Zamanın ruhu Cumhuriyet’ten yanadır. Sokağa atılmış ve ölüme terk edilmiş Cumhuriyet’e milyonlar kapısını açacak ve vefa borcunu ödeyecektir. Yüreği kanayan milyonlar çoban ateşini söndürmeyecektir.

Yurttaşlık, yargı önünde eşitlik ve fırsat eşitliğini akıl ve bilimin önderliğinde tüm hâlka ulaştırmak idealiyle yüz yıl önce perdelerini açan Cumhuriyet ve Cumhuriyet’in temel değerlerinin varlığıyla yaşatılabilecek çoğulcu demokrasi, zaman içinde iç ve dış koşulların tetiklediği çok boyutlu ve çok yönlü gelişmeler ve çok şiddetli saldırılar karşısında zayıflamış ve direncini kaybetmiş; 2017 referandumu ve 2018 yılı seçimini takiben tükenmeye başlamış; 2023 seçiminde ise ağır yaralı hâlde sokağa atılmıştır.

Bu sayfalarda yer bulmuş az sayıdaki yazımda bankacılık ve ekonomi hakkında düşüncelerimi, Cumhur veya Millet İttifakı’nın seçimi kazanması hâlinde izlenecek politikalara dönük öngörülerimi teknik yönü ağırlık kazanan bir dille paylaştım. Güncel siyaset hakkında yazmayı tercih etmemekle birlikte, Türkiye’nin gündemi, ülkemizin geçtiği yeni evre ve geleceğe dair karamsarlık gibi faktörler günceli aşan siyasete dair yazmak için bir motivasyon yarattı.

Yetiştiğim ortamın geleneksel eğilimleri Cumhuriyet, Atatürk, sosyal demokrasi ve bu değerlerin bileşimi olarak kabul edilen CHP tarafında yer almıştır. Yetiştiğimiz ortamlar genelde belirli eğilimlerin ağırlığı altında bulunmakla birlikte, hepimiz sosyal ve iş yaşamı dolayısıyla her kesimden çevre ve dostluklar ediniyoruz. Türkiye gibi renkliliğe sahip bir ülkede etkileşim hâlinde toplumu farklı açılardan gözlemliyor ve dönüşüyoruz. Bu yazı CHP özelinden hareketle 2023’e dair bir siyasal değerlendirmeyi hedeflemektedir.

CHP VE 2023 SEÇİMİ

Sadece Millet İttifakı’nın değil, tüm muhalefet partilerinin ağır bir kayıp yaşadığı 2023 seçimlerinin detayları analiz edildiğinde, iktidara daha açık bir fark atılması beklenen büyükşehirler de dâhil olmak üzere Türkiye genelinde muhalefetin istediği sonuçları alamadığı belirtilebilir. Bu başarısızlığa yol açan etmenler, sadece seçim sonrasında değil, seçime doğru gidilen süreçte de son derece ciddi, makul ve toplumda karşılığı olan eleştirilere konu edilmiştir. Yaşanan başarısızlık bilinen ve beklenen faktörlerden kaynaklanmıştır.

1) CHP’nin Omurgası ve Esnekliği: Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP için her dönemde omurgayı teşkil eden olmazsa olmaz politikalar bütünü Cumhuriyet’in değerleri olmuştur. Omurga bu iken, insanın elleri ve bacaklarını kullanarak farklı yönlere erişim sağlamaya çalışmasına benzer şekilde, Türkiye’nin kendine özgü koşullarına bağlı olarak, iktidarı hedefleyen bir kitle partisi olan CHP omurgasına sahip çıkarak farklı kesimlere ulaşmak amacıyla esnekliğe de alan açmıştır.

CHP (SHP dâhil), 100 yıllık tarihinde ve 70 yılı aşan çok partili yaşamda farklı yönlerde esneyebilen politikalar izlemiştir. Esasında 1950’den sonraki çok partili yaşam 10’ar yıllık alt dönemlere ayrıldığında bu farklılık görülecektir. Her 10 yıllık döneme damga vuran bir politika, söylem ve genelde lider değişikliği mevcuttur.

Rekabet hâlinde olan bir kitle partisinin esnekliğin sunduğu avantajları kullanmak istemesinin örneklerine bakıldığında, solun ve örgütlü mücadelenin güçlü olduğu 1970’lerde daha sol politikalarla toplumun geniş kesimlerinin kucaklanması hedeflenmiş, solun ve çoğulculuğun budandığı 1980 sonrasında ise zigzaglar meydana gelmiştir.

Yakın dönem olması itibarıyla son 20 yıla baktığımızda ise birbirinden kopuk iki ayrı CHP görmekteyiz. Son 20 yılın ilk 10 yılında liderlik yapan Deniz Baykal yönetiminde CHP daha çok omurgasına yüklenmiş, farklı kesimlere ulaşma çabasını, başka bir ifadeyle esnekliğini kaybetmiş, dar ve hizipçi bir anlayışla %20’lerde tutunmayı yeterli görmüş, iktidar olma amacını ihmal etmiştir. CHP bir kitle partisi değil de, küçük bir doktrin partisiymiş gibi, toplumun farklı kesimlerinden uzaklaşarak kendi konfor alanı içinde hareket etmiştir.

Farklı kesimleri dışlayan ve kendi konforlu alanında dar ve hizipçi bir bakış açısıyla omurgayı koruyan Baykal yönetiminden, aşırı esnek hâle gelerek omurgayı tahrip eden ve bir sonuç alamayan Kılıçdaroğlu yönetimine geçilmiştir.

Baykal’ı takiben göreve gelen Kılıçdaroğlu ise, iktidar olma hedefiyle ve çoğumuzun tanımlayamadığı bir ideoloji ya da belirsiz öncelikler/tercihler dizelgesi doğrultusunda parti politikalarını ve üst kadrolarını omurgaya göre oldukça esnek hâle getirmeye çalışmış ve her seçim mağlubiyeti kendisini bu esnekliği artırmaya yöneltmiştir. Görünür sebep matematiktir; çünkü ‘iktidar olmanın, oy toplamanın, seçimde öne geçmenin başka yolu yoktur’ saikiyle hareket edilmiştir. Ancak esneklik öyle bir boyuta gelmiştir ki, erişim alanı dışında bulunan kesimlere dahi uzanmaya çalışılırken partinin omurgası zarar görmüştür. Özellikle son yıllarda esnekliği aşan ve bir ‘kopuşa’ tekabül eden politikalar izlenmiştir.

