Slavoj Zizek (1. Kısım) İddiaya göre “İlginç zamanlarda yaşayasın!” şeklinde eski bir Çin laneti var (aslında bunun Çin’le hiçbir ilgisi yok, muhtemelen Batılı bir gözlemci tarafından icat edildi). İlginç zamanlar sıkıntı, karışıklık ve ıstırap zamanlarıdır. Ve görünen o ki şu aralar Batılı “demokratik” ülkelerde ilginç zamanlarda yaşadığımızı kanıtlayan tuhaf bir olguya tanıklık ediyoruz. Mao Zedung’un en ünlü sözlerinden biri şu: “Cennetin altında büyük bir kaos var ve bu mükemmel bir şey.” Mao’nun burada ne demek istediğini anlamak oldukça kolay: mevcut toplumsal düzen çözülürken ardından gelen kaos, devrimci güçlere kararlı bir şekilde hareket etme ve siyasi iktidarı üstlenme konusunda büyük bir şans sunar. Bugün cennetin altında kesinlikle büyük bir kaos var: Covid-19 salgını, küresel ısınma, yeni bir Soğuk Savaş yaşanacağına dair belirtiler ve toplumsal protestoların ve düşmanlıkların yükselişi, bizi kuşatan krizlerden sadece birkaçı. Ancak bu kaos bugün de mükemmel bir şey mi, yoksa bunun toplumsal yıkım yaratma tehlikesi çok mu yüksek? Mao’nun aklındaki senaryoyla bizim bugünkü durumumuz arasındaki fark küçük bir terminolojik ayrımla açıklanabilir. Mao, “Cennet”in veya herhangi bir formadaki büyük Öteki’nin -tarihsel süreçlerin amansız mantığının, toplumsal gelişme yasalarının- hâlâ var olduğu ve toplumsal kaosu ihtiyatlı bir şekilde düzenlediği cennetin ALTINDAKİ düzensizlikten söz eder. Bugün CENNETİN KENDİSİNİN düzensizliğinden bahsetmeliyiz. Bununla ne demek istiyorum? Christa Wolf’un klasikleşmiş Doğu Almanya romanı Bölünmüş Cennet’te (1963) Manfred (Batı’yı seçmiş olan kahraman), sevgilisi Rita’yla son karşılaşmalarında ona şöyle der: “Topraklarımız bölünmüş olsa da hâlâ aynı cennetin altındayız”. Doğu’da kalmayı seçen Rita acı bir cevap verir: “Hayır, önce cenneti böldüler.” Roman, “dünyevi” bölünmelerimizin ve kavgalarımızın nasıl her zaman “bölünmüş bir cenneti”, yani içinde yaşadığımız (sembolik) evrenin çok daha radikal ve dışlayıcı bir formunu temel aldığına dair doğru bir kavrayış sunuyor. Bugün yaşadığımız, iki küresel dünya görüşünün karşı karşıya geldiği Soğuk Savaş dönemindeki gibi cennetin sadece ikiye bölünmüş olduğu bir durum değil. Bugün cennet her bir ülkede giderek daha fazla parçaya ayrılıyor gibi görünüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde popülist alternatif Sağ ile liberal demokratik düzen arasında ideolojik ve siyasi bir iç savaş var. Avrupa’da Covid inkârcıları gerçek bir toplumsal hareket haline geliyor. Ortak paydalar, fiziksel kamusal alanların kuşatılıp kapatılmasını yansıtır şekilde giderek azalıyor ve bu, birbiriyle kesişen çok sayıda krizin küresel dayanışma ve uluslararası işbirliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç yarattığı bir zamanda gerçekleşiyor. Peki küresel dayanışma ve işbirliğini engelleyen şey ne? Batı’daki birçok Solcu neoliberal kapitalizmin eleştirisini yapma konusunda o kadar takıntılı ki, yüz yüze olduğumuz büyük değişimi, yani neoliberal kapitalizmden tuhaf bir post-kapitalist düzene -bazı analistlerin “şirket neo-feodalizmi” dediği- mevcut geçişi ihmal ediyorlar. “Genel aklın” (toplumsal bilgi ve