İki Türkiye bir kez daha karşımızda. İktidarın Türkiye’si ile güzel ülkemin üzgün ve güvencesiz insanlarının Türkiye’si. 14 Mayıs seçimleri, umarım bizi 15 Mayıs sabahı üzgün ve güvencesiz insanlarının olmadığı güzel ve yeni Türkiye’ye uyandırır.
Konuşmalar ve toplantılar için Kanada’dayım.
Toronto ve Ottawa’dan sonra Montreal’de, sabah, bir kahvede kahvemi içiyorum.
Pencereden dışarıya bakıyorum.
Önümden, işe giden insanlar, okula giden öğrenciler, ellerinde kahve ya da çay dolu termoslarıyla geçiyorlar.
Bazıları tek başına yürüyor, bazıları birbirleriyle konuşarak.
Burada da sorunlar var. Yaşam kolay değil.
Eminim ki, penceremin önünden geçen insanların da hayatları karmaşıktır, tek düze değildir.
Masamın üzerinde bilgisayarım açık, haberler ekranımda.
Türkiye’yi düşünüyorum.
Aklıma,
Nuri Bilge Ceylan’nın, Cannes Film Festivalinde ödülünü alırken “
Benim yalnız ve güzel ülkem…” diye başlayan konuşması geliyor.
6 Şubat depremlerinden sonra Antakya, Samandağı, İskenderun, Nurdağı ve İslahiye’ye gitmiştim.
Bu güzelim yerler, insanlarımız, yaşam artık yok.
Niye?
İki ay evvel,
Harran Üniversitesinin daveti üzerine
Urfa’ya gitmiş ve üniversite de konuşma yapmıştım.
Urfa’da konuştuğum herkes Belediye Başkanı ve yaptığı acayip üst geçitlerden ve yollardan şikayetçiydi.
Urfa sele teslim oldu. Üniversite de selden zarar görmüş.
Çok can kaybımız var.
Niye?
Antakya’da, depremlerin başından beri gönüllüleriyle çok iyi iş yapan
İhtiyaç Haritası’nı ziyaret ettiğim zaman, konuştuğum arkadaşlar, “
çadırların ve konteynırların altına atacakları beton için çimento lazım, bulamıyoruz yeteri kadar” demişlerdi.
Büyük bir yıkım yaşayan
Adıyaman, şimdi de sel felaketi yaşıyor: altına beton atılmayan konteynırlar ve çadırlar yok oldular.
Ekranımdaki haber yüzümü buruşturuyor: “Sel 15 canımızı aldı ama toprak da suya kavuştu” diyebilen bir Bakanımız var. Ne bu Bakan ne de başka bir Bakan, depremlerden beri istifa etti.
Depremzede insanlarımıza verilen çadırlara ve konteynırlara bakın. Altına beton atılmamış.
Adıyaman’da da can kaybımız var.
Niye?
Bir tarafta, Montreal’de, kahvemi içerken önümden geçen insanlar; diğer tarafta, depremler, seller, ekonomik kriz altında kalmış
benim yalnız ve güzel ülkemin üzgün ve güvencesiz insanları.
Kanada ile Türkiye arasındaki
fark nereden geliyor?
Doğru, “
Coğrafya kaderdir”.
Fakat, altını çizerek vurgulayalım,
insanı, yaşamı yok eden coğrafya değildir.
Asıl
belirleyici olan, “
ülke yönetimi ve o yönetimin insana ve yaşama verdiği değer”dir.
Ekranımdaki haber yüzümü buruşturuyor: “
Sel 15 canımızı aldı ama toprak da suya kavuştu” diyebilen bir
Bakanımız var.
Ne bu Bakan ne de başka bir Bakan, depremlerden beri istifa etti.
Urfa Belediye Başkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ödül almış.
Urfa’daki selin fotoğraflarına bakıyorum. Sel sularına kapılmış ülkemin insanı için sorumluluk alan yok.
Depremler sonrası, tarihimizin en önemli kurumlarından
Kızılay’ın ne hâle getirildiğine şahit olduk.
İnsan yaşamını tümüyle unutmuş, satış yapmaktan ve yaptığı satışlardan elde edeceği kârdan başka bir şey düşünmeyen ve holdinge dönüştürülmüş Kızılay.
Ekranımdaki başka bir haber,
İPSOS’un depremler sonrası yaptığı araştırmanın bulgularıyla ilgili (14 Mart’ta yayımlanmış).
İPSOS’un araştırmasına göre:
Kızılay’ın ticari aktivite yapmasını onaylamayanlar 72%, Fikrim yok diyenler 18%, Onaylayanlar 10%;
Kızılay’ı depremde başarısız bulanlar 57%, fikrim yok diyenler 13%, başarılı bulanlar 30%.
Türkiye’nin tarihi ve köklü kurumlarından biri olan Kızılay’ın düştüğü durum, çoğu kişi gibi beni de çok üzüyor.
Toplumun çok büyük oranda tasvip etmediği bir Kızılay Başkanı ve yönetimi var.
Vurgulayalım: Deprem bölgesinde fedakârca çalışan Kızılay çalışanlarını bunun dışında tutuyor ve takdir ediyoruz.
Sadece üzülüyoruz. Kızılay Başkanı hiçbir sorumluluk almıyor, hâlâ yerinde, gazetecilerle, sanatçılarla tweet kavgası yapıyor.
Türkiye, güzel ülkem ne hâllere geldi diyorum.
Bir daha vurgulayarak altını çizeyim
: coğrafya kaderdir ama öldürmez: belirleyici olan, ülke yönetimi ve yönetimin insana ve yaşama verdiği değerdir.
İPSOS’UN araştırmasına göre sıralamada, ilk sırada madenciler var; onları, yurt dışı arama ve kurtarma ekipleri, AHBAP, sivil toplum örgütleri takip ediyor. O hakaret edilen, çalışmaları engellenen sivil toplum örgütleri, toplumun takdirini kazanıyor.
İPSOS araştırmasına dönüyorum:
Peki,
toplum, depremdeki çabaları ve çalışmalarından dolayı kimleri takdir ediyor?
Sıralamada,
ilk sırada
madenciler var; onları,
yurt dışı arama ve kurtarma ekipleri, AHBAP, sivil toplum örgütleri takip ediyor. O hakaret edilen, çalışmaları engellenen sivil toplum örgütleri, toplumun takdirini kazanıyor.
AFAD, başarılı bulunuyor ama sıralamada gerilerde kalıyor. Kızılay ise başarısız görülüyor.
İPSOS araştırmasının bulguları, çok önemli bir
sonucu da ortaya çıkartıyor: Ülke yönetimi ve yöneticileri ile toplum arasında ciddi derece de
algı ve anlayış farkı var.
İki Türkiye, burada da karşımıza çıkıyor; iktidarın Türkiye’si ile
güzel ülkemin üzgün ve güvencesiz insanlarının Türkiye’si.
14 Mayıs seçimleri, umarım bizi
15 Mayıs sabahı üzgün ve güvencesiz insanlarının olmadığı güzel ve yeni Türkiye’ye uyandırır.
Niye olmasın diyerek kahveden ayrılıyorum, caddedeki kalabalığa karışarak Montreal’deki konuşmama gidiyorum.