Dolayısıyla, farklı kesimleri dışlayan ve kendi konforlu alanında dar ve hizipçi bir bakış açısıyla omurgayı koruyan Baykal yönetiminden, aşırı esnek hâle gelerek omurgayı tahrip eden ve bir sonuç alamayan Kılıçdaroğlu yönetimine geçilmiştir.

Bu girizgâhı daha somuta ve aktüele aktarırsak, mevcut CHP yönetimi omurgasını oluşturan Cumhuriyet değerlerini ve bu değerlere bağlı tabanını ihmal etmiş, bazı kesimler için kapsayıcı olan politika, söylem ve kadrolarda maalesef parti tabanını bir bakıma dışlamıştır. Eğer bir parti yönetimi tabanını, örgütünü, değerlerini ve bunların bir bileşimi olan omurgasını bu derece ihmal ediyorsa ortada bir gariplik vardır. İşaret edilen esneklik sadece matematiğe dayandırılamaz. Parti yönetimi, temsil ettiği parti ile düşünsel bir kopuş içindedir. Ayrıca parti tabanına uygun bir yönetim kadrosu ve farklı renkleri barındırsa da partinin çoğunlukla benimsediği bir milletvekili listesi hazırlanmamıştır.

CHP gibi iktidarı hedefleyen bir kitle partisinin dar kalıplar içinde bir doktrin partisi olması tercih edilmemelidir, elbette esnekliğe sahip olunmalıdır; ancak bu esneklik omurganın (Cumhuriyet değerleri, parti tabanı ve örgütü) ihmal ve harap edilmesi anlamına gelmemelidir. Omurga ve esneklik dengesi önemlidir. Baykal dönemindeki dar kalıpları aşan, ama Kılıçdaroğlu dönemindeki savrulmaya ve omurga çöküşüne varmayacak bir esneklik gerekmektedir.

2023 seçimlerinin kaybı, AKP’nin iktidara gelmesiyle son 20 yılda hızlanarak süren yıkımın çok ileri bir evreye taşınmasına yol açmıştır. Tarihin önemli hareketleri, devrimleri, çöküşleri, kırılmaları bazen toplumun taşıdığı dip dalgalarla, bazen ve belki daha sıkça karar verici konumunda bulunan kişilerin doğruları veya yanlışlarıyla şekillenmektedir. 2023 seçimi dip dalgasıyla değil, ancak Cumhuriyet’le barışık olmayan birilerinin başarısıyla da değil, başta CHP olmak üzere, kurmay akıldan yoksun muhalefetin kritik noktalardaki yanılgılarıyla şekillenmiştir.

CHP yönetimi ittifakın işleyişinde, politikaların saptanmasında, rol dağılımında, milletvekili listelerinin belirlenmesinde partinin kurumsallığını ciddi şekilde ihmal etmiştir.
2) CHP Tabanı ve Örgütün Dinamizmi: Oy artırma iddiası ile hareket eden CHP yönetiminin gerçekten anlaşılması güç nedenlerle aşama aşama ve giderek artan tonda parti tabanını ve örgütünü dışlaması Türkiye genelinde şöyle ilginç bir duruma yol açmıştır.

İttifak görüşmelerinde verilen tavizler veya sessiz kalınan konular, infiale yol açan milletvekili listeleri (sadece diğer partilere ayrılan kontenjanlar değil, CHP’nin kendi aday profili içinde bu geçerlidir.), teröre karşı sessiz kalındığı iddialarına basit reaksiyonların geliştirilememesi, diğer muhalif partilerine gitmesi koşuluyla CHP’den uzaklaşan seçmen faktörünün önemsenmemesi, söylemde ve politikada Cumhuriyet ve Atatürk’ün temsil ettiği değerlerin es geçilmesi tabanı rahatsız etmiştir. Herhangi bir kurum ya da partide temsilci konumundaki yöneticilerin sınırsız takdir hakkı bulunmamakla birlikte, CHP yönetimi takdir hakkını şeffaf olmayan bir biçimde, açıklama yapma gereği duymadan sınırsızca kullanmıştır.

Çeşitlilik ve farklı kesimlere hitap etmek adına, omurgaya zarar vermemek koşuluyla, esneklik taşıyan politika ve söylemlerin ortaya konulması ve bu doğrultuda sınırlı da olsa milletvekili listelerinde alan açılması iktidarı hedefleyen bir kitle partisi için yönetimin takdirine bırakılabilecek doğal bir tercih olmakla birlikte, partinin omurgasını yansıtan kesimi temsil eden politika ve adaylara yer verilmemesi de o kadar doğal olmayan bir yöneliştir.

Partinin doğal seçmenini temsil edecek ve bir bakıma izlenen politikaların sebebiyet verdiği boşlukları örtebilecek bazı sembol isimlere milletvekili listelerinde yer verilmesi zahmetinde bile bulunulmamıştır. Son 20 yılda kumpas davaları ve yasal/ahlaki olmayan yöntemlerle hedef alınan kurum, vakıf, dernek gibi kurumsal yapıların destekleyeceği isimlerin bir tanesi dahi listelere konulmamıştır.

Tüm olumsuzluklara rağmen son kertede CHP’ye oy veren kesim maalesef her yerde CHP aleyhine konuşmuş ve izlenen politikaların ve tercihlerin yanlışlığını dile getirmiştir. Her partide bu durum bir ölçüde yaşanabilir, ancak CHP’de neredeyse parti tabanının ezici çoğunluğu parti yönetimini sokakta ve etrafında eleştirmiştir. Seçimin favorisi olan ve iktidara susamış kadroların normalde yüksek motivasyona ve enerjiye sahip olması beklenirken, parti yönetiminin adımları örgütün ve seçmen kitlesinin şevkini kırmıştır.

Parti yönetimi bu durumu görmüş, ancak kendi tercihleriyle hareket etmiş, yaşanabilecek parti içi sorunların iktidarın kazanılmasıyla örtüleceğini varsaymıştır.

Partinin doğal seçmenini temsil edecek ve bir bakıma izlenen politikaların sebebiyet verdiği boşlukları örtebilecek bazı sembol isimlere milletvekili listelerinde yer verilmesi zahmetinde bile bulunulmamıştır.
3) CHP’nin Tavizleri ve İhmal Edilen Kurumsallığı: CHP yönetimi ittifakın işleyişinde, politikaların saptanmasında, rol dağılımında, milletvekili listelerinin belirlenmesinde partinin kurumsallığını ciddi şekilde ihmal etmiştir. Cumhurbaşkanlığını kazanma adına partinin kurumsallığından keskin tavizler verilirken, aksine bu tavizlerin kazanma ihtimalini zayıflattığı görülememiştir.