işbirliği) zenginliğin yaratılmasındaki hayati rolü nedeniyle zenginlik biçimleri, üretimleri için harcanan doğrudan emek süresiyle orantısız hale geldiğinde sonuç Marx’ın öngördüğü gibi kapitalizmin kendi kendini yıkması değil, emeğin sömürülmesiyle elde edilen kârın kademeli olarak “genel aklın” ve diğer ortak varlıkların özelleştirilmesiyle elde edilen ranta dönüştürülmesi oldu. Bill Gates örneğini ele alalım: Gates nasıl dünyanın en zengin adamlarından biri oldu? Servetinin Microsoft’un sattığı ürünlerin üretim maliyetleriyle hiçbir ilgisi yok (Microsoft’un fikri üretim alanındaki çalışanlarına nispeten yüksek bir maaş ödediği bile iddia edilebilir), yani Gates’in serveti daha düşük fiyata iyi yazılım üretmedeki başarısının veya çalışanlarını daha çok sömürmesinin sonucu değil. O halde neden milyonlarca insan hâlâ Microsoft satın alıyor? Çünkü Microsoft kendisini neredeyse evrensel bir standart olarak dayattı, sektörü (neredeyse) tekelleştirdi: yani “genel aklı” bir biçimde dolaysız olarak uyguladı. Jeff Bezos, Amazon, Apple, Facebook vb. konusunda da durum benzer: tüm bu örneklerde müştereklerin kendileri –platformlar, yani sosyal mübadele ve etkileşim alanlarımız– özelleştirilmiştir, bu da bizleri, yani platformların kullanıcılarını, müşterek mülkün sahibine –feodal beye– kira ödeyen serfler konumuna sokar. Geçtiğimiz günlerde BM gıda kıtlığı direktöründen, “Elon Musk’un servetinin %2’sinin dünyadaki açlık sorununu çözebileceğini” öğrendik; bu, kurumsal neo-feodalizmin açık bir göstergesi. Facebook’a ilişkin olaraksa kurumu ifşa eden eski çalışan Frances Haugen’in İngiliz milletvekillerine teknoloji şirketinin yönetiminin dizginlenmesi ve topluma verdiği zararın azaltılması için acil bir düzenleme yapılması çağrısında bulunurken belirttiği üzere  “Mark Zuckerberg, Facebook’taki tartışılmaz konumu nedeniyle ‘3 milyar insan üzerinde tek taraflı bir kontrole sahip’”. Modernitenin büyük başarısı olan kamusal alan böylece ortadan kalkıyor. Haugen’in ifşalarından günler sonra Zuckenberg, şirketinin adını “Meta” olarak değiştireceğini duyurdu ve gerçek bir neo-feodal manifesto olan bir konuşmasında “metaverse” vizyonunu özetledi: “Zuckerberg, metaverse’in gerçekliğimizin geri kalanını kapsamasını, buradaki gerçek uzay parçalarını oradaki gerçek uzaya bağlarken gerçek dünya olarak düşündüğümüz şeyi tamamen içermesini istiyor. Facebook’un bizim için planladığı sanal ve artırılmış gelecek, Zuckerberg’in simülasyonlarının gerçeklik düzeyine yükseldiği bir yer olmayacak; söz konusu davranışlarımız ve etkileşimlerimiz o kadar standart ve mekanik hale gelecek ki, gerçekliğin önemi bile kalmayacak. Avatarlarımız insan yüz ifadeleri yapmak yerine ikonik parmak hareketleri yapabilir. Havayı ve alanı paylaşmak yerine dijital bir belge üzerinde işbirliği yapabiliriz. Başka bir insanla birlikte olma deneyimimizi, onların projeksiyonunun artırılmış gerçeklikteki bir Pokemon figürü gibi odaya yerleştirilmiş olduğunu görme deneyimine indirgemeyi öğreniyoruz.”