Almanya dünya savaşı çıkartmış, bir ırkı bütünüyle yok etme gayesiyle soykırımı gerçekleştirmiştir ama sonuçta onlarca Alman kenti haritadan silinmiş, yüz binlerce sivil Alman hayatını kaybetmiş dolayısıyla o insanlık suçlarının kefareti ödenmiştir.

Almanya’nın farklı üniversitelerinden dört akademisyen 13 Kasım’da Gazze’de yaşanmakta olan insanlık dramına dair bir bildiri yayınladılar. Nicole Deitelhoff, Rainer Forst, Klaus Günther ve Jürgen Habermas’ın imzalarının yer aldığı bildiri esas olarak meselenin Alman toplumuna yansıyabilecek olan potansiyel tehlikelerine dikkat çekiyor. Buna göre Almanya’daki siyasi kültürün dayandığı demokratik etik çerçevesinde Yahudilerin yaşamı ve İsrail’in var olma hakkı savunulmalıdır. Ülkenin Nazi geçmişi göz önünde bulundurulduğunda bu elzemdir. İmzacıların vurguladığı diğer husus ise İsrail’in uyguladığı yöntemin soykırım olarak adlandırılmaması gerektiği. Nazi Almanyası’nın bir ırkı bütünüyle ortadan kaldırmaya yönelik uyguladığı soykırım yöntemi tarih içinde benzersizdir. Soykırım tabirinin Yahudi Soykırımı dışında da kullanılması Almanların geçmişte işlediği bu insanlık suçunun niteliğini zayıflatmaktadır. Habermas ve diğerlerinin soykırım tabirine dair yaklaşımları bu çerçevede ele alınmalıdır.

“Dayanışma İlkeleri Üzerine Açıklama” başlıklı bildiriyi yorumlamak için Almanya’nın yakın geçmişini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Adolf Hitler’in intihar ettiği 30 Nisan 1945 günü Almanya’nın sıfırıncı saati olarak (stunde null) kabul edilmiştir. Geçmiş ile bağını kopartıp bambaşka bir geleceği inşa edecek halkın başlangıç noktası. Sıfırıncı saat tabiri yeniden kurulan Almanya’nın geçmişe yönelik suçluluk hissini de azaltan bir formüldür. Almanya dünya savaşı çıkartmış, bir ırkı bütünüyle yok etme gayesiyle soykırımı gerçekleştirmiştir ama sonuçta onlarca Alman kenti haritadan silinmiş, yüz binlerce sivil Alman hayatını kaybetmiş dolayısıyla o insanlık suçlarının kefareti ödenmiştir. Sıfırıncı saat tabiri bu kefaretin ödendiğine dair bir kabulu içerir. Diğer taraftan sıfırıncı saat o dönemi yaşamış olan Almanların yaşananların farkında olmalarına karşın suçluluk duygusuna kapılmaması için de bir kaçış noktası olacaktır.

W.G. Sebald, ‘Hava Savaşı ve Edebiyat’ isimli kitabında savaş sonrasında Almanların yaşadıkları o korkunç deneyimlere rağmen neden suskun kaldıklarını, travmalarını edebiyata neden yansıtmadıklarını sorgular. Müttefik kuvvetlerinin bilinçli olarak yüzbinlerce sivil insanı öldürmek suretiyle Alman kentlerini haritadan silmesi neden o acıları yaşamış insanlar tarafından ‘unutulmuştur’. Sebald’ın kitabında vardığı sonuca dair Nurdan Gürbilek ‘İkinci Hayat’ isimli kitabında şu yorumda bulunur: “ Sebald sessizliğin ardında evet bir utanç var, diyordu, ama bu başkalarını kurban etmiş olmanın utancı değil, savaşın sonunda kendini kurban rolünde bulmanın utancıdır.”

