Toplum bir bulmacadır; aradığımız ise, hakikatlerdir; özellikle “firari hakikatler”. Hükümetlerden, hakikatleri açığa çıkarmaları, toplum içindeki gerilimleri, çelişkileri ve ihtiyaçları gözeterek yürütme gücüyle bunları çözmeleri beklenir. Ne var ki bu beklenti çoğu zaman karşılanmaz; Ranciѐre’ye göre [1] var olan biçimiyle koşulları dondurma süreci, “hükümet süreci”dir, yani polis [2] tir. Polis, topluluk halindeki insanların bir araya gelişini ve rızalarını örgütlemekten ibarettir ve temelinde para, makamlar ve konumların hiyerarşik dağılımı/dağıtımı vardır. Ranciѐre, siyasal olanı tanımlamak için, “hükümet süreci”ni değil, başka bir süreci dikkate alır. Bu süreç, “eşitlik süreci” olup, “herhangi birisinin herhangi bir başkasıyla eşit olduğunun varsayılması ve bu eşitliğin doğrulanması kaygısının kılavuzluk ettiği pratikler”i anlatır, bu oyuna “özgürleşme” adını koyar. Hükümet etme sürecinin eşitliği inkâr ettiğini ve dolayısıyla özgürleşmenin karşısında olduğunu da belirtir. Böylece Ranciѐre, devlet/hükümet süreci ile toplumsal irade/toplumun eşitlik sürecini ayrı ayrı yerlere yerleştirir; bu karşıtlığı anlamamızı kolaylaştırır. Ranciѐre’ye göre, karşımızda tüm yalınlığı ile polis yasası ve eşitlik yasası vardır. Siyasal sahnenin var olabilmesi için formülü değiştirmemiz gerekir. Her tür polis eşitliğe zarar vermektedir. Siyasal olan, eşitliğin doğrulanmasının, verilmiş bir zararın, bir haksızlığın incelenmesi biçimine bürüneceği sahnedir. Ranciѐre bu tanımlamalardan elde üç kavram kaldığını belirtir: polis, özgürleşme ve siyasal olan. Eğer bunların iç içe geçtiği üzerinde ısrarlıysak, özgürleşme sürecine siyaset adını verebiliriz. O zaman üç şeyi ayırt etmiş oluruz; Polis, siyaset, siyasal olan. Siyasal olan, siyaset ile polisin bir haksızlığın, bir zararın ele alınışında karşılaşmalarıdır. Türkiye’de polis ya da hükümet süreci, tüm gövdesiyle sivil toplum üzerine çökmüş; aşağıdan yukarıya iletilmek istenen söz ve siyasal eylemin nerdeyse tüm kanallarını kapattığı gib,i baskı ve tahakküm yoluyla yeni çelişkilerin doğuşuna da kaynaklık etmektedir. Ranciѐ re’den esinlenerek, Türkiye’deki krizi bir hükümet süreci krizi olarak tanımlayabiliriz. Eşitliğin ve özgürlüğü reddeden bu kriz karşısında, siyaset çözüm üretememekte, siyasal olan da açığa çıkamamakta, dolayısıyla siyasetin genel bir krizinden söz etmek mümkün olmaktadır. Ancak, Türkiye toplumunun, “eşitlik sürecini” hayata geçirmek üzere siyasete girişmesi ve bu süreci örmesi de mümkündür. Siyasetteki bu kriz, eğitim sistemini, okulları, hatta insanların okul dışı öğrenmelerini bile büyük ölçüde sekteye uğratmaktadır. Bir yandan, eğitim alanında hükümet sürecinin talimat ve uygulamaları ile asayiş ve düzen sağlanmaya çalışılırken, okullarda üst üste kriz nöbetleri yaşanmaktadır; bir yandan da okullarda “eşitlik süreci”nin izleri, sınıflar, okul koridorları, öğretmenler odası ve okul bahçelerinde görülmektedir. Bugün proje okulları krizi, Bakanlığa, “bizi projelendirme, diğerleriyle eşitle” diye de okunabilir. Bu “okuma”nın öğrenciler, öğretmenler ve ebeveynler için farklı yorumları olabilir. Böylece okullarda, bir yandan polisi (hükümet süreci), bir yanda siyaseti (eşitlik-özgürleşme) sürecini, çözüm için de siyasal olanı, haksızlıkların ve zararın karşılanmasının söz ve eylemliliğini görebiliriz. Okullar Bir Söylem Alanıdır; Ne Var ki “Konuşmak Yasaktır! Toplumda eleştiri istemiyorsanız, denetimi artırırsınız; okulları da bu yönelime uyduracak biçimde yönetirsiniz. Ne var ki eleştiri istememek, doğruluk arayışını toplumsal denetim altında kısıtlamak demektir. [3] Toplumda hiyerarşiyi derinleştirmek istiyorsanız, insanı da buna koşulsuz rıza gösteren bireyler olarak yetiştirmek istiyorsunuz demektir; eğitimi de buna göre merkezi, hiyerarşik ve otoriter bir örgütlenme ile inşa edersiniz. Okulun bileşenleri bu yönetim anlayışında, çok az tartışır; asıl olan teknokratların, merkezdeki uzmanların ve hâkim siyasi anlayışın, kısaca “hükümet süreci”nin ne dediğidir. Bu modelde, eğitim tabanının bir şeylerin değişeceğine ilişkin umudu yoktur ya da çok azdır. Okullar ve hatta okulların içinde yaşadığı kentler umudun mekânı değildir. Okullarda, tanınmayanlar, dilsizleştirilenler, reddedilenler ve nesneleştirilenler, kısaca “öteki” olarak yaşamak zorunda kalanlar vardır. Bugün yaşanan tam da bu süreçtir. Oysa “Kendimizi insani dünyaya söz ve edimle sokarız” .[4] Okullar da insani dünyaya girişin, aileden sonra, en erken ve en uzun süren mekânıdır. Demokratik ve sosyal bir toplum, kendi geleceğinin, eleştiren ve konuşan bir toplumda olduğunu bilir. Çünkü insani potansiyel böylesi toplumlarda açığa çıkar. Bu toplum büyük ölçüde aşağıdan yatay örgütlenmeleri gerektirir. Okullar Kamusal Alanlardır. Ne Var ki İşletme ve Gelir Amaçlı STK’lara Dönüşmüştür Okullarındaki üretim tarzı, her ne kadar özgün kolektif bir toplumsal alan olmasına karşın, genel üretim tarzı tarafından koşullanmaktadır. Bir hak olarak üretilmesi gereken eğitim hizmeti, adeta piyasa koşullarında üretilmek ve pazarlanmak üzere hazırlanmaktadır. Ortak yaşam ve kültür alanı olması beklenen okullar, piyasanın arz ve talep; üretim ve tüketime göre nitelik üreten mekânlar olarak yeniden tasarlanmaktadır. Öğretmenler, esnek üretim ve güvencesiz çalıştırılmak üzere ve mesleki özerkliğini yitirmiş, merkezden denetlenen çalışanlara dönüştürülmek istenmektedir. Okulun içerisindeki işletmeci bakış, bu mekânlardaki üretici güçleri boğmakta ve tüm yaratıcılığı ortadan kaldırmaktadır. Bugün öğretmenler teknisyene dönüşmüştür; bir konunun uzmanıdır, ne var ki başka her şeye karşı ilgisizdir. Öğrenciler de sistemin suskun ve edilgen “girdileri”dir. Kısaca okullardaki üretimin krizi, öğretmenlerin ve öğrencilerin insani gizilgüçlerinin açığa çıkarılamaması krizi ile bağıntılıdır. Okullarda ortak yaşama ilginin yeniden canlandırılması gerekmektedir. Eşitlenme Alanı Olması Gereken, Okullar Sınıfsal Eşitsizlikleri Yeniden Üretmektedir Okullardaki toplumsal ilişkiler, sınav odaklı bir yapıdan dolayı, büyük ölçüde rekabet ve yarışma temelinde kurulmuştur. Fırsatçı, seçkinci ve yarışmacı bir okul yapısı vardır. Herkese sözde eğitim görme fırsatı verilir, ancak eğitim bir hak olarak görülmediği için, fırsatlar çocukların ve gençlerin sosyal sınıfları ve mülkiyet düzeni içindeki konumlarına göre belirlenir. Kapitalist eğitim seçkinci ve seçicidir, öğrenci ilgileri ve yeteneklerinin birbirinden farklı olduğu varsayımına dayanır. Dolayısıyla eğitim, eşitlikçi değil, en zeki, en yetenekli ve en ilgilileri seçmek ve elemek üzerine kurgulanmıştır. Yani Ranciere’nin belirttiği [5] , eğitim alanı ve okullar, “tüm zekâların eşitliği varsayımını sınamak üzere” örgütlenmemiştir. İngiltere’de makine kırıcı hareket olarak başlayan Chartist Hareket’in liderlerinden birinin sözleri bu bakımdan oldukça manidardır: “Mülkümüz olmadığı için temsil edilmediğimizi söylüyorlar, bense temsil edilmediğimiz için mülkümüzün olmadığını söylüyorum” . [6] Eleyici eğitim için bu söz şöyle dönüştürülebilir: “Yeteneğimiz ve ilgimiz olmadığı için eğitime devam edemediğimizi söylüyorsunuz; oysa bizler mülkümüz olmadığı için ilgi ve yeteneklerimizi geliştiremiyoruz”. Okullardaki gündelik yaşam, kapitalist çelişkilerin ve işbölümünün temel niteliklerine uygundur. Kapitalizmin temel çelişkisine neden olan emek ve sermaye arasındaki büyük bölünme, tüm kolektif hizmet alanlarında olduğu gibi, okulların da birbirinden farklılaşmasına yol açmaktadır. Bir yanda emekçi sınıfların alt katmanlarının çocuklarının devam ettiği meslek ve teknik liseleri ve imam hatip liseleri, diğer yanda emekçi sınıfların orta ve üst katmanlarının çocuklarının devam ettiği Anadolu Liseleri ve sermaye sahibi sınıfın çocuklarının devam ettiği yerli ya da yabancı özel okullar. Çocuklar, genel olarak toplumsal sınıflarına göre, bu okulların kazandırdığı niteliklerle emek pazarına dahil olmaktadır ya da yakıcı bir sorun haline gelen işsizliği deneyimlemektedir. Eşitlik Alanı Olması gereken Okullar, Fark/Kimlik Eşitsizliklerini Yeniden Üretiyor Okul sistemimiz, büyük ölçüde dinsel (İslamcı-Sünni vurgu), ırkçı (Türklüğe vurgu), cinsiyetçi (erkeğe vurgu) içerik ve zihinsel tasarımlar üretmektedir. Bu haliyle, okullarda dünyadaki yedi buçuk milyar insanın çeşitliliğini, Türkiye’de yaşayan insan toplumlarının çoğulluğunu, diğer bir deyişle ırkını, rengini, cinsiyetini, cinsel kimliğini, dinsel inançlarını, farklı özneleşme deneyimlerini, görmezden gelerek “hükümet süreci”ni yansıtan “resmi” bir eğitim sürdürülmektedir. Okul, ortak yaşam alanı olarak değil, egemen söylem ve zihinsel tasarımların ve eylemsizliğin yaşam alanı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Eğitim sistemi ve okullarımız siyasetin krizinin açığa çıkardığı cenderenin içindedir. Eğitimin krizini aşmak, bizleri “okullar, siyaset dışında tutulsa da, çocuklarımız ve gençlerimiz biz yetişkinlerin yapıp ettiklerinden korunsa” deme kolaycılığına ve suçluluğuna iter. Eğitimi, siyaset dışı bir alan olan inşa etmek, bu alanda toplumsal sınıfsal ve kimlik/fark eşitliğini sağlamakla mümkündür. Ama toplum ve eğitim alanı arasındaki diyalektik ilişki bunu olanaksız kılar. Yani her alanda eşitlik süreci ve özgürleşme çabaları şarttır. Yani giderek kararan yaşam bizi siyasalın kıyısında konumlanmaya doğru çağırmaktadır. [1]Jacques Ranciѐre (2007) Siyasalın Kıyısında. İstanbul: Metis Yayınları, s.71-72. [2]Asayiş ve düzeni sağlamaya çalışan kurumlar ve örgütler [3]Max Horkheimer (2013) Akıl Tutulması. İstanbul: Metis Yayınları,s 68. [4]Hannah, Arendt (2012) İnsanlık Durumu Seçme Eserler 1, İstanbul: İletişim Yayınları. [5]Jacques Ranciere (2015) Cahil Hoca. Zihinsel Özgürleşme Üzerine Beş Ders. İstanbul: Metis Yayınları. [6]Bowles Samuel ve Herbert Gintis, 1996, Demokrasi ve Kapitalizm Mülkiyet, Cemaat ve Modern Toplumsal Düşüncenin Çelişkileri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s.39. Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. E-Posta: [email protected]
Nejla Kurul yazdı: Siyasetteki kriz ve eğitimin kriz nöbetleri
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı