Çocukken sınıfta yaramazlık yapınca eline bir cetvelle vurulmasına alışkın eski kuşak için, göze göz dişe diş daha bilinen bir model. Karar kişinin. Fakat yine de son sözü Bert Hellinger söylesin: Kötü olmayacak kadar iyi olan ilişkiyi bozar!

Size birisi kötü bir şey yapsa ne yapardınız? Öç almak için çetele tutmaya başlar ve zamanını kollayıp misilleme için denk bir  zamanı mı beklersiniz? Yoksa intikam duygularından vazgeçip bağışlamaya mı karar verirsiniz?

Yahudilikte öldürme gibi belirli suçlar dışında bağışlamak zorunluluktur. Sevgi ve merhamet dini olarak bilinen Hıristiyanlık da bağışlamanın taraftarıdır. İsa şöyle der: "Sağ yanağına biri tokat atarsa ona karşılık verme, sol yanağını da ona çevir." Kuran’da Şur Suresinde kötülüğün karşılığı ona eşit bir kötülüktür der, fakat kim bağışlar ve barışı sağlarsa mükafatı Allah’a aittir, diye ekler. Sonuçta İslam da bağışlamadan yanadır. Uzak doğuya baktığımızda da aynı tınıyı duyarız: Budist felsefe kötü bir davranışa maruz kaldığımızda bile, sevgi ve iyilik duygularını korumaya çalışmamızı öğütler.

Felsefenin asi çocuğu Nietzsche ezber bozuyor. ‘İyinin ve  Kötünün Ötesinde’ adlı kitabında  Hıristiyanlığın Avrupa’ya ne kadar zarar verdiğinden tutun insanları nasıl güçsüzleştirdiğini anlatıyor. Ona göre, bunun nedenlerinden biri Hıristiyanlığın boyun eğici davranışları yüceltmesi, bu da eziklik ve güçsüzlüğü pompalıyor. Nietzsche, bağışlamayı bir zayıflık ifadesi olarak görmekteydi ve bağışlamayı kendi haklarını adil bir çözüme ulaştırmada yetersiz zayıf kişilerin kullandığını iddia ediyordu. Bilgelerin böylesi davranışlarını bir tür kendine hakim olma sınavı, bir çeşit güce erişme ve hükmetme arzusu olarak yorumluyordu.

Fazlasıyla üstenci bu bakış yerine Bert Hellinger, dengenin korunumunu önemseyerek yeni bir pencere açıyor.[1] Birisi sana kötü bir şey yaptığında eğer bunu görmezden gelip hiçbir şey yapmaz hatta bağışlarsak ilişkinin tüm dengesini bozacağımızı söylüyor ve bunun bir denge ihlali olduğunu savunuyor. Ona göre ancak karşımızdakine durumu düzeltecek bir fırsat yarattığımızda ilişkideki alışverişin devam etmesine olanak tanımış oluruz. Bağışlamakla karşı tarafa bir hamle seçeneği bırakmayarak onu daha da öfkelendiririz.

Hatta formülasyonu da şöyle bulmuş; kötülüğe karşılık bir seviye düşük kötülükle karşılık vermeliyiz, iyiliğe ise bir derece fazla iyilikle. Belki bir örnek kafanızda bunu daha somutlaştırabilir: Size söz verip yardıma gelecek bir arkadaşınız olsun. Fakat mazeret belirtmeden geç geliyor ve siz zor durumda kalıyorsunuz. Arkadaşınızın sizi kazanması için bir taleple karşılık vermek ve ilişkinin sağlıklı yürümesi için yeni bir dinamik yaratmak gerekiyor.

Nereden bakarsanız bakın her görüş kendi içinde doğruyu barındırıyor. Çok bilinmeyenli bir denklem gibi dursa da, bağışlamanın sırtımızdaki küfeleri atarak iyileşmemize neden olduğu kesin. Ama gölge tarafıyla bunu bir boyun eğici ve teslim olan şemasının bir parçası olarak ele alırsak nevrozu da besleyebilir. Bağışlamayı çatışmalardan kaçınmak, yüzleşmemek, içinizdeki kızgınlığı, acıyı, kini, düşmanlığı ve öfkeyi bertaraf etmek için bir inkâr mekanizması olarak kullanıyorsanız burada bir sorun var demektir. Çocukken sınıfta yaramazlık yapınca eline bir cetvelle vurulmasına alışkın eski kuşak için, göze göz dişe diş daha bilinen bir model. Karar kişinin. Fakat yine de son sözü Bert Hellinger söylesin: Kötü olmayacak kadar iyi olan ilişkiyi bozar!

[1] Kabul Etmenin Özgürlüğü, Bert Hellinger, Sistem Yayıncılık, s.41-42.