Türkiye’deki sosyal devlet anlayışının yeniden sorgulanması gerektiğinin en bariz örneklerinden biri olan Türkiye Prekaryası, yoksulluk realitesinin görünürlük açısından ekarte edildiği çok ciddi bir sosyolojik problem olma yolundadır. Küresel bir sınıf şeklinde tanımlanan Prekarya ne enformel ne orta sınıf ne de Proletaryanın bir kolu olarak görülebilecek bir mahiyete sahiptir. İlk kez 1980’li yıllarda Fransız sosyologlar tarafından kullanılan Prekarya terimi; güvencesiz anlamına gelen ‘’Precarious’’ sıfatı ile ‘’Proletarya’’ isminin birleşiminden meydana gelmiştir. İlk zamanlarda geçici ve mevsimlik işçileri tanımlamak için kullanılan terim, değişen konjonktür ile birlikte farklı sosyo-ekonomik bir grup haline dönüşmüştür. Ünlü ekonomist Guy Standing, bu yeni sosyolojik grubun tanımlamasını yaparken Max Weber ve Karl Marx’a atıfta bulunarak Prekaryanın var oluşunu sınıfsal bir yaklaşımla statü üzerinden bir tespit ile değerlendirmiş ve Prekaryanın neo-liberal sistem tarafından biçimlenerek küresel pazar ekonomisi içerisinde şekillendiğini ifade etmiştir. Standing, ‘’Küreselleşmenin Çocuğu’’ olarak yorumladığı Prekarya’nın güvenceden yoksun yedi tip grup tarafından oluştuğunu belirtmiştir. Bu güvenceler sırasıyla emek piyasası, istihdam, iş, çalışma, vasıfların yeniden üretimi, gelir ve temsil güvencelerini temsil etmektedir. Üretimin, iş gücünün, çalışmanın, emek, mekân, özlük haklarıyla farklı sosyolojik ve kurumsal eylemlerin soyutlaşarak güvencesizleştiği, çeşitli siyasi, dini ve etnik kimliklere uyumlu bireyselliklere nüfuz ederek esneklikten doğan Prekarya, Standing’in yorumuyla tarihte siyasi, içtimai ve iktisadi haklarını sistematik olarak kaybeden ilk sınıftır ve bu manada klasik Proleteryanın kazanımlarından uzak bir yapıya sahip olmuştur. Prekaryanın dört adet özgün özelliği mevcuttur: bu özelliklerden birincisi; güvence altında olmayan gelirleri ve bu gelir yapısının diğer gruplardan farklılık teşkil etmesidir. İkinci özellik; garanti olan devlet veya şirket yardımı ve kişisel birikimleri bulunmayan bu grubun ihtiyaç halinde yakın çevresinden yardım almasıdır. Üçüncü özellik; kendisini emek sektöründen biri olarak görmemesi olurken dördüncü özellik ise zaman kontrolünden yoksun bu sınıfın birçok şeyi kısa zamansal planlamalarla bölünmüş olmasıdır. Prekaryanın özellikleri arasında yer alan bir başka mahiyet de ‘’kısmi vatandaşlık’’ kavramıdır. Bir nedenle normal vatandaşlık hakları üzerinden sınırlandırılmış haklara sahip olan kişilerin taşıdığı ‘’kısmi vatandaşlık’’ statüsü, çoğunlukla mülteci, sığınmacı, yasa dışı göçmen ve kriminalize edilen suçlular gibi geniş bir kitleyi kapsamaktadır. Günümüzde pek çok ülkedeki yetişkin nüfusun dörtte birini Prekarya sınıfının oluşturduğuna dair rakamlar paylaşılırken kimlerin bu gruba dâhil olduğu da başka bir tartışma konusu olmuştur. Prekarya içerisindeki bileşenler birbirinden farklı alanların aktörleri olsa da daha çok kadınlar, gençler, yaşlılar, stajyerler, etnik azınlıklar, engelliler, hapishanedeki hükümlüler, göçmenler, mevsimsel işçiler, dönemsel çalışanlar ve proje elemanları bu grubun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Prekarya gruplar halinde kendi içerisinde üç kesime ayrılmaktadır.  Birinci kesim; eğitimsiz lakin iletişim çağında global bilgiye rahatça ulaşabilen en yoksul gruptan oluşmaktadır. İkinci kesim; güvencesiz ve hayatta kalabilme mücadelesi adına çalışan kesimdir. Bu gruba ülkelerinden uzakta korunmaya muhtaç, sığınmış ve sindirilmiş göçmenler de dâhildir. Üçüncü kesim; iyi eğitimli, teknik ve teknoloji bilgisi üstün ve donanımlı ancak işsiz kesimden oluşmaktadır.
