Bilmem çok iddialı bulur musunuz bir ülkedeki kurumlar o ülkenin sosyolojik özellikleri üzerinden oluşur desem? Ve örnek olarak da bu ülkedeki siyaset kurumu ile futbol kulüplerinin benzerliğini versem?
Gerçekten de geçenlerde bir kulüp başkanının sahaya inip de hakeme yumruk atması olayının düşündürdüklerini siyaset kurumunun bildik davranış kalıplarıyla ilişkilendirip düşünürsek büyük benzerliklerin olduğu çok açık!.
Mesela Yargıtay'ın Anayasa mahkemesinin kararını uygulamayıp bir de üstüne bu mahkemenin üyeleriyle ilgili suç duyurusunda bulunması ile bir kulüp yöneticisinin futbol maçının en üst karar mercii olan “Hakem’e” yumruk atması aynı davranışın başka alanlarda vuku bulması konusunu hiç yan yana koyup düşündünüz mü? Hele hele Yargıtay üyelerinin iktidar tarafından atandığı gerçeği ile yumruk atan kulüp başkanının da aynı iktidar partisinin eski milletvekili olması tümüyle tesadüf sayılabilir mi?
Ya da siyasi partilerimiz arasındaki ilişkilere bakın!
Siyasi partiler Mecliste, futbol kulüpleri de Futbol Fedarasyonun'da bir araya gelseler bile aslında aralarında kıran kıran bir rekabet, aralarında neredeyse fırsat bulsalar birbirlerini yok edecek kutuplaşmaların olduğu bir ilişki içinde oldukları açık değil mi?
Ya da şu sloganda yansıyan bakış açısına ne dersiniz? “Bir gün herkes Fenerbahçeli (ya da Beşiktaşlı ya da Galatasaraylı) olacak!”. Bu slogan siyasi partilerimizin özellikle bu ülkenin gerçek sahibi biziz” o nedenle de “Bir gün herkes bizim partiden olacak!” gibi bir düşünceyle olan yakınlığını hiç düşündünüz mü? Bunun da en katı anlamıyla “ırkçı bir milliyetçilik” ile yakın bir ortaklığı olduğunu? Bir gün herkes benim takımımdan olursa aslında futbol diye de bir şeyin de kalmayacağını hiç düşündünüz mü?
Ya da iktidar partisinin HDP’yi yeni adıyla DEM partisini “terör, terör” diyerek siyaset dışına çıkarmaya çalışmasıyla, hemen hemen her futbol kulübünün AMED SPORU aynı ithamlarla futbol dışına çıkarmaya çalışması arasındaki benzerliği?
Bütün bu benzerlikler yalnızca benzerlik midir dersiniz! Bence hayır! Çünkü bu toplumun sosyolojisinde Batılı ülkelerdekinden farklı bir durum var. Rahmetli Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın Naima Tarihi’ne dayanarak anlatttığı bir hikayede, kendisine “Bu pazarın bacını (haracını) neden almazsın ki?” diye soran bir pazarcıya Osman Gazi’nin “Bac da ne ola ki adam, her gelenin bana borcu mu var ki?” diyerek kovalamasından bugün ülkenin her yerinden rüşvet ve yolsuzluk hikayelerinin akıyor olması normal bir toplumsal tarih değişimi olarak görülemez.
Bana göre bu bozulmuşluğun nedeni çok-kimlikli bir toplumdan bir ulus-devlet oluşturma sürecinin bazı kimliklerin (başta Kürtlerin) taleplerinin hala bu yapıya dahil edilmemiş olması nedeniyle bir “biz” duygusu üretememiş olmasında yatmaktadır. Bu gerçeğe bir de küreselleşme sonucu ulus-devlet kavramının zayıflaması eklenince kör bir milliyetçiliğin prim yaptığı bir toplum haline gelmiş durumdayız.
ü
O nedenle de “önce demokrasi!” diyoruz. Kapsayıcı ve katılımcı bir demokrasi!
Çözüm burada!