Muhtemel oy kaçışları önemsenmemiş; çünkü bu oyların diğer muhalefet partilerine gideceği, böylece toplamda muhalefetin oy kaybetmeyeceği tahmin edilmiştir. Bu varsayım ve tahminler büyük ölçüde gerçekleşmiştir; muhalif kesim Türkiye’nin girdiği bunalım ve açmaz içinde çaresizce bu yönde tercihte bulunmuştur.

Ancak bu yaklaşımın matematik bakımından ciddi bir sakıncası bulunmaktadır. Bu yaklaşım ittifaka oy vermeyen kesimden ittifaka oy akışını da içermelidir. Yani oyların ittifak içinde akışkanlık kazanması toplamda ittifaka oy kazandırmamaktadır; dışardan oy gelmesi bu stratejinin anahtarıdır. Pek bu başarılmış mıdır? Cevap nettir: Hayır. Eğer böyle ise, CHP’den oy çıkışına alan açılmış, bir bakıma CHP’ye ait güç ve kaynak bila bedel diğer partilere aktarılmıştır.

Kapsayıcılık ve kucaklayıcılık adına olsa dahi ittifakın şekli ve içeriği daha farklı olabilirdi. İttifakta yer alan İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin varlığı önemli ve değerlidir. Ancak diğer 3 partinin bu ittifakta neden yer aldığı ve bu partilerin nasıl büyük partilerle eşit konumlandığı kimse tarafından anlaşılamamıştır. Bu eşitleme ileride yönetimde sorun çıkacağı ve kaos oluşabileceği kaygısıyla seçmenin önemli bir bölümünde soru işareti yaratmıştır.

İttifakta büyük partiler olan CHP ve İYİ Parti, sebebi anlaşılmayan bir şekilde çok geride kalmış, çok taviz vermiştir. Pratikte Deva ve Gelecek partileri söylem ve algıda belirgin şekilde öne çıkmıştır. Bu küçük partiler ittifaka hiza veren, yön çizen bir üst perdeden hareket etmiştir. Öz eleştirisini yapmayan, AKP dönemine sonuna kadar sahip çıkan, sadece başkanlık sistemine geçilen ve kendilerinin olmadığı 2018 sonrasını eleştiren Gelecek ve Deva Partisi’nin ittifaka alınması bir yük oluşturmuştur.

Merkez ve radikal sağın bu partilere olumsuz baktığı, dolayısıyla bir tabanları bulunmadığı için ittifaka getirilerinin sıfır olduğu açık iken, bu partilerle sağdan oy alınacağı gibi fantastik bir kurgu kâğıt üstünde kalmıştır. Bu politika nedeniyle CHP ve İYİ Parti’nin erişim alanı daralmış, milliyetçi-muhafazakâr merkez sağ kapsam alanı dışında kalmıştır. CHP gibi büyük bir parti konumundan ve gücünden çok büyük bir taviz vermiştir.

Verilen tavizlerden biri kamuoyunda tartışılan ekonomi yönetimi konusudur. Başka önemli bakanlıkların alınması kaydıyla CHP tarafından ekonomi yönetiminin bir bölümünün diğer partilere verilmesi olağan karşılanabilir. CHP dışındaki tüm partilerin donanımlı ekonomi kurmayları sürekli medyada yer alırken, CHP’nin ekonomi kadrosunun pasifliği dikkat çekmiştir.

Millet İttifakı’nın seçimi kazanması hâlinde ekonominin hangi kadro tarafından yönetileceği konusu ittifak üyesi partiler arasında, özelde İYİ Parti ve Deva Partisi arasında gerginliğe yol açmıştır. İYİ Parti gibi son derece donanımlı bir ekonomi kadrosunu barındıran büyük bir partinin ısrarlarına rağmen geçmişteki icraatları ve kadrolaşmasıyla hoş karşılanmayan bir sicili olan Deva Partisi yöneticilerine ekonominin teslim edilmesine dönük CHP yönetimindeki istek anlaşılamamıştır. Muhalefete yakın mecralar, CHP’nin ekonomi programına ve kadrolarına değil de Deva Partisi’nin propagandasına tahsis edilmiştir.

2002 yılında dip yapmış ve yükselişe geçmiş bir ekonomiyi devralan (olağan akışında büyümeye başlamış bir ekonomi) ve IMF programını uygulayan, dünyadaki para bolluğundan kaynaklı sermaye girişinden yararlanan ve aşırı değerli TL üzerinden düşük enflasyona ulaşan (2003-2008 döneminde kümüle %78’lik enflasyonun bulunmasına karşın, 2003 yılında 1,6 dolayında bulunan dolar kuru 2008 yılında 1,14 düzeyine gerilemiştir.), dolayısıyla izlediği politikalardan kaynaklı değil, uygun dış konjonktürden, devraldığı reçeteden ve parasal yanılsamadan beslenen AKP’nin ilk yılları bir ekonomik başarı öyküsü gibi sunulmaktadır. 2018 sonrasındaki çöküşün temelleri 2002 sonrasında aşama aşama atılmıştır.

Bazı uzmanlar 3-5 ekonomik değişken arasındaki ilişkiyi gösteren ve basit bir bilgisayar programı üzerinden 1-2 dakikada üretilen ekonometrik modeller üzerinden AKP’nin ilk yıllarını başarılı olarak sunmaktadır. Bu mantıkla hareket edersek, mesela 2023’den sonra doğal akışında ekonomik büyüme gerilerse biz 2023 sonrasında izlenen politikaları başarısız olarak niteleyebilir miyiz? Oysa bu başarısızlık son 3-5 yılda izlenen yanlış politikalardan kaynaklanmıştır. Ya da bugünün ticari kredi faizlerindeki düşük oranları göstererek, yatırımcının finansmanında altın yıllar yaşandığı söylenebilir mi?

Analizler yurt içi ve dışı, içsel ve dışsal çok sayıda değişkeni kapsamalı ve basit bir bilgisayar programına bir dönemin 3-5 verisini yükleyerek yorum yapmak gibi bir sığlığa kapılmamalıdır. Zihinsel bir çaba ve emek içermeyen her analiz sadece illüzyonu teyit eder.