Tercih şansı elinden alınmış bir kitle, bu sistem karşısında elbette ki korunaksızdır ancak ‘’sınıflaşamayanlar sınıflaşırsa’’ gittikçe büyüyen bu yeni sosyo-ekonomik sınıf, güç dengelerini değiştirebilir.
Türkiye Prekaryası, orta sınıfın saydamlaştığı mevcut konjonktürel tablo karşısında, bir küme şeklinde büyüyüp hatta Beyaz Yakalılar denilen bir başka aktif sosyo-ekonomik grubu da içine çekerek varlık alanını her geçen gün genişletmeye devam etmektedir. Dönemsel olarak inşaatlarda çalışan işçiler ve kayıt dışı taksi, dolmuş şoförleri, daha ucuza ve güvencesiz çalıştırılan mülteciler, geçici işlerde çalışan üniversiteliler, eğitimlerini tamamlamış istihdam edilmesi gereken ancak iş bulamayan üniversite mezunları, proje bazlı çalışan beyaz yakalılar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda çalışan kadrosuz ücretli öğretmenler, özel eğitim kurumlarında sigortasız bir biçimde çalıştırılan eğitimciler, düzenli bir iş bulamadıkları için istikrarsız bir iş hayatı sürdüren KHK’lılar vs. her geçen gün çığ gibi büyümekte olan Türkiye Prekaryası’nın bileşenlerini oluşturmaktadır. Türkiye Prekaryası, gittikçe büyüyen bir yapıya sahip olmasına rağmen sorunlarını dile getirebilecek haklarını savunabilecek sendika ya da dernek tarzı hukuki bir platforma da sahip değildir. Üstelik Prekarya ile ilgili durum tespiti adına bugüne kadar yapılan akademik çalışmaların da çok sınırlı olduğu görülmektedir. Keza aynı şekilde siyasi partilerin sosyo-ekonomik faaliyetleri içerisinde Prekaryanın kendisine yeterince yer bulamadığı da ayrı bir gerçekliktir. Mezkûr sistem, Türkiye’deki Prekaryanın sorunlarının saydamlaştığı mevcut statüsünü benimseyerek Prekaryanın da bu durumu içselleştirmesini sağlamaya çalışan bir düzen inşa etmektedir. Türkiye’deki sosyal devlet anlayışının yeniden sorgulanması gerektiğinin en bariz örneklerinden biri olan Türkiye Prekaryası, yoksulluk realitesinin görünürlük açısından ekarte edildiği çok ciddi bir sosyolojik problem olma yolundadır. Bu durum; emek ve işgücünün tırpanlandığı, hakların yeterince verilmediği bir düzen sonucunda yeni gelen kuşağın nesiller boyunca sosyo-ekonomik sorunlarla boğuşmasına neden yaratacaktır. Beyaz Yakalılık ile sunulan suni özgürlüğün uyuşturmuş olduğu zihinler, kendi hak ve hukukunu savunmaktan aciz eğitimli bir kitleyi pasifleştirme yoluna doğu sürüklemektedir. Böylelikle, artmakta olan işsizlik, güvencesiz ve kısa süreli çalışma hayatı, her geçen gün yeni bir çalışan yoksul profilini doğurmaya devam edecektir. Tercih şansı elinden alınmış bir kitle, bu sistem karşısında elbette ki korunaksızdır ancak ‘’sınıflaşamayanlar sınıflaşırsa’’ gittikçe büyüyen bu yeni sosyo-ekonomik sınıf, güç dengelerini değiştirebilir. Zira önümüzdeki çeyrek asırda Türkiye’de bir Prekarya tahakkümünün tezahür etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.