Dünyanın çok kutuplu bir dünya hâline gelmesinin Türkiye’ye yükleyeceği maliyetler var kuşkusuz. Küresel olarak yükselen fiyatlardan elbette ki Türkiye de etkilenecek. Ucuz finansmana da erişmek çok kolay olmayacak. Doç. Dr. Derya Hekim dünya ekonomisindeki gelişmeleri ve bunun Türkiye’ye etkilerini yazdı.

Biz kendi içimizde seçim gündemi ile uğraşırken dünya değişmeye devam ediyor. ABD ve Çin arasındaki ayrışma (fragmentation) artık yüksek sesle dile getiriliyor. Bu ayrışma ticaret akımlarından, finansal akımlara ve rezerv yönetimine kadar her yerde kendini gösteriyor.

ABD ve Çin arasındaki ayrışma ve çok kutuplu bir dünya düzeni, küreselleşmenin sonuna mı geldik tartışmalarını gündemimize taşıdı. Fikrimi baştan söyleyeyim, küreselleşme bitti diyemem ama bir platoya girdiği kesin.

Peki ne oldu da küreselleşme böyle bir plato dönemine girdi? Oysaki küreselleşme sayesinde 1 milyar kişinin aşırı yoksulluktan kurtulduğu tahmin ediliyor (Dünya Bankası, 2020). Bu küreselleşme dalgasından en çok yararlanan ülke olan Çin’de ise 770 milyon kişinin yoksulluktan kurtulduğu belirtiliyor.

Bu sorunun cevabının bir kısmı küreselleşmenin kendi içinde saklı. Ticaretten doğan kazançların yeterince adaletli dağılmaması, Küresel Değer Zincirlerinin çoğu zaman maliyet düşürmek adına insan hakları ve çevre konularında pervasızca davranmaları, küreselleşmenin düşmanlarının karşı cephede saf tutmasına yol açtı. Şimdi ise bu cephe güçleniyor. IPSOS ve Dünya Ekonomik Forumunun birlikte yaptıkları araştırmada 25 ülkede küreselleşmeye ve de uluslararası ticarete olan desteğin azaldığı görülmüş.

Pandemi her ne kadar küreselleşmeye tepkileri hızlandırsa da bu durum 2008 krizinden sonra başladı. Ülkeler kendi büyümelerini önceleyecek birtakım önlemler almaya başladılar. Çin aşırı ihracata bağımlı olduğunu ve ABD’de meydana gelen bir daralma sonucunda ihracat gelirlerinin azalmasından zarar gördüğünü acı bir şekilde öğrendi.

Stratejisini değiştirerek artık ihracata dayalı dayalı sanayileşmeden vazgeçip, teknolojiye olan bağımlılığını da azaltma planını ortaya koydu. 2015 yılında Made in China 2025 ile Çin, üretimde teknolojinin geliştirildiği bir merkez olma planını devreye aldı. Başarılı da oldu denebilir. Çin ucuz üretimin yapıldığı bir “fabrika”dan teknoloji geliştiren bir “merkez”e evrildi.

Elbette ki bu durum ABD tarafında stratejik bir hamle olarak algılandı ve 2016’da Çin karşıtı retorik başladı. Trump ise bunu bir adım ileriye götürerek ticaret savaşı başlattı. Her ne kadar ülkeler arasında ticaret savaşını bitirecek bir anlaşma yapılmış olsa da ülkelerin birbirlerine olan hasımca tavırları devam ediyor. Şubat 2022’de Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş jeopolitik ayrışmayı daha da belirginleştirdi. Düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek Çin ve Rusya yakınlaştı. Tabii diğer ülkelerin de nasıl konumlanacağı en dikkat çekici konulardan biri haline geldi.

Ekim 2022’de açıklanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi bu ayrışmaya vurgu yapıyor. Artık ABD tarafında bu bir ulusal güvenlik meselesi hâline geldi. 7 Ekim 2022’de Çin’e bazı malların ihracatının kısıtlanmasına yönelik önlemler ise bu durumu kanıtlar nitelikte.

Yatırımcıların daha farklı dış politika görüşüne sahip olan ülkelere daha az yatırım yaptıklarını da biliyoruz. Yabancı yatırım bir kuş kadar ürkektir derler. Dolayısıyla politik belirsizliğin yüksek olduğu durumlarda portföy yatırımları da azalıyor.
“FRİEND-SHORİNG” VE MALİYETLERİ

ABD Hazine Bakanı Yellen tarafından ortaya atılan friend-shoring kavramı, küreselleşmenin Truva atı olan Küresel Değer Zincirlerinin üretimlerini daha “dost” olan ülkelere yöneltmelerini vurgulamak için kullanılıyor. Zaten iki ülke arasında yaşanan belirsizlik, bu şirketlerin bu yönde bir hamle yapmalarına da neden oluyor. Capgemini’nin yaptığı bir araştırma, şirketlerin raporlarında daha fazla “on-shoring” ve “re-shoring”’den bahsettiklerini ortaya koyuyor.

Bu durumu, Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) akımlarından da okumak mümkün.  IMF’nin 2023 Nisan Dünya Ekonomik Raporu’nda doğrudan yabancı yatırımlardaki ayrışmaya vurgu yapılmış. ABD’nin Çin’e DYY verileri (2015-2020) ve (2020-2022) dönemi karşılaştırıldığında çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Bu dönemler arasında ABD’nin Çin’e DYY’ı %40.6 azalırken, Çin’in ABD’ye olan DYY’ı %22 azalmış.

Tabii birbirinden ayrılmış piyasaların maliyetleri var. Bu durum küresel değer zincirlerinin en düşük maliyetle üretim yapılan yerden ziyade daha maliyetli ama dost bir ülkede yapılacağı anlamına geliyor. Yani küresel değer zincirleri maliyet etkin bir stratejiden uzaklaşıp, riski önceleyen bir stratejiye geçiyorlar. Piyasaların bölümlendiği, etkin üretimden uzaklaşıldığı böyle bir üretim modelinde fiyatların eskisi kadar düşük olmayacağı açık. Ayrıca bilginin yayılması bölünmüş piyasalarda zor olacağından verimliliğin azalması da kaçınılmaz.

2018-2019 döneminde biz bu durumun fragmanını gördük aslında. Ticaret savaşının yarattığı belirsizliğin, 2019 dünya ticaretindeki büyümeyi 1 puan düşürdüğü tahmin ediliyor (IMF,2023). Ülkeler arasındaki ayrışmanın ekonomik etkilerinin tahmini, ayrışmanın ne boyutta olacağına dair senaryolara göre de değişiyor tabi. Goes ve Bekkers (2022), bilgi yayılmasının engellenmesi durumunu da dikkate alan modellerinde negatif etkinin %0.4 ile %12 arasında geniş bir skalada olabileceğini hesaplamışlar.

FİNANSAL AYRIŞMA

Ticarette ayrışmanın yanında finansal ayrışma da göze çarpıyor. IMF (2023) son yıllarda sınır ötesi finansal akımlara ülkelerin daha fazla kısıtlama getirdiğini ortaya koyuyor. Keza yatırımcıların daha farklı dış politika görüşüne sahip olan ülkelere daha az yatırım yaptıklarını da biliyoruz (Aiyar, vd. 2023). Yabancı yatırım bir kuş kadar ürkektir derler. Dolayısıyla politik belirsizliğin yüksek olduğu durumlarda portföy yatırımları da azalıyor.

Ticaretin finansmanında da bu ayrışmayı görmek mümkün. Rusya, petrolünü Çin’e Renminbi ile satıyor. Bu Rusya ve ABD arasındaki gerilimleri düşündüğümüzde normal. Ancak Suudi Arabistan’ın da bu kervana katılması ayrışmanın belirginleşmesi açısından dikkate değer. Malezya’nın da benzer açıklamalarda bulunması safların belirginleşebileceğini gösteriyor. Bu kuşkusuz doların rezerv gücünü yok etmez ancak artık rezervlerde bir çeşitlenme olacağını da gösteriyor. Özellikle Çin parasını rezerv bir para hâline getirmek için büyük çaba serf ediyor.

Tabii finansal ayrışmanın da maliyetleri var. Özellikle de finansman ihtiyacı olan gelişmekte olan ülkeler için. Daha az çeşitlenmiş kaynak, daha yüksek maliyet anlamına geliyor. Ayrıca ülkeler kolay ve sorunsuz finansmana erişemedikleri için dış şoklara daha açık oluyorlar.

Avrupa Birliği henüz net adımlar atmış değil. Ayrışmanın derinleşmesi durumunda ABD’nin tarafında olması şaşırtıcı olmaz. Bu durumda Türkiye gerek AB’ye olan yakınlığı gerekse -sorunlu da olsa- gümrük birliği nedeniyle daha da avantajlı bir konuma geçebilir.
PEKİ, YA TÜRKİYE?

Dünyanın çok kutuplu bir dünya hâline gelmesinin Türkiye’ye yükleyeceği maliyetler var kuşkusuz. Küresel olarak yükselen fiyatlardan elbette ki Türkiye de etkilenecek. Ucuz finansmana da erişmek çok kolay olmayacak.

Ancak “friend-shoring” meselesi Türkiye için risklerle birlikte fırsatlar da barındırıyor. Türkiye bu “dost” ülkelerden biri olabilirse küresel değer zincirleri için önemli bir üretim üssü konumuna gelebilir. Ama taraf seçmek zorunda kalacaktır.

Avrupa Birliği henüz net adımlar atmış değil. Ayrışmanın derinleşmesi durumunda ABD’nin tarafında olması şaşırtıcı olmaz. Bu durumda Türkiye gerek AB’ye olan yakınlığı gerekse -sorunlu da olsa- gümrük birliği nedeniyle daha da avantajlı bir konuma geçebilir.

Hemen belirtelim küresel değer zincirleri için gözde bir destinasyon olmak kolay bir iş değil. Bunun için Türkiye’nin yapması gereken ev ödevleri var.

Öncelikle “yapısal reformlar” oldukça önemli. Seçim sonrası çok acil bir şekilde makro ekonomik istikrara yönelmemiz ve yapısal reformları hayata geçirmemiz gerekiyor. Yapılan uygulamalı çalışmalar, yapısal reformların küresel değer zincirlerinin destinasyon seçiminde önemli olduğunu ortaya koyuyor. İkincisi sanayimizi “sürdürülebilirlik” açısından teşvik etmemiz gerekiyor. Yeşil üretimi önceleyen, insan haklarını ön plana çıkaran projeleri teşvik etmemiz gerekli. Keza bizim en çok ticaret yaptığımız Avrupa açısından bunlar vazgeçilmez. Yeşil Mutabakat, Alman Tedarik Yasası bizi zaten zorluyor. Üçüncüsü “ölçek sorununu” çözmemiz gerekiyor. Pandemi esnasında ölçek sorunu nedeniyle Çin’den dönen siparişlerinin önemli bir kısmını karşılayamadık. Ne yazık ki konsorsiyumlarla bir araya da gelemedik. Yatırım ajanslarının araya girmesi ve de teşvikler bu konuda yardımcı olacaktır.

Ezcümle, dünya değişiyor. Bizim de bir an önce bu değişime ayak uydurmak için harekete geçmemiz şart.

---

Kaynak: Aiyar, Shekhar, Jiaqian Chen, Christian H. Ebeke, Roberto Garcia-Saltos, Tryggvi Gudmundsson, Anna Ilyina, Alvar Kangur, and others. 2023. “Geoeconomic Fragmentation and the Future of Multilateralism.” IMF Staff Discussion Note 23/001.

Goes, Carlos, and Eddy Bekkers. 2022. “The Impact of Geopolitical Conflicts on Trade, Growth, and Innovation.” WTO Staff Working Paper ERSD-2022-09. World Trade Organization, Geneva.

International Monetary Fund (IMF). 2023. World Economic Outlook. Washington, DC, April.

ü

World Bank. 2020a. Atlas of Sustainable Development Goals. Washington, DC.

ü

ü

ü