7 Ekim’den beri İsrail kesiminde Hamas tarafından 1300 kişinin öldürülüp 240 kişinin rehin alındığı ve buna karşılık İsrail ordusu tarafından Gazze’de başlatılan saldırıda 23000 kişinin öldürüldüğü çatışma 100. Gününü doldururdu. İsrail ile Filistin arasındaki şiddetli çatışma devam ederken geçen hafta Güney Afrika Cumhuriyeti beklenmedik bir şekilde meseleyi Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanına (UAD) taşıdı. Güney Afrika'nın başvurusu üzerine İsrail devleti Filistinlilere soykırım yapmakla yargılanıyor ve her ne kadar davanın bir karara bağlanması yıllar sürecek olsa da böylesi bir adımın atılması yıllardır süren çatışmaya yeni bir boyut katması muhtemel.
Konuya derinlemesine bir inceleme yapmadan önce şunu belirtmek gerekir, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) aksine Birleşmiş Milletler’in (BM) başlıca yargı organı olan UAD, soykırım gibi son derece ağır suçlar için bireyleri yargılayamaz. Aynı zamanda UAD’ın aldığı kararlar teoride ve hukuken bağlayıcı olsa da hiçbir yaptırım hakkı olmadığı için pratikte kararını uygulatmayı sağlayacak araçlara sahip değil. Fakat, UAD’ın kararları hem BM hem de diğer uluslararası kurumlar nezdinde ağırlık taşımaktadır.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin öncelikli talebi Gazze’de süren bütün askeri operasyonların son verilmesi için ihtiyati tedbir uygulanması. Ardından ise UAD’ın işleyişi gereği soykırım suçlamasının esastan görüşülüp görüşülemeyeceğini hukuken bir karara bağlayacak. Önceki paragrafta da anlatıldığı gibi, UAD askeri operasyonların durdurulması kararı aldığı bir senaryoda İsrail'in böyle bir emre uymayacağı ve uymaya zorlanamayacağı neredeyse kesin. Kararlar teorik olarak İsrail ve Güney Afrika'nın da dahil olduğu UAD tarafları için yasal olarak bağlayıcıdır ancak pratikte uygulanamaz. Bu durum UAD’ın 2022 yılında Rusya'nın Ukrayna'daki "askeri operasyonlarını derhal askıya almasını" emri ve bu emiri göz ardı etmesiyle anımsanabilir.
11 Ocaktan beri görülen davada şu ana kadar Güney Afrika tarafından sunulan kanıtlar İsrail'in "eylem ve ihmallerinin" Filistinli ulusal, ırksal ve etnik grubun önemli bir bölümünün yok edilmesini amaçladığı için soykırım niteliğinde olduğunu iddia etmektedir. Bu aslında hem İsrail’in aktif olarak yürüttüğü hava saldırılarına hem de sivillerin zarar görmesini önlememek gibi bir ihmal iddiasına bir atıf. Bu ‘eylem ve ihmallerin’ yanı sıra, Başbakan Benjamin Netanyahu'nun yorumları da dahil olmak üzere İsrail kamuoyundaki söylemler "soykırım niyetinin" kanıtı olarak mahkemede vurgulandı. İsrail ise soykırım suçlamalarını reddederken bunu bir ‘iftira’ olarak değerlendirdi. İsrail’in avukatları Gazze’de düzenlenen operasyonun sivil halkı korumak için Filistin halkına yönelik değil de Hamas’a karşı yürütülmüş bir savunma olarak tanımladı.
Uzun yıllar böylesine uluslararası boyut kazanmış bir çatışmanın davası da beklenebileceği gibi hızlıca uluslararası bir boyut kazandı. Almanya, geçtiğimi günlerde Lahey'deki soykırım davasına üçüncü taraf olarak İsrail lehine müdahil olacağını açıkladı. Bu konuya açıklık getirmek gerekirse, Soykırım Sözleşmesi 152 devlet tarafından imzalanmış (buna Güney Afrika, İsrail ve Almanya da dahil) uluslararası bir antlaşma olduğu için, UAD tüzüğünün 63. maddesine göre üçüncü bir taraf anlaşmanın nasıl yorumlandığına ilişkin bir anlaşmazlığa müdahale edebilir. Neticede anlaşmanın nasıl yorumlandığı anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, devletleri, etkileyecektir. Müdahil bir devlet, anlaşmanın belirli hükümlerine ilişkin yorumunu hem yazılı hem de duruşmada sözlü olarak UAD'ye sunar ve davanın içeriğinden ziyade, sadece antlaşmanın hükümleri hakkında açıklama yapabilir. Almanya dahil birkaç devlet, Soykırım Sözleşmesine dair daha önce iki davada üçüncü taraf olarak müdahil olmuştu: Ukrayna-Rusya Federasyonu davası ve Gambiya-Myanmar davası. Yaptığı açıklamada Alman hükümeti, Soykırım Sözleşmesinin ‘siyasi araçsallaştırılmasına’ ‘kesin bir şekilde’ karşı çıktığını ve İsrail'e yöneltilen soykırım suçlamasını ‘hiçbir dayanağı yoktur’ diyerek reddettiğini belirtti. Ancak son yıllarda UAD yargılamalarına üçüncü tarafların müdahil olunmasının daha yaygın olduğunu göz önünde bulundurursak başka devletlerin de bu davaya üçüncü bir taraf olarak katılması beklenebilir. Nitekim, Bangladeş ve Ürdün müdahil olmaya ve Güney Afrika'nın davasını destekleyen kanıtlar sunmaya hazır olduklarını belirttiler.
