Kültürel hegemonya yaratamayacağını anlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihi bu tabloları derinleştirmek, diğer bir değişle, kimlik siyasetini ve yıkıcı kutuplaşma sorununu kendi lehine çevirmek için mücadele etmek oldu.  20 yıldır Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarının, son beş yılda Cumhur İttifakının ve bu dönemin güçlü lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabul ettiği bir başarısızlık var: kültürel hegemonya kuramamak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, son on yılda, bu başarısızlığı defalarca şu cümleyle tekrarladı: “kültürel hegemonya kurmada başarısız olduk”. Bir liderlik biçimi olarak “hegemonya”, toplumun farklı kesimlerin “rıza”sını almak, onların düşünce biçimlerini ve hareket tarzlarını şekillendirmek ve sonuçla, onlara aksi takdirde yapmayacakları bir şeyi yaptırmak, bir kararı aldırmak anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplum yönetiminde ve devlet kurumları ve aktörleriyle ilişki de siyasi ve ekonomik hegemonya kurduğunu, rıza olmasa da baskı ile rıza alabileceğini düşünüyor.  Fakat, kültürel olarak, kimlik oluşumu, yaşam tarzı, tavır, düşünce, tercih ve zevk vb. alanlarda bu rızayı oluşturamadığını görüyor. Kültürel hegemonya olmadan da iktidarını ve liderliğini sürdüremeyeceğini düşünüyor. Kültürel hegemonya kurmadaki başarısızlığın sonucu, bir taraftan, toplumun sınırları kalın olarak çizilmiş, farklılıklara güvenmeyen ve aynılık/benzerlik temelinde cemaatler yaratan kimliklere savrulması, diğer taraftan da kutuplaşma sorununun yıkıcı boyutlara ulaşması oldu. AK Parti’nin yirmi yıllık Türkiye’yi yönetme serüvenin özellikle son on yılı, birbirine güvenmeyen ve her biri cemaatleşmiş “kimlikler Türkiye’si” ve yıkıcı nitelikte “kutuplaşmış Türkiye” tablolarını sahneledi. Kültürel hegemonya yaratamayacağını anlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihi, bu tabloları derinleştirmek, diğer bir değişle, kimlik siyasetini ve yıkıcı kutuplaşma sorununu kendi lehine çevirmek için mücadele etmek oldu. Kültürel hegemonya yaratama başarısızlığı, siyasi ve kültürel kutuplaşmayı körüklemeyi ve kimlik siyasetini kalınlaştırmayı/sertleştirmeyi getirdi.
AK Parti’nin yirmi yıllık Türkiye’yi yönetme serüvenin özellikle son on yılı, birbirine güvenmeyen ve her biri cemaatleşmiş “kimlikler Türkiye’si” ve yıkıcı nitelikte “kutuplaşmış Türkiye” tablolarını sahneledi.
Siyaset “dost-düşman ayrımı” temelinde yapılırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, çoğunluk kimliği olarak gördüğü “milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin” kendisine ve Cumhur İttifakına desteğini keskinleştirecek ideolojik, söylemsel ve sembolik hamleler yapmaya başladı. Bu hamleler, aynı zamanda, Erdoğan ve Cumhur İttifakı tarafından yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerini kazanmak için stratejik önemde görülüyorlar. Nedir bu hamleler?  Birincisi, tarihin “Türk-İslam Sentezi” ya da “İslam-Türk Sentezi” olarak yeniden yazılması. Tarihin yeniden yazılması bağlamında en fazla yatırım yapılan ve toplum üzerinde etki yaratması beklenen alan popüler kültür ve tarihi diziler.  Bu dizlerle, tarih İslam-Türk ya da Türk-İslam tarihi olarak yeniden yazılıyor; “diriliş-kuruluş-uyanış” ekseninde, dün ile bugün eklemlendiriliyor; “devlet içinde hainler”; “lidere mutlak sadakat” ve “devlet için her türlü sorunu içine atmak, sabırlı olmak ve şükretme” temaları güçlü tarihsel liderler tarafından işleniyor ve geliştiriliyor. Diriliş: Ertuğrul; Kuruluş: Osman; Uyanış: Selçuklu; Alpaslan: Büyük Selçuklu; Barbaroslar: Akdenizin Kılıcı: bu dizilerin söylem analizi, bize sadece yukarıda vurguladığım temaların nasıl işlendiğini ve tekrar tekrar vurgulandığını göstermiyor; aynı zamanda, tarihin yeniden yazılımı yoluyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a desteğin güçlendirilmesi çabasının da amaçlandığını ortaya çıkartıyor. Zaten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönem konuşmalarının söylem analizi, kendisinin de bu dizilerden çok etkilendiğini ortaya çıkartıyor. İkincisi, sembolik olarak, köprü isimlerinden gemi isimlerine, sokak isimlerinden kurum/üniversite isimlerine kadar çok geniş bir yelpazede bu tarihin önemli aktörlerinin isimlerin kullanarak muhafazakâr-milliyetçi kesimlerle ilişkiyi güçlendirmek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, çoğunluk kimliği olarak gördüğü “milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin” kendisine ve Cumhur İttifakına desteğini keskinleştirecek ideolojik, söylemsel ve sembolik hamleler yapmaya başladı.
Aynı zamanda, bilimsel, siyasi, kültürel referanslar olarak, sadece, İslam-Türk ya da Türk-İslam tarihi olarak tanımlanan alanının isimlerini kullanmak: İbn Arabi, Şeyh Edabali,  El-Fergani, El-Sufi, El-Bruni, Ali Kuşçu, El-Ceziri, El-Farabi, İbn-i haldun, Necip Fazıl Kısakürek. Bu isimler çoğaltılabilir. Ama amaç aynı kalıyor: dün ile bugünü yarın (2053 ve 2071) referansıyla birleştirmek; bunu yaparken seküler Cumhuriyet dönemi, Atatürk’ü ve aydınlarını dışlamak. Üçüncüsü, Ayasofya’yı Cami’ye dönüştürmek; İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak vb. kararlarla kamusal ve tarihsel alanda “muhafazakâr-milliyetçi düşüncenin egemen olduğunu” sembolik olarak göstermek.    Bunu yaparken, aynı zamanda, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerine, kadınlara, gençlere, sanatçılara ahlaki karalamalar içeren tavır ve söylem içinde olmak. Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı bu ideolojik, sembolik ve söylemsel hamlelerinde başarılı oldu mu? Bugün bu soruya yanıt vermek kolay değil. Fakat, seçim sonuçlarının beklediğimiz yanıtı bize büyük ölçüde vereceğini söyleyebiliriz.