sohbet ettiğimiz bazı vatandaşlar, "birleşmeden bu yana kendisini 'ikinci sınıf' vatandaş olarak hisseden doğuluların, ülkeyi yıkıma sürükleyecek faşistlere destek vererek intikam almaya çalıştıklarını' söylüyor.
Araştırma sonuçları, Almanya'nın doğusunun bir neonazizm ve faşizm bataklığına dönüştüğünü gösteriyor. Batı'da demokrasi açısından işler o kadar kötü gitmiyor. Vatandaşların büyük bir bölümü demokrasi yanlısı olduklarını ifade ediyor. Bir ülke bundan daha net bir şekilde ikiye bölünemezdi: Faşist doğu - demokrat batı... Ülkenin doğusu, batıya faşizmi dayatıyor.  Bu bağlamda, doğuda kurulan "Der III Weg" benzeri lokal neonazi/faşist partiler, batıya doğru yayılmaya çalışıyor. Bu partiler, batı illerinde temsilcilikler açarak taraftar toplamaya çalışıyor. Bu tabloda, neonazi partisi AfD'nin önümüzdeki seçimden anketlerdeki sonuçlar doğrultusunda güçlü bir şekilde çıkması durumunda doğuda faşizmin daha da güçlendiğini, batıda ise faşist faaliyetlerin hızla arttığını göreceğiz. Doğu eyaletlerinde yaşayan insanların kafalarında yeni bir Nazi imparatorluğu fikrinin temellerinin atıldığı anlaşılıyor. Daha tehlikeli olan ise yukarıda sonuçlarından bahsettiğimiz söz konusu araştırma, doğu eyaletlerinde yaşayanların önemli bir bölümünün faşist komplo teorilerine sarsılmaz bir inançla bağlandıklarını gösteriyor. Doğu eyaletlerinde faşizmin bulunduğu noktadan geriletilmesi pek mümkün görünmüyor. Sohbet ettiğimiz bazı vatandaşlar, "birleşmeden bu yana kendisini 'ikinci sınıf' vatandaş olarak hisseden doğuluların, ülkeyi yıkıma sürükleyecek faşistlere destek vererek intikam almaya çalıştıklarını' söylüyor. Olabilir. Bunda başarılı da olabilirler. Çünkü, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan yıkımı ve yok oluşu yaşayan nesilden geriye pek kimse kalmadı. Bu arada, birleşmenin ardından sosyalist doğu Almanya'nın insani ya da medeni tüm birikimlerinin üzerinden adeta dozerle geçen kapitalist batı Almanya'nın, doğudaki insanların kendilerini "ikinci sınıf vatandaş" hissetmelerine ve bu duyguyu bugün hâlâ iliklerine kadar yaşıyor olmalarının yegâne sebebi olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Yeni nesil Almanlar, paranın ve refahın kendilerine gökten zembille indiğine inanıyor. Neonaziler, genç nesilde yaşanan bu bilinç dağılmasını iyi kullanıyorlar. O nedenle faşist teorilerin batıda da güçlü bir şekilde kabul görmesine fazla zaman kalmadığını düşünüyorum. Burkasından, peçesinden, sakalından, sarığından, cübbesinden ödün vermeyen, görüntüleriyle ürküntü ve kaygı yaratan fundamentalist İslamcıların varlığını da bu tabloya eklersek, batıda da rüzgârın yönünün her an değişebileceğini söyleyebiliriz. PROF. DR. GÖÇMEN'İN DEĞERLENDİRMELERİ Doğu-batı Almanya meselesini, ülkede uzun yıllar yaşayan, akademik eğitim alan ve Almanya politikasına ilişkin tespitlerini çok kıymetli bulduğum 9 Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen ile konuştuk. Göçmen, doğu Almanya eyaletlerindeki araştırmaların sonuçlarını değerlendirirken, "İnsanlar aslında kapitalizmden memnun değiller. Otoriter devlet talebinin altında yatan neden bu" dedi. Neofaşist partilerin kendilerini sanki sisteme alternatifmiş gibi gösterdiklerine dikkati çeken Göçmen, şöyle devam etti:
Göçmen, doğu Almanya eyaletlerindeki araştırmaların sonuçlarını değerlendirirken, "İnsanlar aslında kapitalizmden memnun değiller. Otoriter devlet talebinin altında yatan neden bu" dedi.
"Günlük bilinç çelişkilerle dolu tabii ki. Örneğin, doğu eyaletlerinde yaşayanların bir kısmının komünist döneme özlem duyduğunu belirtmesi ancak neonazi partiyi desteklemesi gibi. Spontane günlük bilinçte eğitilmiş bilinçte olduğu gibi her zaman tutarlılık olmuyor. Irksal bütünlük, bugün dünya çapında yaşanan büyük değişimler karşısında kendiliğinden tutunacak bir ifade gibi geliyor insanlara doğal olarak. Zaten aşırı sağ partiler bu kendiliğinden bilincin üzerine inşa ediyor politikalarını. Kendiliğinden bilinç, bütünü göremez ve kurgulayamaz. Bu, ancak eğitilmiş bilinç ile elde edilebilir. Aslına bakarsanız, batının doğuyu sağcılaştırma projesinin ürünüdür güncel durum. Bu da politik olarak örgütlü olunduğu oranda kalıcı olur. Emekçiden yana partilerde felsefe eğitimine büyük önem verilmesinin nedeni budur. Halkı kucaklayacak yeni bir sol anlayışa ihtiyaç var. Bunun için ilk etapta reformist sol politikaların çıkışsız olduğunun görülmesi gerekiyor. Çok zor ve karmaşık bir süreç. Artık Alman devleti eskisi gibi değil. Burada 'demokratik devlet' ifadesi bir illüzyondur sadece." "Geçenlerde Rusya'daki Wagner olayına ilişkin bir haber dinliyordum. Bir Rus genciyle kısa bir röportaj vardı" diyen Göçmen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Prigojin'i neden desteklediğini açıklarken şöyle bir şey söyledi: 'Ülkemizin çok ağır problemleri var ve kimse çözmeye çalışmıyor. Prigojin bir şeyler yapmaya çalışıyor.' Burada görüldüğü üzere içerikten bağımsız olarak birilerinin etkili olarak bir şeyler yapmaya çalışması tercihi belirlemek için yeterli oluyor. Problemler o derece can yakıcı artık. Bu neye işaret ediyor? Özne boşluğuna, özne yokluğuna... Bu alanı kim etkili bir şekilde doldurursa insanlar içeriğine bakmadan 'bir çare olur' diye sarılıyor. Doğu Almanya'da biraz böyle bir durum var. Birikmiş ve çözülemeyen problemler var. Sağcı partiler, sanki çözüyormuş gibi yapay çözüm önerileri sunuyorlar ve bunu güçlü ve yüksek bir retorikle topluma servis ediyorlar. Her türlü manipülasyon mübah. O zaman şöyle demek gerekiyor, problemlerin yakıcı bir şekilde birikmiş olması, dünya ölçeğinde her tarafta yaşanan bir kriz ve sol özne boşluğunu dolduracak bakış ve güçten yoksun. Sol açısından önemli nokta, üretim ilişkilerini, toplumsal meseleleri kitlelere açık ama disiplinli bir şekilde anlatacak politikalar üretilmesi." YENİ UTANÇLAR... Prof. Dr. Doğan Göçmen'in sol/sosyalist politika üretim sürecine ilişkin tespitleri çok değerli. Kendi içinde tartışmaları bitirememiş, politik gidişatın nerede sonlanacağına ilişkin hiçbir kaygı hissetmeyen, sokağı, emekçi hareketlerini ıskalayan hatta doğal tabanı olan emekçileri örgütleme yeteneğini kaybetmiş solun, kitlelere ulaşmasının ya da onlara ulaşacak politikalar