Göçün ekonomik nedenleri ikinci dünya savaşından sonra daha ön plandayken, son otuz yılda göçün birincil nedeni savaşlar olmuştur. Zorunlu göçün birincil mağdurları çocuklar olurken, yaşamak için gidilen ülkelerin sermaye sınıfı bu mağduriyeti kendi açılarından ucuz işgücü deposu olarak değerlendirmişlerdir. Savaşı çıkaran sınıf ile savaş nedeniyle ortaya çıkan verili durumdan en iyi faydalanan sınıf aynı.
Sovyetler Birliği'nin çözülüşü, Ortadoğu ülkelerini açık hedef olmalarına, emperyalizmin tehditleriyle baş başa kalmalarına neden olmuştur. Emperyalizm ve kapitalist sistem bir bütün olarak kendilerine düşecek paydan daha fazlası için rekabete girişmiş, ticari ilişikler uluslararası siyasetin tek belirleyeni haline gelmiştir. Avrupa göç nedeniyle mülteci durumuna düşen insanların kalifiyelisine kucak açarak seçici davranırken, az gelişmiş kapitalist ülkeler ve bölgenin tırnak içerisinde güvenilir ülkesi Türkiye göçmenler için güvenilir liman haline getirilmiştir.
Cumhuriyetin iç siyasetini belirleyen burjuvazinin varlığı ve devamlılığı için ulus devlet ve misak-ı milli sınırlarındaki ısrar Kürt sorunun derinleşmesine neden olurken sermaye sınıfının sömürüde ulus farkı gözetmeksizin attığı adımlar bugün daha net anlaşılıyor. Çıkar noktasında sermaye sınıfı ortaklaşırken milyonlarca emekçi kendi içerisinde ayrıştırılmış, bugün de aynı ayrıştırma mülteciler üzerinden yürütülmektedir. Bu siyasi tarz burjuvazinin yüzyıla yayılan bilindik milliyetçi yönüdür.
Türkiye’de sanayinin sermaye birikiminin batıda yoğunlaşması güneydoğu da ve doğudaki insanların iç göçe mecbur kalmasına neden olmuştur. Ağır iş kollarında çalışan bölge insanı diliyle, kültürüyle, ayrımcılığa maruz kalırken, emeğinin sömürüsü bin kat arttığı gerçeği ile yüzleşmiştir.
İnşaat sektöründe çalışan Kürtlerin bugünkü komşuları Suriyeli, Iraklı, Afgan göçmenler olmuştur. Yine tarım sektöründe çalışan yüzbinlerce Kürt yurttaşın yanı başındadır göçmenler. Ailesiyle birlikte çalışan çocukların sulama kanalında bulunan cesetlerin de hangi ulusa ait oldukları yazmıyor. Savaşta babasını kaybeden 8 ile 10 yaşındaki Iraklı iki çocuğun sırayla Ankara’nın Keçiören ilçesinde sattıkları selpak mendil ile hasta annelerinin ve kendilerinin geçimleri sağlamak zorunda oluşları, ayrışan hayatların aynılaşan sorunlarıyla karşı karşıya olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Savaşta ölen babalarının, Iraklı annelerinin Kürt oluşu sattıkları mendilin yanına koydukları tartı da ölçtükleri sermayenin kazancıdır.
Çocukların okul ile değil bazen atölye, bazen ise pamuk tarlaları, bazen de sokakta kurdukları tezgâh ile yani işyerleriyle anılıyor oluşu eşitsizliğin, sömürünün sıradanlaşmasına normalleşmesine dönüşsün isteniliyor.
Savaşın yol açtığı göç ve mültecilik sorunu bugün Türkiye için en önemli sorunlardan biri ve bu sorun kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Sorun derinleşirken sermaye sınıfı için bu durum tam tersine istenilen bir sonuç haline dönüşmüştür. Türkiye’nin Filistin işgaline yaklaşımının ümmetçilik dışında gerçekçi insancıl bir tepkisi yoktur. Türkiye ve Arap ülkelerinin göstermelik tepkileri emperyalistler ve İsrail ile olan ticari ilişkileri askeri iş birlikleri bilinmektedir.
Bugün Filistin’de yaşanan savaşın sorumlusu olan emperyalist blok NATO, Avrupa Birliği, BM hepsi bir paket içerisindeler. ABD başat emperyalist ülke konumunu sürdürse de tek başına bırakılarak diğer emperyalist ülkeleri temize çıkmasına neden olmamalı. Emperyalizmin şımarık çocuğu İsrail on yıllara yayılan işgalini sürdürmekte milyonları yerinden yurdundan edecek bir kara harekâtına hazırlanmaktadır. Milyonları yine zorunlu göçe zorlayacak bu savaşın çok sayıda mülteci ile sonuçlanacağı görülüyor.
Türkiye’de son dokuz ayda İSİG raporlarına göre ölen çocuk ve mülteci sayısı şöyle: 44 çocuk çalışırken yaşamını yitirirken 75 mültecide yine çalışırken yaşamını yitirmiş. Yaşamak için savaştan kaçarken başka bir savaşın içerisinde ölenlerin olduğu bir düzende savaş bitmez.
ü