Yalçınkaya kararı sonrası yargı çevrelerinden gelen ilk intibalar, bir rahatlamaya işaret ediyor. Mahkemeler ve hakimler de böylesi bir siyasi baskı atmosferinden artık rahatsızlık duyuyorlar ve hukuk devletine geri dönüşün ilk adımlarını atıyorlar.

“Bazı ülkelerin etkisi altında kalarak yetkilerini aşan, Türkiye’nin egemenlik haklarını hiçe sayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, sistemin kurucu üyesi İngiltere bile tahammül edememiştir. Bizim de terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan kurumların kararlarına ne saygı duymamız ne de onların dediklerine kulak asmamız mümkün değildir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meclis açılısı sırasında sarf ettiği bu sözler, aslında bir gerçeğin itirafı niteliğinde. Sayın Cumhurbaşkanı, önce AİHM kararlarına olsa olsa “tahammül edilmesi-edilmemesi” noktasında bir sorgulama yapıyor ve İngiltere’yi örnek gösteriyor. Bu durum aslında sayın Cumhurbaşkanının hukukla kurduğu ilişkinin, hukuk devleti kavramını ne kadar içselleştirdiğinin de itirafı. Daha sonra ise, Türkiye’nin uyguladığı hukuk dışı ceza hukuku politikalarının eleştirisi niteliğindeki Yalçınkaya kararı özelinde AİHM’i “terör örgütleriyle aynı hizada sıralanmakla” itham ediyor, karara saygı duymadığını söylüyor.

Buraya kadar siyaseten olsa bile hukuken, bence hiçbir sorun yok; tümü sayın Cumhurbaşkanının öznel düşünceleri ve ifade özgürlüğüdür. Elbette, sayın Cumhurbaşkanı bu düşüncelerinde yalnız değildir, Türkiye’de maalesef bu yönde düşünen çok sayıda vatandaşımız olduğunu da biliyoruz. Sorun, ifadelerin son bölümünde, “onların dediklerine kulak asmamız” bölümünde toplanıyor.

Türkiye bir hukuk devletidir. Fiili durumu tartışabiliriz ama en azından Anayasa’nın 2.maddesi öyle diyor. Devletin temel niteliğine ilişkin bu madde, yeni Anayasa tartışmalarının da ışında bugün itibariyle değiştirilmediği, değiştirilmesi teklif dahi edilemediği için Türkiye’yi hukuken bir hukuk devleti olarak kabul etmek zorundayız.

Aynı Anayasa’nın 90.maddesi son fıkrasına göre usulüne göre imzalanmış, onaylanmış ve Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş bir uluslararası antlaşma, hele de temel insan haklarına ilişkin hükümler içeriyorsa, kanunlardan da üst seviyede değer görmek zorunda. O halde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri gereği AİHM kararlarına ister saygı duyulsun ister duyulmasın, “kulak asılmak” mecburiyetinde.

Sorun özellikle geçen hafta açıklanan Yalçınkaya/Türkiye kararında, Türkiye’nin Sözleşmenin “kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralına ilişkin 7.maddesini ihlal etmesinden kaynaklanıyor. Sayın Cumhurbaşkanının AİHM’i “terör örgütleriyle aynı hizada sıralanmakla” suçlaması da bu yüzden. Oysaki aynı AİHM, 2019 yılında Parmak ve Bakır/Türkiye kararında da yine 7.madde ihlali vermiş, bu karar uygulanarak yargılamanın yenilenmesi yolu işletilmiş ve başvurucu sanıklar Ağır Ceza Mahkemesi’nde beraat etmişlerdi. Beraat kararı bugün itibariyle Yargıtay’da onaylanmayı bekliyor; çok yakında o karar onanacaktır. Yani Türkiye, Cumhurbaşkanının hedef göstermediği AİHM kararlarına gayet güzel uyuyor.

Türkiye, hukuk devletine dönmek zorunda, çünkü bu kadar hukuk dışılığı artık ne ekonomi ne siyasi yapı ne de günlük hayat kaldırabiliyor. Sayın Mehmet Şimşek’in, geçtiğimiz hafta Londra’da finans çevreleriyle toplantısında, masadaki en önemli başlıklardan birinin Türkiye’nin hukuka uyup uymayacağı sorusu olduğu artık bir sır değil. Bu konuda güvence vermek de artık yetmiyor, herkes somut gelişme görmek istiyor. Öyle ya, benzin 40 lira, dolar 27 lira! Nasıl oluyor? Sürdürülebilir enflasyon mücadelesi için kaynak gerekiyor, o da yalnızca hukuk karşılığı sağlanabiliyor.

AİHM kararı, Türk yargısını rahatlatmak bakımından da şüphesiz bir etki gösterecektir, ne var ki hukuku içselleştirip bir türlü kabullenemeyenlerin yargı üzerindeki siyasi baskısı en büyük engel.

Finans çevrelerinden randevu talep edilen aynı İngiltere’nin hukuka kurguladığı ilişki, sayın Cumhurbaşkanının algıladığının çok ötesinde olabilir; kaldı ki İngiltere yalnızca Avrupa birliğinden çıktı, Avrupa Konseyi ya da AİHM’den değil ve tahammülün dışında, uymadığı bir AİHM kararı da yok. Bu algı çarpıtmaları, normal şartlar altında muhalefetin iktidardaki kişiyi yıpratmak, konu üzerindeki cehaletini göstermek ve bilgisizliğini sorgulamak adına sonuna kadar kullanabileceği noktalar içerse de, heyhat, nerede o muhalefet!

Yalçınkaya kararı sonrası yargı çevrelerinden gelen ilk intibalar, bir rahatlamaya işaret ediyor. Mahkemeler ve hakimler de böylesi bir siyasi baskı atmosferinden artık rahatsızlık duyuyorlar ve hukuk devletine geri dönüşün ilk adımlarını atıyorlar. AİHM kararı, Türk yargısını rahatlatmak bakımından da şüphesiz bir etki gösterecektir, ne var ki hukuku içselleştirip bir türlü kabullenemeyenlerin yargı üzerindeki siyasi baskısı en büyük engel. Bu baskı ya ortadan kalkacak ya da artık ters tepmeye başlayacak. Deniz bitti, Türkiye’nin sırtı geri gide gide duvara değdi. Bir gün bunlar olacaktı, bugün oldu. Tek bir yol var önümüzde, o da hızla hukuk devleti kodlarına rücu etmektir. 100.yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hakkı, kürsüde cüppesinin hakkını verebilen hakimler görebilmektir.