Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Osman Can, HDP’ye açılan kapatma davasının hukuki değil siyasi hesaplarla açıldığını ifade ederek; “Türkiye’nin bütün kaderini tek kişinin psikolojisine, onun ruhsal dalgalanmalarına getirip bağlıyorsanız başınıza her şey gelir. Açıkçası Türkiye’de, devlet olma özelliğini kaybetmiş, devlet olma iddiasını kaybetmiş bir yapı var. Çok karamsar bir şey bu ama realiteyi görmek gerekiyor.” dedi. Sunuş İnsan ne olursa olsun değişen bir varlık. Değişimin sonuçları kabul edilebilir olmasa da bu gerçek değişmiyor. Hele siyasetçi iseniz değişim kaçınılmaz. Önemli olan değişimlerle birlikte geçmişte göremediğiniz ve birer hata olduğunu düşündüğünüz şeyleri bugün açık yüreklilikle ifade edebilmeniz. Kendisini AYM raportörü iken tanımıştım. Sonra istifa etti ve üniversiteye geri döndü. Yıllar sonra AKP’den siyasete girdi, milletvekili oldu. Bugünlerde siyasi parti kapatma davaları üzerine bir kitap yayımladı. Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Osman Can ile hem kitabını, hem de geçmişte siyaseten yapmış olduğu hataları konuştuk. Türkiye’nin bugünkü halini “devletsellik özelliğinin kaybedilmesi” olarak tanımlayan Can, tek kişinin iradesine bağlanan bir sistemin  fayda sağlamayacağını söylerken, ülkenin önceliğinin yeni anayasa olduğunu, ancak bunun için öncelikle siyasi partiler kanununun, seçim kanununun ve TBMM iç tüzüğünün değişmesi gerektiğinin altını çiziyor. Yeni kitabı için ise “HDP’ye açılan kapatma davası bu kitabı yayınlamamı hızlandırdı” yorumunu yapıyor. Murat Aksoy Anayasa Mahkemesi raportörü olarak siyasi parti kapatma davalarında raportörlük yaptınız. Şimdi de Siyasi Parti Kapatma Davaları adında bir kitap yayınladınız. Bu kitabı yazma gerekçeniz ne? Parti kapatma konusunu ilk 2005’te doçentlik tezimde ele almıştım. O zaman elimizde AYM’nin o tarihe kadar verdiği parti kapatma kararları ve bu çerçevede üretilmiş olan klasik içtihatları vardı. 2001 yılında anayasa değişikliğiyle siyasi partilerin kapatılması zorlaştırıldı, ki bu oldukça olumluydu. 2008’in başında HAKPAR kararı, 2008 temmuz ortasında AKP kararı ile yeni içtihatlar ortaya koydu AYM. Bu arada 2009’da DTP’nin kapatılması biraz sürpriz oldu. Nitekim bu kapatma kararını AİHM, sözleşmeyi ihlal olarak değerlendirdi. İşte bütün bu süreçte yaşananları yeniden ele alıp değerlendirmek gerekiyordu. Bu kitap biraz da onun motivasyonu ile yazıldı. Sadece bu olmasa gerek… Evet, değil. Bir başka önemli neden, benim bu konudaki savunduğum düşüncelerdeki değişimdir. Ben siyasi partilerin kapatılmasının çok anlam ifade etmeyeceğini düşünüyordum. Ama bu düşüncem değişti. Demokrasinin kendini koruyabilmesi için siyasi partilerin kapatılabilmesi gerekebilir. Neden? Bir demokrasinin kendini koruması gerekiyor. Bunu dediğimiz zaman eski ezber şablonlara da gidebiliyoruz. Benim dediğim biraz daha farklı. İÇ DEMOKRASİSİ YOKSA, “PARTİ” DEMOKRASİ İÇİN BİR TEHDİTTİR Nasıl farklı? Siyasi partiler bir yönüyle demokrasinin başlangıç noktası sayılır. Yani siyasi partiler, demokrasinin işleyiş temeli. Mevcut demokrasiler bir anlamda partiler demokrasisidir. Ki AYM de böyle bir ifadeyi kullanıyor. Ancak popülizmin yükselişi ile birlikte siyasi partilerin yapısına yeniden eğilmemiz gerektiğini düşünmeye başladım. Bunda Türkiye’de, dünyada yaşanan deneyimler kadar benim Venedik Komisyonu’ndaki gözlemlerim de etkili oldu. Demokrasi dediğimiz şey evet siyasi partilerin varlığıyla anlamlı ama onun kadar önemli olan şey de söz konusu partilerin gerçekten siyasi parti olup olmadığı... Bu açıdan bakıldığında bir siyasi partiyi demokrasinin varlığı için anlamlı kılan şey, parti içi demokrasinin işleyip işlemediği… İşte böyle baktığımda