Aslında acı yokken hazzın doruğundayızdır ama bunu bilmeyiz. Gözümüzü komşunun tavuğunu dikerken buluruz kendimizi. Kaygılar ve endişeler yaratıp geleceğe dair kötümser düşünceler üretip, sahte ihtiyaçlar yaratıp onların arkasından gideriz.

İnsan, tabiatı gereği sürekli eksik ve yetersiz hisseder. Annemizin o ılık sütü olmadan büyüyemeyiz, bebekken diğerinin bakımına muhtacızdır. Yaşarken de ihtiyaçlarımız hiç bitmez; hayatımızı sürdürebilmek için su içmemiz, yemek yememiz gerekir. Türümüzün devamını sağlamak için cinsel ilişki de gerekliliklerden biridir. İhtiyaçlar doyurulduğunda doyum hissiyle birlikte haz da gelir.

En sevdiğim Helenistik dönem filozoflarından Epikuros her hazzın bir ihtiyaç duygusundan ve bir şeyin eksikliğinden meydana geldiğini söyler. Tabii sadece zorunlu haz kaynaklarının peşine düşmeyiz; bir bardak su, bir somun ekmekten fazlasını isteriz. Donanmış bir masada her türlü zengin içerikle süslenmiş lezzetli yiyecekler arzularız. Bu haz da yetmez; ün, şöhret, para, iktidar ve başarının hazzına göz dikeriz. Elde edilmesi kat be kat zor bu ereklerin haz getireceğine dair olan inancımız boştur. Bu hazlar elde edince mutlu olacağımızı düşünürüz ama öyle olmaz. Satın almak için yüklü para ödediğiniz otomobiliniz size kısa bir süre için haz verir. Anlık hazlar geldiği gibi gider, bir an değer ruha. Sonra dünyanın sert gerçeklerine tekrar ayak basılır. Ve sonra kişi daha iyisini görüp, bu sefer onun haz getireceğine inanır. Bunlar yanlış değerlendirmeler, yanlış inançlar, yanlış kanılar, tamamen temeli çürük sanrılardır.

Cem Şen, Lao Tzu’nın Yol ve Erdem kitabındaki satırları yorumlarken, aslında haz durumunun bizi bir seviyeden bir üst seviyeyi çıkarmadığını söylerken farklı bir bakış sunuyordu. Diyelim ki çok açsınız ve bu durumda acı çekiyorsunuz. Bu sizi bir kademe geriye çekiyor çünkü yoksunluk hissediyorsunuz. Sonra açlığını gideriyorsunuz ve bir üst seviyeye çıkıyorsunuz. Ne kadar çok yoksun kalırsanız doyum ereğine ulaştığınızda o kadar çok haz alıyorsunuz. Ama sonuç olarak başladığınız noktaya geri dönüyorsunuz; ne kazanç var ne de kayıp!

Doğamız gereği yoksunluk-haz kısır döngüsünde yol alıyoruz. Peki bu sonsuz döngüden nasıl çıkarız? Hazzın ne olduğuna dair bakış açımızı değiştirerek! Platon gibi düşünürler nötr duygu durumunun hazzın kendisi olduğunu söylerler. Aslında acı yokken hazzın doruğundayızdır ama bunu bilmeyiz. Gözümüzü komşunun tavuğunu dikerken buluruz kendimizi. Kaygılar ve endişeler yaratıp geleceğe dair kötümser düşünceler üretip, sahte ihtiyaçlar yaratıp onların arkasından gideriz. Yemede içmede, cinsellikte aşırıya kaçarız. Haz sınırlarını zorlarken Epiruros dahil çoğu filozof bizi ölçülü davranmaya davet eder. Gerçek haz ılımlılık halinde yaşanır. Asıl ölçülü davrandığımızda gerçek hazzı yaşayabiliriz.

Ortada kocaman bir kavanoz Nutella dururken, onu canımız isteyebilir. Ağzımızın suları akar, fakat ona eriştikten sonra daha fazlasını isteriz ve sağlıksız olanı vücuda kattıkça acı çekeriz. Lucretius’un dediği gibi ‘Zevkin kaynaklarında öyle bir acılık var ki, Çiçekler arasında bile olsa boğazımı yakar.’ Kurtuluş sakin bir akıl yürütmede. Kurtuluş basit ve az olanın hazzında saklı.