[1] Metaverse, kırık ve incitici gerçekliğimizin ötesinde (meta) bir sanal alan, avatarlarımız aracılığıyla (dijital işaretlerle kaplanmış gerçeklik olan artırılmış gerçeklik unsurlarıyla) sorunsuz bir şekilde etkileşime girebileceğimiz bir sanal alan işlevi görecek. Yani metafizik, gerçeklik haline gelecek: algımızı ve eylemlerimizi manipüle eden dijital kılavuzlarla dolu olduğu için gerçekliğe parçalar halinde girip onu tamamen kapsayabilecek bir meta-fiziksel alan ortaya çıkacak. Ve mesele şu ki, etkileşimimizi denetleyen ve düzenleyen özel bir feodal Lord’un sahipliğinde olan özel mülkiyete ait müşterekler inşa edilecek. Küresel ekonominin bu yeni aşaması aynı zamanda finansal alana dair farklı bir işleyiş de ima ediyor. Yanis Varoufakis 2020 baharında yaşanan tuhaf bir olguya dikkat çekti: ABD ile Birleşik Krallık devlet istatistiklerinin GSYİH’de muazzam bir düşüşe işaret ettiği (Büyük Durgunluk dönemindeki düşüşe yakın oranda) gün borsalar olağanüstü bir yükseliş kaydetti. Kısacası “reel” ekonominin durağanlaşmasına, hatta düşüşe geçmesine rağmen hisse senedi piyasaları yükseliyor; bu, hayali finansal sermayenin kendi döngüsüne hapsolduğunun, “reel” ekonomiden ayrıldığının bir göstergesi. Pandemi tarafından meşrulaştırılan finansal önlemler işte burada devreye giriyor: bir anlamda geleneksel Keynesyen prosedürü tersine çeviriyorlar, yani amaçları “reel” ekonomiye yardım etmek değil, finansal alana çok büyük miktarlarda para yatırmak (2008’deki gibi bir finansal çöküşü önlemek için) ve bu paranın çoğunluğunun “reel” ekonomiye aktarılmasını engellemek (çünkü bu, hiperenflasyona neden olabilir). Ancak durumu gerçekten tehlikeli kılan ve bizi yeni bir barbarlığa iten şey, özelleştirilmiş müştereklerin çevremizle yeni bir ilişki biçimi kurma yönündeki acil ihtiyacımıza doğrudan karşı çıkan yeni bir güçlü ulus devlet rekabeti dalgasıyla bir arada var olmasıdır. Bu, Peter Sloterdijk tarafından “vahşi hayvan Kültürünün evcilleştirilmesi” olarak adlandırılan radikal bir politik-ekonomik değişimdir. Bugüne değin her kültür kendi üyelerini disipline etti/eğitti ve aralarındaki sivil barışı garantiledi, ancak farklı kültürler ve devletler arasındaki ilişki her barış döneminin geçici bir ateşkesten başka bir şey olmadığı potansiyel bir savaş halinin gölgesi altındaydı. Devlet etiğinin doruğu, en yüksek kahramanlık eylemidir, kişinin ulus devleti için hayatını feda etmeye hazır olmasıdır; bu, devletler arasındaki vahşi barbar ilişkilerin ülke içindeki etik yaşamın temeli olduğu anlamına gelir. Bugün işler daha da kötüye gidiyor. Kültürlerin (kültürler arasındaki ilişkilerin) uygarlaştırılması yerine müştereklerin özelleştirilmesi, her kültürün içindeki etik öze zarar vererek bizi barbarlığa sürüklüyor. Bir Uzay Gemisi Dünyası’nda yaşadığımız gerçeğini tamamen kabul ettiğimiz anda kendisini acil biçimde dayatan görev, tüm insan toplulukları arasında evrensel dayanışma ve işbirliği tesis etme görevidir. Ne var ki bizi bu yöne iten tarihsel bir zorunluluk yoktur, tarih bizden yana değildir, tarih toplu intiharımız yönünde işler. Walter Benjamin’in dediği gibi, bugünkü görevimiz tarihsel ilerleme trenini harekete geçirmek değil, hepimiz post-kapitalist barbarlığa sürüklenmeden önce acil duruş kolunu indirmek. Son aylarda Covid-19 pandemisinin yol açtığı krizin