Kadın senarist- yönetmen Chloe Domont’un ilk sinema filmi, Netflix prodüksiyonu “Fair Play”; para, kariyer hırsı ve cinsiyet rollerinin gizlice ya da açık açık savaştığı güç ilişkilerini iki sevgilinin ilişkisi üzerinden sürükleyici ve erotik bir psikolojik gerilime taşıyor.

Kadın senarist- yönetmen Chloe Domont’un ilk sinema filmi, Netflix prodüksiyonu “Fair Play”; para, kariyer hırsı ve cinsiyet rollerinin gizlice ya da açık açık savaştığı güç ilişkilerini iki sevgilinin ilişkisi üzerinden sürükleyici ve erotik bir psikolojik gerilime taşıyor. Film boyunca karakterlerin tutkularını, hırslarını ve gerilimlerini öyle bir hissediyorsunuz ki, film neredeyse Glen Close’un unutulmaz performansıyla meşhur, Adrian Lyne imzalı “Öldüren Cazibe” filminin Wall Street hâli gibi geliyor. Belki ortada Glen Close’un karakterindeki gibi bir “sınırda kişilik bozukluğu” yok ama duygusal ve kurumsal iş hayatındaki ilişkilerin en iyi ve en kötü halleri her an sınırda ve sarsıyor…

PARA, CİNSİYET ROLLERİ VE ÜSTÜNLÜK SAVAŞI

Prömiyerini geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nde gerçekleştiren ve büyük ses getiren “Fair Play” iki hırslı finans analisti sevgili, Emily (Phoebe Dynevor) ve Luke’un (Alden Ehrenreich) vahşi kapitalist kurumsal hayatın göbeğinde, aynı yatırım danışmanlığı şirketi çatısı altında şirket kuralları gereği gizlice yaşadıkları ilişkileri devam ederken, patronları Campbell ‘ın (Eddie Marsan) söylentilere rağmen Luke yerine Emily’i portföy yöneticisi olarak terfi ettiğinde tırmanan çok katmanlı gerilimi aktarıyor.

Ataerkil bir dünyanın erkeklik kompleksleri kadının daha üstün bir pozisyona sahip olmasına farkında olarak ya da olmayarak tahammül edemediği gibi iş yerindeki erkek dünyası kadının terfi edişinin arkasında da aklının, yeteneğinin ya da başarılarının değil, cinselliğinin olduğu önyargısıyla kadını küçümsüyor çünkü erkek egemen öğretiler iktidarı ancak erkeğe layık görüyor.

ERKEK KIRILGANLIĞI

Bu ilkel sosyal öğrenmeler içinde sevdiği kadının kendisinden daha başarılı bir pozisyonda daha çok kazanıyor olmasına toksik erkek kırılganlığıyla içten içe katlanamayan sevgili, kariyer hırsıyla daha çok kamçılanıyor ve üstünlük kuramadığı kadından başlangıçta soğuyor. Bu kompleksi devam ederken gittikçe pasif agresif bir sessizliğe bürünüyor ancak bir noktada üstünlüğü yine cinselliği ile geri almaya çalışıyor. Emily tüm gerilimin ortasında erkeklerin kadınları küçümseyen, aşağılayan dünyalarına bir bar gecesinde son derece itici ergen erkek sohbetlerinin ortasında striptizci kadına ortalama erkekler gibi davranarak bilinçaltında meydan okumaya çalışıyor.

Ancak bir yerde eşinin uzaklığından ötürü istenmediği, arzulanmadığı kompleksine kapılarak erkeğin üstünlük kurmaya çalıştığı vahşi bir sevişmeye de ilk aşamada izin veriyor. Böylece para hırsı, cinsiyet rolleri ile ilgili kodlar ve üstünlük savaşı tam da vahşi kapitalist sistemin isteyeceği gözü dönmüş çalışanlar yaratıyor.

Oysaki aynı düzen en çalışkanını bile bir saniyede gözünü kırpmadan harcayacak hain bir düzen olarak kimseye acımıyor. Velhasıl işin içine güç ve para girince aşk da duygusal hayatlar da kolayca ziyan oluyor. Filmi sonuna kadar soluksuz izleten tırmanan gerilimde Dynevor ve Ehrenreich’in performanslarının da rolü büyük ve oyunculukları kelimenin tam anlamıyla kusursuz.