farklı ülkelerdeki pek çok partinin demokrasinin işleyişini mümkün kılan yapıda olmadığını düşünmeye başladım. Siyasi partiler çok iyi iddialarla ortaya çıksa bile, parti içi demokrasi işlemiyorsa, bizatihi demokrasi için tehdide dönüşebilirler, hatta dönüşmeleri kaçınılmaz diyebilirim. Bu açıdan parti içi demokrasi hem siyasi partilerin birer parti olması hem de demokrasinin işlemesi için ilk şart. Ve parti içi demokrasi yoksa veya işleyişinden bilinçli olarak kaçınılıyorsa, o partinin demokrasi ilkesiyle varoluşsal bir karşıtlık içinde olduğu kabul edilmeli ve kapatılabilmeli. Dünyada yükselen popülizm dalgası bizim demokrasi üzerinde daha hassas olmamızı gerektiriyor. Demokrasiyi çok eleştirebilir, eksikliklerinden şikâyet edebiliriz ama onu kaybetmeden değerini bilmemiz gerek. DEMOKRASİ, DÜŞMANLARINA DEĞİL, SÖZDE DOSTLARINA YENİLİYOR Demokrasinin kendini koruması derken… Mücadeleci demokrasi düşüncesine farklı bir şekilde yaklaşmamız gerektiği düşüncesi uyandı bende. Eskiden demokratik devlet ile demokrasi düşmanı siyasi partiler çelişkisinden hareket edilirdi ve demokrasinin kendini koruması için demokrasi düşmanı partilerin kapatılması gereğini tartışırdın. Ancak demokrasinin günümüzde aldığı yenilgilerin sebebi, demokrasi düşmanı partilerden çok, demokrasi iddiasına sahip olmakla birlikte, parti içi demokrasiyi işletmediğinden hızla savrulan partiler olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu kitap biraz da bu düşünsel arayışların bir sonucu. Ama başka bir gerekçe de HDP hakkında açılan davadır. Nasıl yani? HDP’ye açılan kapatma davası sürprizdi. Bu konjonktürde böyle bir dava beklemiyordum, en azından makul bir hukuki ve siyasi değerlendirme yaptığımda. Mesela 2014’de Kobani olayları sonrası olsa anlaşılabilir ya da 2015 hendek olayları vs. olsa bu davanın hukuki bağlantısını konuşabilirdik, hukuki değerlendirme yapabilirdik. Ama şimdi ortada hiçbir şey yokken HDP’ye kapatma dava açılması hukuki yönden ele almak pek mümkün değil. Bu gelişme üzerine, bu alandaki birikimimi, AYM raportörlüğü ve Venedik Komisyonu deneyimlerimi, bu alanda hem uluslararası hem de ulusal gelişmeleri toparlayarak bu kitabı yazdım. Kitabın hem siyasi hem de hukuki değerlendirmeler için bir kaynak ve referans olmasını arzu ediyorum. AYM’NİN DEMOKRASİYİ ÖNCELEDİĞİ TEK KARAR AKP’YE KAPATMA DAVASIYDI Peki şimdi Türkiyede kapatılan partilere bakalım. Bugüne kadar Kürtlerin, Muhafazakârların ve sosyalistlerin partilerinin kapatıldığını görüyoruz. Neden? Siz üç grup yaptınız ama esasta iki grup var. Kürtler ve islamcı gelenekteki partiler. Nitekim parti programlarında sosyalizm ya da sol düşünce yer almasına rağmen o partilerin de mesela Türkiye İşçi Partisi, Emek Partisi, Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin kapatılma gerekçesi Kürt meselesinde devletin kabulleriyle uyuşmayan tutum alışlarıdır. Sadece sosyalizmi savunuyor diye partiler kapatılmadı. İkinci gelenekte İslamcı partiler. MSP’den başlayarak bu devam ediyor. Gerekçe de laikliğe aykırılık. Dolayısıyla devletin bu konuda iki hassasiyeti vardı; bölücülük ve laikliğe aykırılık. Kapatılan partiler de bu iki gerekçe ile kapatılmıştır. Ama bu kapatma geleneği Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşmasına ya da güçlenmesine katkı sunmamıştır. Neden peki? Çünkü, bizde siyasi parti kapatma mekanizması demokrasiyi koruma amaçlı değil, devletin, sistemin AYM üzerinden kendisi için zararlı gördüğü partilerin oyundan düşürülmesi. AYM’nin demokrasiyi öncelediği, onu dikkate aldığı tek karar var. O da AKP’nin kapatılma davasında verdiği karardır. Bu davada AYM, demokrasi meselesini başlı başına bir unsur olarak değerlendiriyor ve parti laikliğe aykırı