süregelen sosyal, politik, çevresel ve ekonomik krizlerle iç içe geçtiği endişe verici durumlar giderek daha belirgin hale geliyor. Pandemi; küresel ısınma, patlak veren sınıf düşmanlıkları, ataerkillik ve kadın düşmanlığı ve karmaşık bir etkileşim içinde onunla ve birbirleriyle rezonansa giren diğer birçok krizle birlikte ele alınmalıdır. Bu etkileşim tehlikelerle doludur ve kontrol edilemez; ve çözümü açıkça hayal edilebilir kılmak konusunda Cennet’e hiçbir şekilde güvenemeyiz. Bu riskli dönem çağımızı son derece politik hale getirir: durum kesinlikle mükemmel DEĞİLDİR ve bu yüzden harekete geçmek gereklidir. Şu anda Çin’de neler olup bittiğini ancak bu arka plana bakarak anlayabiliriz. Çin’in büyük şirketlere karşı yürüttüğü son kampanya ve Pekin’de küçük firmaların yer aldığı yeni bir borsanın açılışı da neo-feodal korporatizme karşı hamleler, yani “normal” kapitalizmi geri getirme girişimleri olarak görülebilir. Durumun ironisi aşikâr: neo-feodal korporatist post-kapitalizm tehdidine karşı kapitalizmi canlı tutmak için güçlü bir komünist rejime ihtiyaç var… Partinin Politbüro Daimi Komitesi ve Manevi Medeniyet İnşa Etme Merkezi Rehberlik Komisyonu üyesi Wang Huning’in yazılarını büyük bir ilgiyle takip ediyorum. Wang, kültürün simgesel kurgular alanda kilit rol oynadığını vurgularken haklıdır. “Gerçekliğin kurgusu” konusuna karşı çıkmanın gerçek materyalist yolu (“gerçeklik olarak algıladığımız şey başka bir kurgudan ibaret değil mi?” tarzında öznelci şüpheler), kurgu ile gerçek arasında kesin bir ayrım yapmak değil, kurguların gerçekliğine odaklanmaktır. Kurgular gerçekliğin dışında değildir; sosyal etkileşimlerimizde, kurumlarımızda ve geleneklerimizde somutlaşır. Günümüzün karmaşasında görebileceğimiz üzere sosyal etkileşimlerimizin dayandığı kurguları yok edersek sosyal gerçekliğimiz de dağılmaya başlar. Wang kendisini neo-muhafazakâr olarak tanımlıyor. Peki bu ne anlama geliyor? Ana akım medyamızın söyledikleri doğruysa Wang, Çin siyasetinin son zamanlardaki yeni yönelimine karşı duran hareketin beynidir. Çin hükümetinin son zamanlarda uyguladığı önlemlerden birinin “996”yı yasaklamak olduğunu okuduğumda ilk aklıma gelenin cinsel bir yasak olduğunu kabul etmeliyim: “69”, argomuzda erkeğin kadına, kadının da erkeğe oral seks yaptığı pozisyon anlamına geliyor ve ben “996”nın Çin’de yaygınlaşan ve iki erkek ve bir kadınlı (çünkü orada kadın sayısı az) daha sapkın bir cinsel pratiği ifade ettiğini düşündüm. Daha sonra “996”nın Çin’deki birçok şirket tarafından dayatılan acımasız çalışma ritmini ifade ettiğini öğrendim (sabah 9’dan akşam 9’a kadar, haftada 6 gün çalışma). Ancak bir anlamda tamamen yanılmamış olduğum söylenebilir. Çin’de devam eden kampanyanın iki hedefi var: birincisi, daha iyi çalışma koşulları dâhil olmak üzere daha fazla ekonomik eşitlik; ikincisi, seks, tüketim ve fanatiklik üzerine kurulu Batılılaşmış popüler kültürün ortadan kaldırılması. [1] https://edition.cnn.com/2021/10/28/opinions/zuckerberg-facebook-meta-rushkoff/index.html -- ( https://thephilosophicalsalon.com/beyond-a-neoconservative-communism/?s=09 adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir.