Haziranda yapılan açıklamaya göre işgal altındaki Batı Şeria’da yaklaşık 5 bin 700 konutun inşa edilmesi amaçlanmaktadır. Bu yapılanmalarla Filistin devletinin kurulması giderek zorlaşan bir durum haline gelmektedir.

Filistin-İsrail sorununda çözüme, diğer bir ifadeyle barışa yaklaşmak yerine giderek uzaklaşılmaktadır. Korkulan senaryolardan biri olan Filistin ve İsrail toplumlarının arasında şiddet dalgasının patlak vermesinin işaretleri gelmektedir.

Haziran ayında gerçekleşen şiddet olayları neticesinde en az 18 kişi hayatını kaybetmiştir. Bununla bağlantılı ve bağımsız bir durum olarak da Yahudi yerleşimleri işgal edilmiş Filistin topraklarında inşaasına devam edilmektedir. Söz konusu yerleşimler uluslararası hukuka ve uluslararası teamüle dayanan çözümün önündeki en büyük engellerden birisini teşkil etmektedir. Filistin tarafının çözüm gündeminde Yahudi yerleşimlerinin dolayısıyla mevcut statülerinin kabulü yer almazken İsrail tarihinin en sağcı ve dinci iktidarı olarak nitelendirilen Benyamin Netanyahu yönetimi ise özellikle Batı Şeria’da söz konusu yerleşimlerin genişletilmesini hükümet programının başlıca amacı olarak değerlendirmekte ve uygulamaya geçmektedir. Haziranda yapılan açıklamaya göre işgal altındaki Batı Şeria’da yaklaşık 5.700 konutun inşa edilmesi amaçlanmaktadır. Bu yapılanmalarla Batı Şeria’nın coğrafyası yeniden şekillenmektedir dolayısıyla Filistin devletinin kurulması giderek zorlaşan bir durum haline gelmektedir.

Yahudi yerleşimleri, yukarıda da bahsedildiği üzere Filistin-İsrail sorununun çözümündeki en büyük engeller arasında yer almaktadır. Özellikle İsrail’in 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda işgal ettiği bölgelerden biri olan ve İsrail tarafından “Yahudiye ve Samariye” olarak adlandırılan Batı Şeria’ya odaklanmaktadır. Yerleşimler, yasa dışı olsa dahi süreç içinde İsrail’in toprağı sayılmakta, ilhak gerçekleşmekte ve dolayısıyla işgalin sınırları genişlemektedir. Yerleşimlerin yarattığı sorunun çözümü giderek zorlaşırken Filistin devletinin sahip olacağı yüzölçümü giderek azalmakta ve Batı Şeria’daki Filistin topraklarının bağlantısının sağlanması giderek zorlaşmaktadır. Netanyahu muhaliflerine, Filistin tarafına ve uluslararası kesimin bazı aktörlerine göre hükümetin yerleşim planları Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhak edilmesinin bir göstergesidir ve uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmektedir. Haliyle İsrail ise bu yorumlara karşı çıkmaktadır.

BM Güvenlik Konseyi de her iki tarafı şiddetin sona ermesi için ve gerilimi azaltmak için faaliyetlerde bulunmaya çağırmıştır. ABDnin ilgili oturumda İsraili eleştirmesi ise yine dikkatlerden kaçmamıştır.

Yahudi yerleşimlerinin mevcudiyeti ve söz konusu yerleşimlerin genişletilmesi iki tarafın da çıkarlarına uygun ve hukuka dayanan çözümün gerçekleşmesini salt engellemekte kalmamakta aynı zamanda Filistin toplumu ve yerleşimciler arasında şiddet olaylarının da yaşanmasına neden olabilmektedir. Geçtiğimiz haftalarda taraflar arasında ölümle sonuçlanan çatışmalar meydana gelmiştir.

Son çatışmalar dolayısıyla şiddet olaylarının sadece İsrail güvenlik güçleri ve Filistinli gösterciler arasında yaşanmadığını; Filistinliler ve Yahudi yerleşimcileri arasında da şiddet olaylarının yaşandığını göstermektedir. Hamas’ın militanların gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde 4 İsrailli ölmüştür. Bu olayların akabinde ise Yahudi yerleşimciler Filistin mahallesine saldırmıştır ve olaylar sonucunda bir Filistinli hayatını kaybetmiştir. İsrail güvenlik birimleri yerleşimciler tarafından düzenlenen saldırıları “milliyetçi terörizm” olarak değerlendirmektedir.