olmuş olmasına rağmen demokrasiye aykırı olmadığı için kapatmaktan vazgeçiyor. Sadece yıllık devlet yardımınının yarısı oranında yaptırım uyguluyor. Bu davada demokrasinin başlı başına bir ağırlık merkezi olarak siyasi parti kapatmalarda nitelendirildiğini görüyoruz ilk defa. Kapatılan davalarda da demokrasi ilkesine aykırılık gibi bir gerekçe bulunmuyor, demokrasi kavramını çok kullansa da… Başka bir istisna da 2008’de HAKPAR’ın kapatılmaması. Orada federasyon önerisi de var. Daha önce öz yönetim, özerklik kelimesini kullanan partiler kapatılıyordu ama bu defa HAKPAR federalizm önerisine rağmen kapatmadı. Gerekçesi de bu talebin barışçıl olmasıydı. HDP’YE KAPATMA DAVASI ANLAMSIZ Peki HDPnin kapatılma davasını nasıl okumalıyız? Şimdi yepyeni ve sürpriz bir durum var bizim karşımızda. Hani 2010 öncesi dönemin belli bazı parametreleri vardı. Rejimin temel tercihleri ile çatışan ya da onlara tehdit oluşturacak partilere izin verilmezdi ve hatlar belliydi. 2008-2009-2010’larda Anayasa Mahkemesi kararlarında demokratik perspektif hazırlık kazanmaya başladı. Şimdiyi ilginç kılan ise bir partinin kapatılmasını başka bir partinin istemesi ve bunun üzerine kapatma davasının açılması. 2000 öncesi parti kapatmalarında politik bir kaygı vardı ama bu kaygıyı herkes okuyabiliyordu ve herkes de biliyordu ki rejimin sistemin sınırları bellidir. Öngörülebilir bir sınırı vardı. Şimdi yok mu? Evet yok. Şimdi sınır ne, hassasiyet ne bilmiyoruz. Geldiğimiz noktada parametrenin ne olduğunu bilemiyoruz. Program deseniz değil, tüzük deseniz değil. Bölücülük falan dediğiniz, o da yok. Şiddet eylemleri deseniz yok. Eğer gerekçe oysa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 2014-2015’de neden bu davayı açmadı? Özetle elinizde parti kapatmak için somut bir suç olgusu yok. Dahası HDP bugün demokrasinin inşası ortak paydasında buluşan muhalefet cephesinde. Muhalefette kilit parti adeta. Özetle eskiden parti kapatmalarında ideolojik parametrelere göre hareket eden ama öngörülebilir bir süreç vardır. Bugün ne olduğunu bilmiyoruz. İktidar bloğuna dahil bir partinin lideri HDP kapatılmalı diyor, hızla iddianame hazırlanıyor. HDP’NİN KAPATILACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM Peki var olan hukuki gerekçeler, hukuk ve AYM yapısını dikkate aldığınızda HDP kapatılma davası ile ilgili beklentiniz nedir? Hukuki olarak kapatılmasını mümkün görmüyorum. AYM’deki oylamada 15 üyenin 10’nun kapatma yönünde oy kullanması gerekiyor. Ben AYM üyelerinden 10’unun gerçekten böyle bir iddianame ile partinin kapatılabileceği yönünde el kaldıracağını zannetmiyorum. Zan mı, beklenti mi? Dahası inanmak istemiyorum ve çok da ihtimal vermiyorum işin doğrusu. Yani parti kapatmaya yetmeyecek. AYM her şeye rağmen özerkliğini koruyor yani Merkez Bankası’nın faiz konusunda olduğu gibi talimat almıyor. AYM üyelerine talimat verilemez, verilmek istense de AYM üyelerini buna zorlayacak bir mekanizma yok. AYM kararlarına baktığımızda her şeye rağmen özerkliğini korumaya çalıştığını çok net olarak görebiliyoruz. Tabi ne kadar devam eder onu da bilemeyiz. AYM çoğulculuğunu kaybettiği oranda, özerkliğini, en azından tarafsızlığını kaybeder. Dolayısıyla AYM’nin bu özerkliğinin hem desteklenmesi hem korunması sadece muhalefet açısından değil toplum açısından herkes açısından çok önemli. Sadece muhalefet değil, iktidar bloğunun da bu konunda hassas olması gerekiyor. Zira adalet herkese lazım. Yarın: AKP giydiği gömleği neden soydu? İktidar otoriterleşirken MKYK’da neler yaşandı? Osman Can o süreçlerde neleri gözlemledi? Hataları neydi, özeleştirileri var mı? ‘Yetmez ama evet’ tartışmasına nasıl bakıyor? Ona göre Anayasa değişikliği çalışmalarına nereden başlamalı?