üretmesinin gerekliliği üzerinde konuşmak beni umutsuzluğa sürüklüyor. Almanya'daki ilk zamanlarımda sohbet ettiğim, burada on yıllardır yaşayan dostlarımın büyük bir kısmı yükselen aşırı sağcı dalgaya atfen, "olur böyle şeyler. Faşizm, Almanya'da zaman zaman yükselir sonra sönümlenir" diyorlardı. Hepsinin temelde ıskaladığı politik gerçeklik ise aşırı sağın artık protesto oylarının toplandığı bir zemin değil aksine kendi ideolojik yapısını oluşturmuş, seçmenlerini sandığa ideolojik savunularla götürmeye başlamış bir yapı hâline dönüşmüş olmasıydı. Gelinen şu aşamada dahi Almanya'daki diasporanın gidişatı anladığını düşünmüyorum. Ne acıdır ki Türkiye kökenli göçmenler kapandıkları dernek binalarında Türkiye'de yaşamaya devam ediyorlar. "Almanya'da aşırı sağ zaman zaman yükselir sonra sönümlenir" demek, zamanı okuyamadığını, izleri takip edemediğini gösterir kanımca. Örneğin, "zaman zaman" ifadesi ne kadarlık bir periyodu işaret etmektedir? Bakınız, İtalya'da Mussolini'nin ardılları iktidarı ele geçirdi, Almanya'da Hitler'in varislerini engelleyen ne var? Almanya'da artık kimsenin 2. Dünya Savaşı'ndaki katliam ve cinayetlerden utandığı falan yok. Almanlar, "Bana ne, ben mi yaptım" diyor ve geçiyor. AfD milletvekili, neonazi Holger Winterstein, güpegündüz, herkesin gözü önünde Berlin'deki Yahudi Soykırımı Anıtı üzerinde tepinerek, "Ülkemizi geri alacağız" diye bas bas bağırdı, bir tek polis dahi olaya müdahale etmedi.
AfD milletvekili, neonazi Holger Winterstein, güpegündüz, herkesin gözü önünde Berlin'deki Yahudi Soykırımı Anıtı üzerinde tepinerek, "Ülkemizi geri alacağız" diye bas bas bağırdı, bir tek polis dahi olaya müdahale etmedi.
Sonuç olarak, Almanya yeni bir faşist deneyime çok yakında hazır hâle gelmiş olacak. Fazla değil 2 seçim sonra artık neonazi AfD'nin koalisyon pazarlıklarında baş köşeye kurulduğunu göreceğiz. Bu süreci engelleyecek demokrasi güçlerinin de iyice zayıfladığını belirtmek gerekiyor. Örneğin, Sol Parti (Die Linke), tüm güncel anketlerde baraj altında görünüyor. Yeşiller, son 5 yılın en düşük oy bandında bulunuyor, sosyal demokratlar ise hızlı bir şekilde kan kaybediyor. Bu tabloda ülkenin neonazilerden kurtarılması görevi geleneksel faşist yancısı muhafazakârlara kalıyor. Onlar da için için yoğun aşk besledikleri AfD ile "toplumu ürkütmeden nasıl masaya otururuz"un planlarını hazırlıyorlar. CDU Lideri aşırı sağcı Friedrich Merz, daha birkaç önce yaptığı konuşmada neonaziler ile yerel parlamentolarda işbirliği yapılabileceğini söyledi. Tablo bu. Ezcümle, seçimlerin yaklaştığı Almanya tarihi bir yol ayrımına doğru sürükleniyor. Alman halkı gelecek seçimde ırkçılığın yeniden toplumun bir normali hâline gelip gelmeyeceğine karar verecek. Umarım, Almanya yeni utançlarla yüzleşmek zorunda kalmaz.