Filistin-İsrail sorunun çözümünde ismi en fazla adı anılan aktörlerden biri olan BM’nin tutumu sürecin aldığı yönü anlamak açısından önem teşkil etmektedir. BM, açıklamalarıyla sürecin uluslararası hukuk ve barış çerçevesinde ilerlemesi gerektiği yönündeki çağrısını yinelemektedir. Batı Şeria’daki şiddet dalgasının kontrolden çıkabileceği yönünde açıklamalarda bulunmaktadır. İsrail’in askeri operasyonlar düzenlerken uluslararası insan haklarını gözetmesi zorunluluğunu hatırlatmıştır. İsrail’in işgalci güç olduğuna dikkat çekilerek işgalci olmasından ötürü işgal ettiği Filistin topraklarında insan hakları hukukuna uygun ve bu hukuk türünü gözeten tutum ve faaliyet içinde olması gerektiği belirtilmiştir. Yine İsrail’in işgalci güç olmasından ötürü Tel Aviv yönetiminin gerek Filistin toprağını gerekse Filistinli nüfusu ve mallarını koruması gerektiğini kaydetmiştir. BM, yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik sistematik şiddet uyguladığına dikkat çekerken büyük bir kısmının silahlandığının altını çizmektedir. Söz konusu yerleşimlerin yasa dışı olduğu vurgularken oldukça hızlı bir şekilde genişlediğini, dolayısıyla Filistinlilerin topraklarına ve çeşitli kaynaklarına ulaşmalarının giderek zorlaştığını belirtmiştir. BM Güvenlik Konseyi de her iki tarafı şiddetin sona ermesi için ve gerilimi azaltmak için faaliyetlerde bulunmaya çağırmıştır. ABD’nin ilgili oturumda İsrail’i eleştirmesi ise yine dikkatlerden kaçmamıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin konu ile ilgili farklı kararlarını hatırlamak faydalı olacaktır. 1979 tarihli 446 sayılı Güvenlik Konseyi kararı Filistin toprağındaki yerleşimleri ve bu bölgelere Yahudi nüfusunun yerleştirilmesini hukuka aykırı olarak değerlendirirken yine aynı yıla ait olan 452 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ise İsrail’i yerleşim politikasına son vermeye çağırmaktadır. 1980 tarihli BM Güvenlik Konseyi’nin 465 sayılı kararında yerleşimlerin yıkılması istenmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin 2334 sayılı kararı Batı Şeria’daki ve Doğu Kudüs’teki yerleşimleri uluslararası hukukun ihlali olarak yorumlamaktadır.

ABD’nin İsrail’e yönelik desteği Orta Doğu ve Amerikan siyasetinin en bilindik unsurlarından birisini teşkil etmektedir. Filistin-İsrail sorununun bugünkü çözülmesi karmaşık halini almasında ve “çözümün” giderek uluslararası hukuk ve uluslararası teamülden uzaklaşmasında farklı Amerikan yönetimlerinin Tel Aviv’e destek vermesi ya da İsrail’in politikalarına karşı sessiz kalarak zımnen desteklemesi önemli bir faktör olmuştur. Fakat Yahudi yerleşimlerinin inşaasına ABD tarafından tam destek verildiğini söylemek gerçeği yansıtmayacaktır.

ABDnin tepkisini nasıl okumak gerekmektedir? Biden yönetimi, seçimi kazanmasından bu yana Netanyahuyu Washingtona resmi ziyaret için davet etmemiştir. Batı Şeriadaki yerleşimci şiddetini desteklemeyeceğini belirtmiştir.

Örneğin bu konuda İsrail’e yönelik eleştiriler yapılabilmekte BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında Washington, İsrail karşıtı tutum takınabilmektedir. Bu duruma dair son örnek Haziran 2023’de gelmiştir. Diğer bir ifadeyle Filistin-İsrail sorununda örneklerine az rastlansa da Beyaz Saray, Netanyahu yönetimini karşısına alacak bir adım atmıştır: İsrail’in yerleşimleri genişletmesi planlarına karşı rahatsızlık duyduğunu dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesi ABD’ye göre iki devletli çözümün coğrafi olarak gerçekleşmesini engellemekte, gerilimi yükseltmekte ve taraflar arasında güvenin giderek azalmasına neden olmaktadır. Joe Biden yönetimi çeşitli yaptırımlar da uygulayacağını açıklamıştır. Batı Şeria’daki İsrail üniversitelerinde yürütülen bilimsel projelere fon sağlamayı keseceğini duyurmuştur. Yerleşimlerin Filistin-İsrail arasındaki nihai statü görüşmelerinin bir parçası olduğu hatırlatılırken yerleşimlerin inşasına devam edilmesinin ve İsrail toprağı sayılmasının Amerikan dış politikasıyla uyumsuz olduğu açıklanmıştır. Söz konusu tutumun, ABD’nin uzun yıllardır sürdürmekte olduğu dış politikasının bir parçası, yansıması olduğuna dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla Filistin topraklarının İsrail tarafından işgalinin hatta ilhakının ABD tarafından onaylandığına yönelik tutumdan geri adım atmak istemiştir.

Batı Şeria’daki Filistinli askeri yapılanmalar ve İsrail’in bu bölgeye düzenlediği askeri operasyonlar uluslararası alanda tartışma yaratmaya devam etmektedir. 2014’den beri Filistin ve İsrail arasında barış görüşmeleri düzenlenmemektedir. Mevcut tablonun sorumlusu araştırıldığında farklı aktörler farklı cevaplar verebilmektedir. Filistin yönetimi suçlanabilmekte ve İsrail’e karşı tepkisiz kaldığı gerekçesiyle eleştirilebilmektedir.

Mahmud Abbas’ın seçimleri düzenlemeye yanaşmaması da Ramallah yönetimi üzerindeki eleştirileri ve baskıları artırmaktadır. Filistin otoritesi ise bu yaşananlar karşısında farklı taraflardan eleştirilere maruz kalmaktadır. Gerek İsrail ile yapılan güvenlik işbirliği konusunda, Filistinlilere yönelik şiddet olaylarına yeterince tepki göstermediği için eleştirilmekte gerekse özellikle Nablus ve Cenin’de Filistinli silahlı gruplara yönelik yeterince tepki vermemekle eleştirilmektedir. Filistin Dışişleri Bakanlığı ise uluslararası toplumu sessiz kalmasından dolayı eleştirmektedir. Diğer yandan 1993 Oslo Antlaşmaları ile kurulan siyasi, idari düzen de suçlanmaktadır. Yerleşimler gibi nihai statü konularının ele alınmadan karmaşık idari yapılanmaya gidilmesine ve Filistin-İsrail arasında görev paylaşımının yapılmasına göndermede bulunulmaktadır. Haliyle Tel Aviv yönetiminin barış istemediği, iki devletli seçeneğin çözüm olarak benimsenmeden giderek uzaklaşıldığı da öne sürülmektedir. Fakat bu tip sert eleştirileri duymazdan gelen Netanyahu yönetimi Haziran sonunda  Batı Şeria’daki yasadışı yerleşimlere 500’e yakın yeni konutun inşaa edilmesi kararı almıştır. Netanyahu’ya göre Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri Filistinlilerle yapılacak barışa engel bir tutum teşkil etmemektedir. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nın getirdiği İsrail işgali boyumca yaklaşık 230 yerleşim yapılmıştır. 600.000 yerleşimcinin yaşadığı belirtilmektedir. Amacın Filistin devletinin kurulmasını giderek zorlaştırmak mı olduğu sorusu sorulmaktadır. Hem Yahudilerin nüfusunun artması hem de Filistin toprakları arasında bağlantının kurulmasının engellenmesi amaçlanmaktadır.

Yerleşim yayılmacılığı salt Netanyahu döneminin bir politikası değildir. Geçmişte başlayan söz konusu yayılmacılık farklı İsrail yönetimleri boyunca devam etmiştir.
Yukarıda da belirtildiği üzere Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri İsrail işgalinin başladığı 1967 yılından bu yana genişlemektedir. Genişleme BM Güvenlik Konseyi kararlarına, 2014’e kadar gelen fakat sonrasında kesilen barış görüşmelerine ve söz konusu görüşmeler sonucunda kabul edilen ve BM Güvenlik Konseyi kararları ile birlikte Filistin-İsrail sorununa yönelik teamülü oluşturan metinlere karşı gelmektedir. Netanyahu yönetiminin tutumunun barış yanlısı olmadığı giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Veyahut kendi “çözüm parametreleri” kapsamında Filistin tarafına bir yol haritasını ya da planı fait accompli kabul ettirme ihtimali de akla gelmektedir. Tek taraflı olarak diğer ifadeyle salt İsrail’in görüşlerine ve siyasetine göre hazırlanan planın varlığı yine tek taraflı bir yaklaşımın Filistin’e “benimsetilmesini” olağan hale getirebilir.

Örneğin ABD eski başkanı Donald Trump’ın “Yüzyılın Planı” olarak adlandırdığı Vizyon belgesi İsrail’in tek taraflı görüşlerine göre hazırlanan bir metindir. Yerleşimciler de çeşitli başlıkların yanında ele alınan bir konu olmuştur. Metne diğer bir ifadeyle Washington ve Tel Aviv’e göre Yahudi yerleşimleri İsrail egemenliğine alınacaktır, ilhak edileceği zımnen belirtilmiştir. Plan’ın açıklanmasından 4 sene süreyle yeni yerleşimler yapılmayacaktır fakat mevcut yerleşimler de yıkılmayacaktır. Söz konusu süre sonrasında ise yeni yerleşimlerin yapılabileceği belirtilmiştir. Vizyon’da belirtildiği haliyle Filistin devletinin kurulması durumunda Filistin’de 15 Yahudi yerleşimi İsrail içinde ise 54 Filistin köyü bulunacaktır.

ABD’nin tepkisini nasıl okumak gerekmektedir? Joe Biden yönetimi, seçimi kazanmasından bu yana Netanyahu’yu Washington’a resmi ziyaret için davet etmemiştir. ABD, herhangi bir şekilde yerleşimci şiddetini desteklemeyeceğini ve izlemeyeceğini belirtmiştir. Aslında yukarıda da belirtildiği üzere Biden’in selefi Trump’ın durumun bu noktaya gelmesinde etkisi vardır. Trump yönetimi, Yahudi yerleşimlerini normalleştirmeye, olağanlaştırmaya çalışmıştır.

İki devletli çözümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, Filistin devletinin alacağı hali sorgulanırken İsrailin Filistin devletinden kastının Ürdün ile konfederasyon olup olmadığı bir kez daha akla gelmektedir.

Yerleşim yayılmacılığı salt Netanyahu döneminin bir politikası değildir. Geçmişte başlayan söz konusu yayılmacılık farklı İsrail yönetimleri boyunca devam etmiştir. Öte yandan Washington’ın yerleşimlere yönelik tutumunu değiştirmesi oldukça önemlidir. Kasım 2019’da Amerikan politikasında önemli bir değişiklik yapan Trump yönetimi, Yahudi yerleşimlerinin uluslararası hukuk ile bağdaşmadığı tezini bırakmıştır. Trump attığı adımlarla uluslararası hukuka aykırı olan ilhakı ve yerleşimleri kabul etmiştir. Oysa görevinin son zamanlarında Barack Obama döneminin Dışişleri Bakanı John Kerry, Yahudi yerleşimlerinin iki devletli çözüm önünde çok büyük bir engel teşkil ettiğini kaydetmiştir

Sonuç olarak, Batı Şeria’da geçtiğimiz günlerde gerçekleşen olaylar Yahudi yerleşimcilerin en azından belli bir kısmının şiddete yatkın olduğunu ve Filistinlilerle barışa hiç de yakın olmadıklarını göstermiştir. İsrail ve Filistin yönetimlerinin müzakere masasına oturup her iki taraf için kabul edilen bir çözüme ulaşsalar dahi toplumlar arasında barışın hüküm sürmesinin kolay olmayacağı anlaşılmıştır. İsrail işgalinin devam etmesi, Batı Şeria’yı ilhak planlarının gündemde olması, Filistinlilere yönelik uyguladığı baskı politikasını sürdürmesi, Filistin tarafında El-Fetih ve Hamas arasındaki iki başlılık barışa, Filistin’in çıkarlarını da gözeten kalıcı bir çözüme ulaşmanın önünde önemli ve aşılması güç engeller olduğunu göstermiştir. ABD ve BM gibi uluslararası aktörlerin Filistin’in tezini destekleyen ve uluslararası hukuku merkeze alan açıklamaları önemlidir fakat süreç açıklamalarla yetinilmeyecek kadar durumun ciddi olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Aynı zamanda İsrail’in Filistinlilere yönelik apartheid uyguladığına dair iddiaları da pekiştirmiştir. İki devletli çözümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, Filistin devletinin alacağı hali sorgulanırken İsrail’in Filistin devletinden kastının Ürdün ile konfederasyon olup olmadığı bir kez daha akla gelmektedir.