1986 yılında Batı Almanya’daki tarihçiler arasında kamuoyunda da büyük ilgi gören bir tartışma çıkar. ‘Tarihçilerin kavgası’ (Historikerstreit) olarak adlandırılan bu tartışma Almanya’nın yakın geçmişte işlemiş olduğu insanlık suçlarının kendilerine özgü olup olmadığına dairdir. Tarihçi Ernst Nolte’nin başını çektiği düşünürler Yahudi Soykırımı’nın yaşandığı dönemde Stalin’in yönetimindeki Sovyetler Birliği’nde de insanlık suçlarının işlendiğini öne sürerler. Dolayısıyla milyonlarca insanın programlı, bilinçli bir şekilde öldürülmesi yalnızca Almanlara özgü bir eylem değildir. Ernst Nolte’nin Yahudi Soykırımı’na dair revizyonist yaklaşımına en sert tepkiyi Jürgen Habermas gösterecektir. Habermas’ın başını çektiği taraf Almanların yakın geçmişte işlediği Yahudi Soykırımı suçunun tarih içinde kaybolmaması, başka suçlarla karşılaştırılarak sıradanlaştırılmaması gerektiğini öne sürecektir. 1986-1987’de süren bu tartışma kapalı, entelektüel bir zümre içinde değil televizyonlardaki tartışma programlarında, gündelik basında milyonlarca insanın tanıklığında gerçekleşmiştir. Nolte’nin revizyonist tavrına karşı Habermas Alman halkını huzursuz, rahatsız etme pahasına cesurca bir tavırla mücadele etmiştir. Savaştan sonra dünyaya gelen kuşak 1960’lı yıllarda annelerine, babalarına karşı eleştirel bir tutum sergileyip bazen provokasyon da içeren bir bellek sorgulamasına girişmişlerdi. Sanat alanından örnek göstermek gerekirse Georg Baselitz’in 1963 yılıyla birlikte yaptığı resim dizileri, Anselm Kiefer’in 60’lı yılların sonuyla birlikte giriştiği bellek arayışları, Gerhard Richter’in kendi ailesinden yola çıkarak yakın geçmişi anımsatma çabaları gösterilebilir. Ancak 1980’li yılların sağa kaymış  Almanyası’nda Habermas ve onun gibi düşünenlerin tavrı istisnai bir durumdu.

1989’da Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla iki Almanya’nın birleşmesi gündeme gelir. ‘Historikerstreit’ Almanya’nın yakın geçmişine dair bir tartışma olmaktan çıkarak ülkenin yakın geleceğini ilgilendiren bir kavgaya dönüşür. Yüzlerce yıldır aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan fakat yüzlerce irili ufaklı devlet altında yaşayan Almanlar 1871’de Otto von Bismark’ın liderliğinde en nihayet birleşmişlerdi. 1990’da bu birleşmenin tekrar gerçekleşmesi kadar doğal bir şey olamazdı. Batı ve Doğu Almanya bu birleşmenin heyecanını, mutluluğunu kolektif bir şekilde yaşarken Jürgen Habermas’ın da içinde bulunduğu, Günter Grass, Anselm Kiefer gibi isimlerin de yer aldığı bir zümre aykırı bir tavır aldı. İki Almanya’nın birleşmesi yeniden bir ‘Alman sorunu’ (Deutsches Problem) yaratabilirdi. Yeniden güçlenen Almanya Alman halkının kendini tekrar dev aynasında görmesine yol açabilirdi.   Bu endişelere dair Alvin Rosenfeld’in ‘Imagining Hitler’ isimli kitabındaki şu ifadeler dikkate değer: ”Hitler bugün çevremizde dolaşıyor; nefretlerimizde, korkularımızda, iktidar ve kurban fantazilerimizde, kötü deneyimlere ve şiddet içeren sonlara ilişkin kabuslarımızda.” Bu endişeye başka bir açıdan bakan Alexander Mitscherlich ve Margarethe Mitscherlich’in 1967’de kaleme aldıkları “Yas Tutma Kifayetsizliği” başlıklı makalede Almanların Hitler’in ölümüyle travmatik bir kayıp yaşadıkları öne sürülür. Sevi objesi/baba figürü kaybedilmiştir. Alman halkı sıfırıncı saat ile birlikte geçmişi unutmuş gibi yaparak yas tutmadığı için bu travma gelecek kuşağa da yansımıştır.

Jürgen Habermas, Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve Klaus Günther’in 13 Kasım’da yaptığı çıkış değerlendirilirken yukarıda bahsedilen hususlar dikkate alınmalıdır. Metin uluslararası alanda bir etki yaratmak amacıyla değil Nazi geçmişini yeniden gündeme getirerek Alman halkına karşı sert bir uyarı yapma gayesini taşımaktadır.

---

Kaynaklar:

Bahsedilen bildirinin Türkçe çevirisi için: https://serbestiyet.com/haberler/ceviri-habermasin-altina-imza-attigi-bildiri-tartisiliyor-dayanisma-ilkeleri-uzerine-aciklama-148471/

W.G. Sebald, Hava Savaşı ve Edebiyat, Çeviri: Hulki Demirel, Can Yayınları

Nurdan Gürbilek, İkinci Hayat, Metis Yayınları

ü

ü

Editör: Osman Erden