Buradan sürekli ilkeler ve prensipler üzerinden siyasal analizler yapıyoruz. Benim gibi birçok uzman, siyasetçi, akademisyen vb. kişiler siyasetin ilkeler üzerinden ilerlemesi gerektiğini yazan onlarca yazı kaleme alıyor. Zira siyaset öyle bir alan ki hukuk, ekonomi, eğitim, sağlık velhasıl hayatımızın her alanını etkileyen ve dizayn eden bir mecra… Etki alanı bu kadar fazla olan siyaset hiç şüphe yok ki en çokta hukukun alanını etkiliyor.
Rasyonel olarak baktığımızda hukuk eylemleri değerlendiren bir alan; düşünceleri değil... Yine hukuk, siyaset dahil hiçbir alandan asla etkilenmemesi gereken bağımsız da bir alan olmalıdır. Ancak ülkemizde hukuk disiplini ne yazık ki en çok siyasal iktidarların baskısı altında kalıyor ve onlardan fena halde etkileniyor. Dolayısı ile hukuk güvenilir bir liman olmaktan öte bir silaha, bir sopaya, kişi ve kurumları tehdit eden bir güce dönüşüveriyor. Oysa hukuk insanların ve kurumların hakkını güvence altına alan en önemli aygıtlardan biri olmalıdır.
Hukukun özgür ve bağımsız olmadığı, siyaset ve medyanın da baskısı ile etki altına alındığı bir ülkede kimse kendisini güvende hissetmez. Bu sadece hayatımızı etkileyen bir sorun değildir. Hukukun eksikliği direkt olarak ekonomiyi de etkiliyor örneğin. Mesela, yabancı bir yatırımcı bir ülkeye yatırım yapmadan önce o ülkenin hukukuna bakıyor ve ona göre yatırım yapıp yapmayacağına kara veriyor. Zira yarın yatırım yaptığı ülkede bir sorunla karşılaşırsa, hakkını hukuk yolu ile bulup bulmayacağını, adil kararlar verilip verilmeyeceğini bilmek ister. Bu güvenceyi ve özgürlüğü bulamayan bir yatırımcı o ülkeye asla gelmez. Gelişmiş bütün ülkeler yabancı yatırımcılara hukukun üstünlüğü garantisini verirler.
Gelelim ülkemize. Uzun zamandır hukuk alanında verilen yüzlerce karar hukukun kendi ekseninden çıktığını, özgür ve bağımsız olmadığını gösterdi bize. Dolayısı ile hukuksuzluk, hayatımızın her alanını zindana çeviren bir kabusa dönüştü adeta.
Elbette medyanın etkisi ile hatalı kararlar veren hukuk sistemi, ciddi bir tıkanma ve bocalama yaşıyor. Geçtiğimiz gün hem hukuk hem medya adına benzer bir trajik öykü yaşadık. Siyasi olduğu açık olan bir dava medyanın da gazlaması ile hukukun alanına girdi ve hukuk sistemini uzunca zaman meşgul etti.
İBB Muhtarlık İşleri Daire Başkanı Yavuz Saltık’ın Sosyal Hizmetler Daire Başkanı olduğu dönemde DİAYDER adlı bir derneğin üyelerine market yardım kartı desteğinde bulunduğu, bu derneğin üyelerinin eşlerinin de PKK terör örgütü üyeliğinden hapiste olduğu iddia edilmişti. Saltık, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terörü örgütünü desteklemekten dolayı yargılandı. Sonrasında ise medyanın haksız, taraflı, ilkesiz ve bilgisiz haberleri ile olay zorla hukukun alanına sokuldu.Bağımsız olması gereken hukuk, tarafsız olması gereken medya aracılığı ile manipüle edildi. Kamusal bir davaya dönüştürüldü ve Saltık ağır ve haksız bir suçlama ile karşı karşıya kaldı. Oysa Yavuz Saltık’ın başında bulunduğu başkanlık, İBB tarihi boyunca sosyal hizmetler alanında tarihinin en büyük sosyal yatırımlarını yapmıştı. Elbette bu sosyal hizmetler alanında yapılan bu büyük hamleler, İstanbul’u kaybeden siyasi anlayışı rahatsız etti. Ve medya aracılığı ile adeta pişmiş aşa su katılmaya çalışıldı.
Ancak medyanın bütün baskı ve zorlamalarına rağmen adalet yerini buldu ve Saltık yargılandığı davadan beraat etti. Hem de siyasetin etkisi altındaki taraflı görülen aynı hukuk sistemi tarafından...
Bir siyaset, medya ve hukuk üçgeni etrafında gelişen bu asılsız dava, beklendiği gibi sonuçlandı sonuçlanmasına da geriye Yavuz Saltık hakkında atılan iftiralar, hakaretler, yaftalar ve asılsız iddialar kaldı.
Saltık’ın başında bulunduğu başkanlık, göründüğü kadarı ile hizmetlerine ara vermeden devam ediyor. Peki bu davanın kazananı veya kaybedeni kim? Saltık beraat etti ancak siyaset kaybetti, medya kaybetti, çıkar grupları, algılar kaybetti, iftiracılar kaybetti. Sosyal hizmetlere ulaşamayan ve hakkının kendisine ulaşmasını bekleyen vatandaş ise bu tür asılsız algılar ve manipülasyonlarla umudunu kaybetmeye devam ediyor.
Saltık’ın başında bulunduğu başkanlık, göründüğü kadarı ile hizmetlerine ara vermeden devam ediyor. Peki bu davanın kazananı veya kaybedeni kim? Saltık beraat etti ancak siyaset kaybetti, medya kaybetti, çıkar grupları, algılar kaybetti, iftiracılar kaybetti.
Dünyanın medeni hiçbir ülkesinde insanlara yardım eden bir kurum yardım ettiği kişilerin kim olduklarına bakamaz. Bu sosyal hizmet yapan kurum ve kişilerin görevi değil bizzat hukukun, emniyetin ve ilgili devlet mercilerinin görevidir. Bugün Türkiye’de faaliyet gösteren hangi yardım kuruluşu insanların GBT’lerine bakıyor ya da adli sicil kaydı istiyor? Kaldı ki dağıtıldığı iddia edilen market yardım kartlarının bahsi geçen ailelere verildiği de ispat edilememişken...
Zaten Saltık yaptığı açıklamada da bunu özellikle belirtiyor. “Ben sosyal politikanın ruhu gereği olan işlere imza atmak dışında ne İBB'ye ne devletime leke getirecek işlere imza atmadım, atmayacağım da. Ben kimseye usulsüz sosyal destek kartı dağıtmadım. Sosyal destek kartlarının dağıtım usulü bellidir. Dağıtıldığı iddia edilen market kartların tarafımdan DİAYDER ailelerine verildiği ispat edilmemiştir. Burada İBB'nin Türkiye'de ve dünyada eşi benzeri görülmemiş kapsayıcı sosyal politikası yargılanıyor. Şayet yardım ettiğim kişiler hukuki olarak kriminal olarak bir şeye sahipse benden önce İBB'de görev yapmış herkesi buraya getirmek zorundasınız. Rahmetli Kadir Topbaş olmak üzere” demişti.
Son yıllarda öyle olaylar yaşıyoruz ki, “bu kadar da olmaz” dediğimiz ne varsa oluyor. Dileğimiz o ki, özellikle sosyal hizmetler gibi insana dokunan ve içerisine siyasetin asla girmemesi gereken özel bir alan insanımıza din, dil, ideoloji ve siyasi görüş ayrımı yapmadan hizmet etmeye devam etsin.