İnançları savunan tarafın pratikleri ile söylemlerinin arası giderek açılırken; materyalist dünya modelini destekleyenler ‘vicdan’, ‘ahlak’, empati gibi duygusal motivasyonla hareket ediyor. Üstelik bu bireylerin öte dünya tasavvurları bulunmadığı gibi kimseden de bir kabul beklemiyor.

Sadece ben mi böyle hissediyorum bilemiyorum. Nefes almak gün geçtikçe zorlaşıyor bu ülkede. Gelir adaletsizliğinden dem vuruluyor sürekli. Evet geçim derdi etrafımızla çatışma ve yetememe duygusunu beraberinde getiriyor.

Ekonomik zorluk sadece ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorluk yaratmıyor. Bu dengesizliğe eşlik eden bir acımasızlık usul usul artıyor sanki. Ülkede yaşatılan ekonomik krizin kötü yönetimden ayrı bir arka planı var gibi bu felaketler rövanşizmin, yani intikam siyasetinin bir parçası gibi görünüyor. Küresel siyasi iklim de bu ‘acımasızlık’ı usul usul besliyor; sanki bir el merhametsizliği örgütlüyor.

Ötekileşen duygular

‘Mantıklı düşünmek’ diye bir söz bulutu dolaşıyor havada. Herkes mantıklı(!) düşünme telkininde. Meselelere objektif, soğukkanlı ya da önyargılara değil, salt felsefede belirlenmiş düşünme disiplinine bir biçimde yaklaşmayı içeriyor bu tanım. Elbette bilinç, bilinçaltı karşıtlığı da kavramın alt çağrışımlarını barındırıyor.

Önceleri insanın karar alırken bir tür kâr zarar dengesini gözettiği düşünülürdü. Şimdilerde ise aldığımız kararları tamamen bilinçdışının yönlendirdiği söyleniyor. Buna karşın güncel pratikler hâlâ duyguları yok sayıyor.

Duygular, sezgiler, hayaller görünmeyen her olgu yani soyut olan her düşünce dalga konusu oluyor. Oysa ki var olan tüm tezler, felsefe, bilim, teknoloji, esasen soyut düşüncenin ürünü. Kurumsal dinlerin dogmalarından kökenini alan zulmü bertaraf etmek için soyut olan her şeye savaş açmanın yaşam motivasyonunu düşürdüğü söylenebilir. Mistifikasyon dediğimiz her şeyi bir kutsala bağlanma arzusu ya da görünmeyeni görünenden üstün kılma hali çok büyük yıkımlar yarattı. Bu durumu kabul etmek lazım. Ancak bu yıkımlar gerekçe gösterilerek duyguların, hissedebilmenin, bir şeylere adanmanın ve bu soydan nice kavramın değersizleştirilmesinin, insanın anlam arayışının küçümsenmesinin de eşit oranda yıkıcı etkileri olacağı kanaatindeyim. Giderek somutlaşan, veriye indirgenen, sadece analitik düşünmenin var olduğu sasılaşan hayat ideali de insanın benliğine yabancılaşması anlamına gelebilir. Her şeyin efsaneleşmesi kadar umut vermesi olası inançların, kanaatlerin, sezilerin ötekileştirilmesi de bir bakıma zorlayıcı kırılmalara yol açabilir.

Fizik vs. Metafizik

Benim çevremde gördüğüm çoğunluk, analitik düşünme eğiliminde. Verilere bakıp bilimsel düşünme yöntemini işleterek sonuca varılması olarak özetlenebilir bu bakış açısı. Kimileri bunu pozitivizm olarak tanımlıyor. Tabii bir de bu düşünme silsilesinin dışında kalan farklı akıl yürütmelere sahip insanlar var. Kaldı ki analitik düşünce metodunun henüz açıklayamadığı birçok olgu mevcut.

Örneğin felsefi anlamda metafiziği inceleyen ve savunanlar (bilhassa muhafazakar cenah) bu dünyanın, maddenin geçiciliği üzerinde duruyor. Buradan hareketle materyalizmi ve onun diyalektiğini çürütmeye çalışıyorlar. Öte yanda materyalist felsefeyi savunanlar özellikle görünmeyeni üstün kılmanın insanları kandırmaktan başka bir anlamı olmadığını, halkı ekonomik refah, kültürel seviye, güvenlik bakımdan geride bırakmak için inançların istismar edildiğini savunuyor.

Fakat bu iki karşıt fikrin savunucularının içinde bulunduğu tavır korkunç bir paradoksu barındırıyor. İnançları savunan tarafın pratikleri ile söylemlerinin arası giderek açılırken; materyalist dünya modelini destekleyenler ‘vicdan’, ‘ahlak’, empati gibi duygusal motivasyonla hareket ediyor. Üstelik bu bireylerin öte dünya tasavvurları bulunmadığı gibi kimseden de bir kabul beklemiyor. Dolayısıyla duyguların metafizik alana indirgenerek dışlanması anlayışı makul bir açıklama sağlamıyor sanki. Analitik düşünce duyguların arka planındaki o kavrama özgü işleyişi henüz çözememiş gibi duruyor. Ayrıca akıl yürütme metotlarının bize öğretilmiş yöntemler olduğunu da unutmamak gerekir.

Bilim ve bilimsel körleşme

Bilimin hayatlarımızı kolaylaştırdığı aşikar. Bu sayede giderek daha öngörülebilir ya da güvenli bir çevrede yaşamaya başladık. Ne var ki bilginin metalaşması ve serbest piyasa ekonomisine bırakılması bir dizi problemi beraberinde getirdi. Hangi kavram mükemmel olursa olsun formüle insan dahil edildiğinde oradan bir iktidar alanı çıkıyor.

Zira atom bombasının icadı ve Nazi Almanya'sında bilimin kötüye kullanımı dahil birçok vaka bilimsel düşüncenin insanların vicdani karar almasında etkin olamama ihtimalini çok acı bir biçimde ortaya koydu. Zaten dini değerleri ileri sürenler argümanlarını tarihte yaşanmış trajediler üzerine kuruyor. Ortaçağa rahmet okutacak bilim ve materyalizm karşıtlığı bu tip fikirler böyle güçleniyor,

Merhamet, vicdan, sağduyu, diğerkamlık hepsi ama hepsi materyalist dünya modelinin karşıtı gibi konuşuluyor her iki cenahta da… Bilimi savunan taraf, duyguları demistifiye ediyor. Bu durum hayal kurma yetisine ket vurarak başka yönden bir körleşme yaratabileceği kuşkularını doğuruyor zihnimde. Bu gidişle sezgisel düşünme iyiden iyiye ötekileştiriliyor. Analitik zihin ve duyguların arasında gri bir alan olduğunu düşünüyorum. Bu süreç makul olmayan, karanlıkta kalan duygularımıza tahammül etmeyi zorlaştırıyor. Giderek robotlaşıyoruz. Duygusuzluğa mahkum edilmeye katlanamıyorum. Bu sistem mantıklı düşünme maskesi işe acımasızlığı dayatıyor.