AKP’nin 20 yılının ilk yarısı nasıl ki demokrasi ve hukuk devleti yolunda ilerlendiği şeklinde bir illüzyonu içeriyorsa, bahsedilen dönemin çok başarılı bir ekonomiyi içerdiği de bir illüzyondur. Parasal değişkenler üzerinden oluşturulan kurgu bir süre sonra çökmüştür.

Medyadan izlediğim kadarıyla İYİ Parti’nin ekonomi kadrolarına (Bilge YILMAZ ve Ümit ÖZLALE gibi konularına hâkim değerli isimler) CHP tarafından itibar edilmezken, sicili ortada olan ve 10-15 yıl öncesindeki kadrolaşmasının niteliğiyle dikkat çeken Deva Partisi’ne ekonomi yönetiminin bırakılması yönündeki CHP tercihi anlaşılamamıştır. Kılıçdaroğlu’nun Babacan ile mutfak videosu açık şekilde CHP’nin tercihini göstermiştir.

Peki CHP, bir tabanı ve getirisi bulunmayan bu iki partinin (Gelecek ve Deva) ittifakta domine edici pozisyona gelmesine ve bu nedenle merkez sağın ve bir kısım solun uzaklaşmasına neden göz yummuştur? Her partinin kendi logosuyla ya da sağ partilerin kendi içinde ayrı bir ittifakla seçime girmesi söz konusu iken, bu iki partiye böylesine bir milletvekili kadrosu verilerek parti tabanı ve örgütünde infiale neden sebebiyet verilmiştir?

CHP’ye ve ittifaka değer katmayan, sadece bu iki partiye katkı sunan çok sayıda farklı gelişmede, bu iki partinin yöneticileri sürekli olarak ‘tekliflerin/önerilerin CHP’den geldiğini’ beyan etmiştir. CHP tarafından dile getirilen daha fazla milletvekili çıkarılması, daha fazla oy alınması veya bir taktik hamlede bulunulması gibi argümanlar inandırıcı bulunmamaktadır.
İttifakın, küçük partiler üzerinden sağdan oy alınacağı stratejisi üzerine bina edilmesi gömleğin yanlış bağlanan ilk düğmesidir. Bu strateji yönetim modeline de yansımış ve çok parçalı bir yapı izlenimi yaratılmıştır.
SEÇİM SONUCU 4) CHP’nin Aldığı Oy: CHP %25 ile görünürde her zaman aldığı oyu almıştır. Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını, CHP’nin %20-25 arasında oy almasını bekleyen biri olarak, bunca yanlış, taviz ve parti örgütünün/tabanının dışlanması nedeniyle alınan %25’lik oyu CHP adına bir başarı olarak tanımlıyorum; iktidar karşıtlığının öne çıkması nedeniyle bandın üst noktasına ulaşılmıştır.

CHP’nin oyunu koruduğu görüldüğünden, şahsi kanaatim; partiyi eleştirenlerin ağırlıklı bir kesiminin partiye oy verdiği, ancak 3-5 puanlık çıkışın olduğu, önceki seçimlerde baraj problemi nedeniyle, AKP’nin milletvekili sayısını azaltmak için stratejik bir tercihle HDP’ye yönelmiş kesimin dönüşü ve ekonomik yıkıma tepki gösteren kararsızların tercihi ile bu çıkışın telafi edildiği yönündedir. Ayrıca ittifaktaki küçük partilerden kaynaklı olarak azami %1 oyun alınmış olması da bir ihtimaldir.

İlginç olan ise CHP’nin politika ve tercihlerini öven kesimin Kılıçdaroğlu’na oy verirken CHP’ye oy vermemesidir. CHP’nin omurgasına sahip çıkması şartıyla bazı esnekliklerle toplumun farklı kesimlerine ulaşma çabalarını destekleyen çevreler, parti omurgasının tahrip edilmesi nedeniyle şiddetli eleştirilerde bulunmalarına karşın CHP’ye oy vermiş; CHP’nin politikalarını destekleyen sol kesim ise TİP’e ya da Yeşil Sol’a oy vermiş; CHP’deki açılımı öyle veya böyle destekleyen sağ kesim ise farklı gerekçeleri kullanarak CHP’ye oy vermemiş, bir kısmı Cumhur İttifakı’na yönelmiştir.

CHP yönetiminin izlediği politikaların matematiğe uygun olmadığı, temenniye dayandığı, getirisinden çok kaybının olduğu herkes tarafından görülmüştür. CHP götürüsü kesin olan, ama bir kısım getirisi sıfır olan, bir kısım getirisi ise muğlak olan bir politika izlemiştir. CHP aldığı oyu, tabanını muhafaza ettiği ya da tabanından olur aldığı şeklinde değerlendirmemelidir. Türkiye’nin girdiği açmaz CHP’nin aynı oyu almasını sağlamıştır.

5) Millet İttifakı’nın yeni oy alamaması:  İttifak, temel değerler ekseninde sağ ve solu bir araya getirmeyi hedeflemiş; ancak yanlış kurgu, eksik politika ve hedef kitlenin tanımlanmasındaki kusurlar nedeniyle, ittifaktaki partilerin bünyesinde bulunmayan sağın tamamı, solun ise küçük bir kısmı bu ittifaka vize vermemiştir.

Seçimde ittifak adına kilit bir nokta ise, merkez sağın profiline uygun politikaların istenen düzeyde geliştirilememesidir. Geleneksel merkez sağın bir bölümü henüz AKP’nin dönüştürme politikalarının etki alanına tam anlamıyla girmemiştir. Merkez sağ kendi içinde ılımlı, katı milliyetçi ve/veya muhafazakârlığı öne çıkaran tek tipe indirgenemeyecek bir profile sahiptir.

İYİ Parti ittifakta olsa da politika ve söylemde milliyetçi kesim dikkate alınmamıştır. İttifak oy alamayacağı muhafazakâr kesimin en uç kanadını hedefleyerek, ikili bir seçimde oy alabileceği daha geniş merkez sağ kanadı ihmal etmiştir. İttifakın Cumhuriyet değerlerini bir kenara atması, pratikte merkez sağın önemli bir bölümünün de dışlanması sonucunu doğurmuş, çok boyutlu ve şiddetli eleştirilere alan açılmıştır. İki kişinin yarıştığı bir seçimde, geniş kesimlerin tam olarak benimsemese de kendisine daha yakın gördüğü adaya oy vereceği bir seçimde basit hatalar yapılmıştır. Eli titreyerek Cumhur İttifakı partilerine oy vermiş geniş bir kesim bulunmaktadır.