Uluslararası boyuttan bahsederken böylesi bir davayı neden Güney Afrika Cumhuriyeti’nin açtığını pek çok insan anlam veremeyebilir ama arkasında gayet doğal ve tarihsel bir sebep yatıyor. İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna en başından beri son derece eleştirel yaklaşan Güney Afrika, BM'nin 1948 Soykırım Sözleşmesi'ni imzalayan bir devlet olarak harekete geçme yükümlülüğü olduğunu belirtiyor. Fakat iktidardaki Afrika Ulusal Kongresi (AUK) de Filistin davasıyla uzun bir dayanışma geçmişine sahip. AUK bir zamanlar Güney Afrika'daki ırkçı beyaz ‘apartheid’ rejimine karşı silahlı mücadele yürüten yasaklı bir kurtuluş hareketiydi ve Filistinlilerin durumunda bunun yankılarını gördüğünü belirtiyor. Nitekim, eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela, eski Filistin lideri Yaser Arafat'ın yakın arkadaşıydı ve Filistinliler de özgür olana kadar Güney Afrika'nın özgürlüğünün tamamlanmayacağını söylemişti.
Bu davanın sonuçlarına dönecek olursak, UAD, İsrail tarafından yürütülen askeri harekâtın askıya alması talebini hızla karara bağlayabilir. Her ne kadar bu, teoride, Filistinlileri nihayetinde soykırım olarak ilan edilebilecek bir olaydan koruyacak gibi görünse de pratikte İsrail’in bu kararı dikkate almaması muhtemel. İsrail'in soykırım yapıp yapmadığına ilişkin nihai bir karar alınması ise birkaç yıl sürebilir. İsrail'in soykırım uyguladığı UAD tarafından kararlaştırılırsa bu İsrail’in uluslararası camiada itibar zedeleyip, BM ve diğer uluslararası kurumlar tarafından yaptırıma uğramasına yol açabilir. Değinildiği gibi UAD'nin kararları yasal olarak bağlayıcıdır, ancak UAD'nin bir devleti kararına uymaya zorlayacak güce sahip değil. Fakat bu nihayetinde Filistinliler için, manevi ve sembolik bir zafer olarak kalması muhtemel çünkü bir UAD kararını uygulamanın tek yolu BM Güvenlik Konseyi'nin oylamasıdır. ABD ve Birleşik Krallık da dahil olmak üzere konseyin beş daimî üyesinden herhangi biri böyle bir önlemi veto etmesi şaşırtıcı olmaz. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bu hafta soykırım davasını "haksız" olarak nitelendirdiğini göz önünde bulundurursak bu senaryo kaçınılmaz. Yine de bazı uzmanlar İsrail'in mahkemede kendini savunarak UAD’ın meşruiyetini kabul ettiğini ve bunun daha sonra mahkemenin emirlerine karşı gelmeyi daha zor hale getireceğini öngörüyorlar.
Geçtiğimiz günlerde, Avrupa Birliği politikasından sorumlu Josep Borrell’in İsrail hükümetinin Filistin Yönetimini zayıflatmak amacıyla Hamas’ı finanse ettiği açıklaması gündemi meşgul etmişti. Her ne kadar AB bir bütün olarak İsrail’i destekliyor izlenimi verse de durum göründüğünden daha karışık. Belçika Başbakan Yardımcısı Petra De Sutter, ülkesinin İsrail'e karşı mahkemedeki yasal sürece katılması gerektiğini belirtip "Soykırım tehdidine karşı harekete geçmeliyiz" demişti. İrlanda Cumhuriyeti ise, Başbakanlarının çekincelerine rağmen, İsrail aleyhine mahkemede yer almayı değerlendiriyor. İspanya geleneksel olarak bu çatışmada İsrail’in karşısında yer alırken, Finlandiya’da 100’e yakın diplomat Dışişleri Bakanına ortak mektup yollayıp İsrail'in orantısız güç kullanımını ve bölgedeki olası uluslararası hukuk ihlallerini kınaması için hükumetlerine baskı yapıyorlar. Sonuç olarak Borell’in bu açıklamaları hem AB’deki bir başka bölünmenin fay hattına değiniyor hem de İsrail-Filistin meselesinde iki taraf açısından da sürpriz çıkışların olabileceği işaretini veriyor.