6) Millet İttifakı’nın Yönetim Modeline Eleştiriler: Seçimi kazanması hâlinde ittifaka dâhil partilerin başkanlarına ve 2 belediye başkanına Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı verilmesi ve önemli karar ve atamaların parti başkanlarının mutabakatıyla yapılacağının açıklanması çok ciddi bir hatadır. İttifakın, küçük partiler üzerinden sağdan oy alınacağı stratejisi üzerine bina edilmesi gömleğin yanlış bağlanan ilk düğmesidir. Bu strateji yönetim modeline de yansımış ve çok parçalı bir yapı izlenimi yaratılmıştır.

Amaç muhafazakâr kesimin kendini güvende hissetmesi ve bu yöntemle oy alınması olsa da pratikte götürüsü olmuştur. Potansiyel seçmenlerin ihmal edilemeyecek bir kesimi, ‘bunlar birbirini yer, anlaşamaz, her konuda mutabakat aranır mı, devlet yönetiminde kimin karar verici olduğu belli olmalı’ gibi eleştirileri dile getirmiştir. Elbette bu eleştiri sahiplerinin büyük bölümü her koşulda Cumhur İttifakı’na oy verecek bir kesimdir; ancak hedeflenen seçmen kitlesinde de kafa karışıklığı yaratılmıştır.

Toplum bu modeli kargaşa çıkaracağı gerekçesiyle benimsememiş ve küçük partilerin liderlerine koltuk verilmesi olarak yorumlamıştır. İktidar bu hatayı ve boşluğu ciddi şekilde kullanmıştır.

TOPLUMU DOĞRU OKUMAK 7) Toplumun Okunmasında İdeolojik Saplantılar: Türkiye’de nüfusun geniş kesimi Cumhuriyet ve demokrasi değerlerini benimsemiştir. Bu değerler; çağdaş yaşamın ve demokrasinin vazgeçilmezi olan laiklik, üniter yapı, dışa açık bir ekonomik yapı ve çoğulcu toplumsal yaşamdır. Bu değerlerin, toplumun çok geniş kesiminin onayı olmamasına rağmen siyasiler tarafından örtülü ve keskin şekilde tahrip edilmesi konusu ayrıca irdelenmelidir.

Uygulamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle bazı şikâyet ve taleplerini dile getiren toplumun bazı kesimleri Cumhuriyet değerlerinin tahrip edilmesini, sistemin özüne ve omurgasına dokunulmasını onaylamamaktadır. Rejimle sorunu olan ve uçlarda konumlanan azami %15’lik bir kesim bulunmaktadır.

Cumhuriyet tarihinin neredeyse tamamında söz sahibi olmuş ve Cumhuriyet ile farklı derecelerde kavgalı olan lider ve partilerin icraatlarının faturasını kimse Cumhuriyet’e kesmemelidir. Aynı şekilde Cumhuriyet’e bağlılığını ifade eden kesim, parti ve kişilerin hataları da halk tarafından Cumhuriyet’e fatura edilmemekte, sadece uygulamaların düzeltilmesi talep edilmektedir.

Cumhuriyet tarihinde sağ parti iktidarlarında mağduriyet yaşayan sol kesimin önemsenmeyecek küçük bir bölümü Cumhuriyet’in gölgesi ile kavga ederken, sol-sosyalist kesimin ezici çoğunluğu Cumhuriyet’e sahip çıkmaktadır. Benzer bir durum, uçta yer alan bölümü hariç, sağ kesim için de geçerlidir.

Söz konusu profile rağmen, garip ve gerçek dışı şekilde, bir azınlık sürekli olarak Cumhuriyet’i bir elit kesimin, bürokrat-yönetici kesimin ideolojisi gibi niteleyerek, doğru olmadığı kadar, ahlaki de olmayan bir yaklaşımı yoğun propaganda ile halka kabul ettirmeye çalışmaktadır. Oysa bu değerler azınlığın değil, halkın değerleridir. Bu iddiayı dile getirenler azınlık konumundadır. Türkiye’nin profili bir illüzyonla tersten sunulmaya çalışılmaktadır. Kabul edilmelidir ki, uygulamada sebebiyet verilen bazı sorunlar ve mağduriyetler de bu illüzyona alan açmıştır.

Halkın benimsemiş olduğu değerlerden kopukluğa tekabül eden bu yanılgı üzerinden hareket edilerek Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşmak, iki adayın finale kaldığı bir seçimde oy alınabilecek merkez sağ seçmenin dışlanmasına yol açmaktadır. Uygulamada Cumhuriyet değerlerini kazıyan AKP dahi seçim döneminde halkın şemsiyesi olan Cumhuriyet ve Atatürk’e atıf yapmaktadır.

8) Milliyetçi-Muhafazakâr Kesimin Davranış Saiki: Uzmanlar ve araştırmacılar milliyetçi-muhafazakâr tabanın temel değerlerine ilişkin bir liste sunsalar, bu listede yer alacak temel değerleri hepimiz tahmin edebiliriz. Ancak, kanaatimce radikal sağ, liberal sağ ve solun her kesiminde büyük ölçüde mevcut olan düşünsel berraklık milliyetçi-muhafazakâr merkez sağ kitlede bulunmamaktadır.

Kafa karışıklığının ve oturmamış değerlere dayalı davranış sistematiğinin nedeni ise, bu kesimin çok daha fazla şekilde ‘simgelere’ ve ‘bizden olan/olmayana’ odaklanmasıdır. Örneğin, AKP 2002 sonrasında izlediği orduyu, Cumhuriyet değerlerini ve temel kurumları tasfiye etme ve Türk milliyetçiliğini radikal şekilde dışlama sürecinde oylarını sürekli artırmış, bu süreçte merkez sağ kesimde karşı tepki doğmamış, aksine iktidar oyunu artırmıştır. Çünkü büyük bir ustalıkla ‘bizden olan/olmayan’ ayırımı yapılarak, CHP veya sol söz konusu olduğunda en ilgisiz konularda bile ordu ve devlete laf ettirmeyiz diyen kesimlerin desteği alınmıştır.

Diğer bir örnek ise, soldan bir partinin iktidarında bugünkü yolsuzluk iddialarının %1’i olsaydı, merkez sağ kesim ‘kamu malını çalıyorlar, kul hakkı yiyorlar, haram işliyorlar, dürüst ve ahlaklı değiller’ şeklinde suçlamalar yöneltirdi. Oysa sistematik yolsuzluk haberleri gündemden düşmez iken, kurumsal çöküş yaşanırken ve ahlaki değerler diplerde çöp olurken, bir kez daha ‘benden olan/olmayan’ ikilemi devreye girmekte ve iktidara oy verilmeye devam edilmektedir. Oy verilmesine neden olarak gösterilen milliyetçi-muhafazakâr argümanlar esasında ahlaki yükümlülükten kaçış için kullanılan örtülerdir.

AKP merkez sağın zayıf noktasını, yani kendisinden görünenin bu değerleri tahrip etmesine göz yumabilecek bir düşünce biçimine sahip olmasını çok iyi şekilde kavramış ve bunu kullanmıştır. Eğer Cumhuriyet değerlerini halk benimsediyse, neden bu değerlere karşıt kesimler iktidara geliyor sorusunun cevabı kısmen merkez sağ seçmendeki berrak olmayan bu yaklaşımdır. Cumhuriyet çatısı altında yönetimlerin yaptığı yanlışlar ve uygulamadaki problemler de cevabın diğer kısmını oluşturmaktadır.

9) Alternatif Politikalar Başarılı Olabilir miydi?: Haklı olarak dile getirilebilecek bir soru şudur: eğer ittifak yapılmasaydı, merkez sağı domine etmiş AKP karşısında başarılı olma imkânı var mıydı? Yorumlarımızın teste tabi tutulamayacağını biliyoruz.

Öncelikle, 2018 koşullarından çok farklı bir konjonktürün bulunması nedeniyle 2023 seçiminin ikinci tura kalacağı varsayımından hareket edilmesi alternatiflere yön vermektedir. İkili bir yarışta seçmenlerin bir kısmı zorunlu olarak kendisine daha yakın ya da daha az karşıt gördüğü adaya göre oy verecektir. Dolayısıyla partilerin diğerlerine tamamen benzemeye çalışması ya da bir potada değerlerini kaybederek tabanından ve doğal hedef kitlesinden uzaklaşması gibi iğreti bir durum ortaya çıkmayacaktır.

3 alternatiften bahsedilebilir; 1) Küçük sağ partilerin oy akışı sağlamaması, sağ kesimde herhangi bir karşılıklarının bulunmaması ve sadece yük yaratması nedeniyle ittifakın seçimden birkaç yıl öncesinden itibaren sadece CHP ve İYİ Parti arasında veya Saadet Partisi’nin de dâhil edilmesiyle şekillendirilmesi, 2) Belirtilen iki ya da üç parti arasındaki ittifakın seçimin hemen öncesinde kurulması ve böylece seçimden uzun süre öncesinden itibaren her partinin kendi özgün programını izleyebilmesi ve angajmanların yükünden kurtulması, hedef kitlesiyle daha sağlıklı ilişki kurması, 3) Bir ittifaka dâhil olmaksızın her partinin ayrı ayrı seçimlere girmesi ve özelde CHP’nin ikinci tura kalacağı varsayımıyla oy verebilecek hedef kitleye uygun bir söylem benimsemesi.

Bu varsayımların olumlu sonuç üretmesinde hedef kesimlerin özellikleri önemlidir. Eğer CHP, laiklik, üniter yapı, terörle mücadele (özellikle PKK ve FETÖ) ve eşit yurttaşlık ilkesi gibi Cumhuriyet değerlerine yeterince vurgu yaparak omurgasına sahip çıksaydı ve eşanlı olarak bazı söylemlerle farklı kesimlerle diyalog kursaydı ve milletvekili listesinde parti tabanını da içeren bir çeşitliliğe yer verseydi, bir yandan kendisine yöneltilen teröre tavizkâr olunduğu ve değerlerinden koptuğu eleştirisini bertaraf edecek, diğer yandan hukuk devleti ve insan hakları vurgusu ve ekonomik hoşnutsuzluk üzerinden ikinci tura kalacak bir seçimde HDP tabanından oy alabilecek, kerhen Cumhur İttifakı’na yönelmiş merkez sağ kesime hitap edebilecekti.

HDP’nin doğrudan desteği, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda %10 gibi ciddi bir destek sunarken, oranı ölçülemese de CHP ve İYİ Parti’den oy çıkışına, rakip ittifaka oy girişine veya sandığa gidilmemesine yol açmıştır. Oysa Cumhuriyet değerlerinden taviz verilmeden, ikinci tura kalması kesin olan bir seçimde bir yandan HDP tabanı, diğer yandan rakibe yönelebilecek oyların kazanılması hedeflenmeliydi.

Bu tür ikili seçimlerde sizden farklı olan ve çok farklı koordinatlara tekabül edenlere %100 yaklaşmaya çalışmak yerine (deneyimlendiği üzere sadece kayıp doğurmaktadır), seçmenin iki adaydan kendisine yakın gördüğü adaya oy vereceği gerçeği benimsenmeliydi. Örneğin, 2019 yerel seçimlerinde CHP her kesimin oyuna talip olurken, temel değerlerine vurguyu da ihmal etmemiştir. Karadenizlilerden de, HDP tabanından da oy alınmıştır. (Bu başarının daha farklı nedenleri de vardır; ancak yazının konusuna girmemektedir.)

İttifak mevcut hâliyle yapılmasaydı, merkez sağ ve milliyetçi kesimden oy almayı hedefleyen İYİ Parti’nin eli de rahatlatılmış olunacaktı. Mevcut durumda ittifakın geneline olumsuz bakıştan CHP ile birlikte İYİ Parti’de darbe almıştır. İYİ Parti’nin merkez sağda daha geniş bir alanı hedefleyememesinde, kendi bünyesinden ve izlediği politikalardan kaynaklı diğer bazı argümanlara da atıf yapılabilir.

Önerilen modellerin diğer bir avantajı da, parti tabanı ve örgütün izlenen politikalara daha fazla dâhil edilmesi ve çok daha yüksek bir dinamizmle çalışılmasına fırsat verilmesidir. Çünkü alternatif modeller, ittifakın işleyişinde, izlenen politikalarda, milletvekili listelerinin belirlenmesinde yaşanan aksaklıklara çözüm üretebilme kabiliyetine sahiptir. Çözülemeyen sorunlar ise ikili bir yarışta önemini kaybetmektedir.

İktidarın ilk turda Cumhurbaşkanlığını aldığı 2018 seçimlerine tek muhalif adayla girilmemesinin kayba yol açtığı tezi o dönemin şartlarında belki geçerliydi. 2023 şartlarında, ekonomik, ahlaki ve kurumsal çöküş ortamında iktidarın ilk turda Cumhurbaşkanlığını alması ihtimal dahilinde değerlendirilmemekteydi.

İKTİDARIN GÜCÜ 10) AKP’nin Gücünü Korumasını Sağlayan Ana Faktörler: Güncel tartışmalara meraklı olunması nedeniyle iktidarın gücünün ve ideolojik taşıyıcı kanallarının dayandığı bazı ana faktörlerin yeterince tartışılmadığını düşünmekteyim. Öne çıkan üç faktör, Türk toplumunun maruz kaldığı derin/yaygın dönüşüm ve medyanın yanı sıra diğer ideolojik propaganda aygıtlarının kullanımı ve kullanım şekli ile zaman algısının yitimidir.

İktidar, izlediği eğitim, kültür, din politikalarının yanı sıra devlet kaynaklarını paylaştırmak suretiyle merkez sağ ve milliyetçi kesimi, henüz tüm yönleriyle görünür olmasa da, hızla radikal muhafazakâr bir kimliğe dönüştürme yolunda sonuç alıcı girişimlere imza atmaktadır. Türk milliyetçiliği içinde ciddi bir muhafazakârlaşma meydana gelirken, muhafazakâr kesim daha da radikalleşmektedir. Kabuk ve öz giderek farklılaşmaktadır. Öz boşaltıldıktan sonra, bir anda öze uygun bir kabuk bağlayacaktır.

Hâlihazırda toplum sahip olduğu engin, hoşgörülü, farklılıkları kabul eden Türk-Anadolu kültüründen hızla uzaklaştırılmaktadır. Bu topraklara, tarihe, kültüre format atılmaktadır; Yunus Emre anlayışı kazınırken, Mevlana’ya yeni bir elbise giydirilmektedir. Sığınmacılara açılan kapılar ve bunlara vatandaşlık verilmesindeki aşırı istek de dayatılan bu kültürü tahkim etmektedir.

Bu düşünsel dönüşüme paralel olarak, geniş medya gücü ve tüm devlet kurumları yoğun ve yaygın bir propaganda yürütmektedir. İktidar, muhalefet aleyhine olabilecek en küçük fırsatı dahi kullanmaktadır. Örneğin, CHP’de geçmişte yöneticilik yapmış isimler iktidar medyasına çıkartılarak sürekli şekilde CHP’nin değerlerinden koptuğu propagandası yaptırılmaktadır.

Gerçekte bu değerleri ortadan kaldıran iktidar, CHP’nin eski isimlerini kullanarak CHP’nin değerlerini terk ettiğini yaymaktadır. CHP de izlediği politikalarla bu propagandaya argümanlar sunmaktadır. AKP adına çalışan, ancak CHP’ye sahip çıkıyormuş kisvesiyle hareket eden bu eski CHP’li isimlerin CHP tabanı nezdinde bir ağırlığının bulunduğunu düşünmemekteyim. Bu ve benzer propagandaların tali amacı oy kapmak ya da karşı tarafa gidecek oyları azaltmak olsa da, ana amaç farklıdır.

Sadece seçim döneminde değil, aralıksız olarak kullanılan bu propaganda ve ideolojik dönüşüm aygıtlarının seçim sonuçlarına tesir etmenin ötesine geçen çok vahim sonuçları bulunmaktadır. Çünkü işaret ettiğimiz ideolojik dönüşüm ve propaganda ağının yıkıcı işlevi, iktidara alternatif olabilecek kesimleri ‘düşman’ hâline getirmektir. İktidarın bugün eleştirdiği muhalefet politikaları değiştirilse dahi, bu düşmanlaştırma propagandası farklı argümanlarla aynı amaca hizmet için kullanılmaya devam edilecektir. Düşmanlaştırma medyaya yansıyan hâlinden çok daha derin ve vahimdir.

Geçmişte CHP’ye mesafeli olan bir kesim artık CHP’yi düşman olarak görmekte, CHP’ye olumlu bakma ihtimali olan kesim ise CHP’yi artık bir seçenek olarak görmekten uzaklaşmaktadır. Böylece ya her koşulda iktidarı destekleyen ya da iktidarı eleştirse de alternatifini düşman gördüğü için yine iktidara yönelen geniş bir kitle oluşturulmaktadır.

Topluma alternatif olabilecekler ya düşman ya da iktidara gelseler ülkeyi yönetemeyecek basiretsizler olarak sunulmaktadır. Böyle bir zihinsel dönüşüm, muhalefetin eleştirilerini, çözüm önerilerini, projelerini ve hayallerini topluma iletmeyi engellemektedir; çünkü muhalefeti dinlemeyen, onu düşman gören veya iktidara gelse her şeyi daha da kötüleştireceğini düşünen büyük bir kesim mevcuttur.

Toplumdaki keskin dönüşümün henüz tam anlamıyla fark edilmediğini düşünmekteyim. Gençliğin dünyayla entegre bir kesimine ve sosyal medyaya bakılarak çok farklı ve yanıltıcı yorumlarda bulunulmaktadır. Eğer bu süreç bu şekilde ve bu hızla ilerlerse, 5-10 yıl içinde, sadece CHP ve diğer muhalifler değil, bu partilere oy verenler dahi geniş kesimlerce düşman olarak görülecektir. CHP propagandasını dahi yapamayacak bir konuma düşecektir.

‘Zaman algısının yitimi’ problemi de en çok merkez sağ kesimi hedeflemiştir. Zaman algısı yitimi; içine düşülen darboğazlar ve ekonomik yıkımlar neticesinde insanların artık bırakınız yıllar öncesini, aylar öncesini dahi düşünememesi, bırakınız yıllar sonrasına, aylar sonrasına dönük planlamalar ve öngörüler yapamaması, analiz ve sorgulama yeteneğini kaybetmesi, düşüncelerin uzandığı zamansal boyutun bir gün ve birkaç hafta ile sınırlanmasıdır.

Zaman algısındaki yitim gerçeklikten kopuşu temsil ettiği gibi, zihinlerin istenen yönde şekillendirilmesine de alan açmaktadır. Çünkü artık dün ve bugün vardır, bugün dünden iyiyse, sorun yoktur; geçmiş ve gelecek imgesi yok olmuştur. Bu durum güç ve kaynağa sahip iktidar tarafından ustaca kullanılmaktadır. Zihinlere format atılmaktadır. (Bu konu 13 Kasım 2022 tarihli yazımızda ele alınmıştır.)

Millet İttifakı’nın vaat ve söylemlerinin etkisiz kalmasında, hatta dikkate değer bulunmamasında ve iktidarın tüm başarısızlıklarının gözden kaçırılmasında belirtilen bu dönüşüm ve propaganda ağı etkili olmuştur. Ayrıca yukarıda bahsedilen Millet İttifakı’nın hataları da iktidara başarıyı sunmuştur.

GELECEK ADINA

Ekonomik anlamda önemli katkılar sunabilecek Millet İttifakı, yapısı gereği işaret edilen toplumsal dönüşüme çözüm bulmaktan uzak olmakla birlikte bu süreci (geriletmese de) kesintiye uğratması mümkün görüldüğünden, umutla beklenen 2023 seçimlerinin kaybı çok vahim sonuçlara kapı aralamıştır. Siyasal sistemi değiştiren, yolsuzluk dosyaları ve ekonomik çöküşe karşın gücünü koruyan iktidarın zihinsel ve ahlaki eşikleri aşması halk tarafından onaylanmıştır. Türkiye bir toplumsal çözülüşe doğru sürüklenmektedir.

2002 sonrasında başlayan ve her bir aşaması bir öncekinden daha katı ve keskin olan dönüşüm 4 aşamadan oluşmakta olup, AKP ilk iki aşamayı başarılı şekilde geçerek 3. aşamaya ulaşmıştır. 2023 seçimleriyle geçilen içinde bulunduğumuz bu aşama, önceki aşamalarda sınırlı ölçüde sağlanan ‘kontrollü muhalefet’, ‘kontrollü ekonomi’ ve ‘toplumu dönüştürme’ hedeflerini tamamlamayı içermektedir.

İçinde bulunduğumuz 3. aşamanın hedefleri arasında yer alan kontrollü ekonomiye ilişkin düşüncelerimiz,  9 Nisan tarihli “Krizin boyutu ve seçim sonrasında ekonomik sistemde başkalaşım” başlıklı yazıda genel hatlarıyla açıklanmıştır.

Bu tarihi seçimlerin kaybedilmesi muhalefet partilerini iktidarın dokunuşlarına açık hâle getirmiştir. Muhalefetin büyük kısmının iktidarın yedeğine alınacağı yeni dönemde, bir fraksiyon haricinde Türk milliyetçisi kesimin geniş bir bölümünün (İYİ Parti dâhil) iktidarın örtülü güdümüne alınması kuvvetle muhtemeldir. Böyle bir ortamda özellikle CHP’nin konumu hayati önemdedir.

Başarısızlık ve omurganın tahribatı nedeniyle CHP’de yönetim, kadro ve politika anlamında bir değişim gerekli ve kaçınılmaz olup, mesele bu değişimin iktidarın gölgesinde kalınmadan gerçekleştirilmesidir. Bu yönde orta derece bir riskin bulunduğunu düşünmekteyim. Mevcut risk ve tehlikenin farkında olan, iktidara meydan okuyan güçlü bir muhalefet partisinin demokrasi için elzem olduğu bilinciyle, yazımızda sürekli olarak vurgulandığı üzere, son dönemde hırpalanan omurgasını onaran ve esnekliğini kullanan bir CHP geleceğimiz adına ciddi bir değer olacaktır. Bir parti için hedef iktidardır; ancak güçlü bir muhalefetin rolü ve katkısı da küçümsenmemelidir.

HARABELER ALTINDA CUMHURİYET

Eşit yurttaşlık ve fırsat eşitliği idealleriyle perdelerini açan, bu coğrafyanın derelerini okyanusla buluşturan Cumhuriyet, ilk yüzyılını hazin şekilde noktalamıştır. Cumhuriyet’i zayıflatarak geleceğe yürüme fikri bazıları için bir yanılgı, bazıları için ise algı yaratarak bugünlere gelişi hazırlamıştır. Cumhuriyet zayıfladıkça, toplumda ve devlette derin bir çürüme ve yıkım süreci yaşanmış, çoğulcu demokrasi anlamını ve gücünü yitirmiştir.

Bugün Cumhuriyet’i anlamamış insanlar dahi Cumhuriyet’in çatısı altında hayatlarının belirli bir bölümünü geçirdikleri için, yaşanacak gelişmeler karşısında Cumhuriyet’in ifade ettiği anlamı ve bize ulaştırdığı değerleri daha fazla idrak edecektir. Cumhuriyet yok edildikçe, korunma veya çıkar güdüsüyle maske takan insanların, görüntüsü ve özü farklı olan kesimlerin giderek çoğaldığını göreceğiz. Artık hayatın her alanına daha fazla sirayet edecek baskı ve otosansür üzerinden ikili karakterler, çifte yaşamlar ve sahtelikler daha da hızlı yayılacaktır. Bu başkalaşım esnasında muhtemelen tüm medya mecralarında ‘özgürlüğün ve demokrasinin genişlediğini, ayrımcılığa müsaade edilmediğini, farklılıklara saygı gösterildiğini, çağ atladığımızı’ işiteceğiz.

Bilimin, doğanın, tarihin, sanatın, kültürün, edebiyatın, en önemlisi eleştirel aklın kapılarını başta çocuklar, gençler, kadınlar olmak üzere tüm topluma açan ve demokrasiye beşiklik yapan Cumhuriyet, kendisini yüreklerine ekmiş milyonların donuk bakışları arasında sokağa atılmış, ölüme terk edilmiştir.

Can çekişen Cumhuriyet ağır yaralıdır; ruhunda var olan erdem, zamana uygun değerler sistematiği, ufukların ötesini gören bir zihnin ürünü olması gibi nedenlerle yaşama tutunma çabasını sürdürmektedir. Hepimiz biliyoruz ki Cumhuriyet’in hayata tutunmasını, akabinde ayağa kalkmasını ve topluma yeniden değer katmasını sağlayacak insan gücü ve umut her daim mevcuttur. En önemlisi zamanın ruhu Cumhuriyet’ten yanadır. Sokağa atılmış ve ölüme terk edilmiş Cumhuriyet’e milyonlar kapısını açacak ve vefa borcunu ödeyecektir. Yüreği kanayan milyonlar çoban ateşini söndürmeyecektir.

Ancak bu noktaya gelinmemeliydi; halkın benimsediği, siyasetin ise pratikte terk ettiği Cumhuriyet’in can çekişini ve hayata tutunma mücadelesini izliyor konumuna düşmemeliydik. İlk yüzyıl perdesini böyle kapatmamalıydı.

ü