Rousseau’nun herkesin eşit ve özgür olduğu bir toplum düzeni amacından; Locke’un çoğulcu anlayışından ve toplumsal sözleşme kavramından ilerlersek sosyal diyaloğun önemine ve bugününe varırız. Hobbes, Locke ve Rousseau, varsayılan bir doğa durumuna dayalı toplum sözleşmesi modelleriyle siyasal yaşamı tanımlarlar, anlamdırırlar. Locke da, Rousseau gibi toplumsal sözleşme kuramcısı, doğal hukuk doktrini savunucusu. Devletin esas görevi, Locke’ta birey hak ve özgürlüklerinin korunması olarak belirlenirken, Rousseau’da ise kamu yararının korunması diye nitelenebilir. Her iki görüşle temellendirilen siyaset biçimleri bağlamında ortaya çıkan yönetimlerde Dünya Tarihi’ne yansıyan farklar var. Rousseau’nun hiç kimsenin başkasının tahakkümü altına girmediği, herkesin eşit ve özgür olduğu bir toplum düzeni amacından; Locke’un çoğulcu anlayışından ve tüm doğal hukuk savunucularının birleştiği sözleşmesi kavramından ilerlersek sosyal diyaloğun önemine ve bugününe varırız. Toplum sözleşmesiyle bireylerin özgürlüklerini, güçlerini toplumun tamamına bağlamasıyla “halk” kolektif bir bütün haline gelir ve “cumhuriyet” olarak adlandırılan kolektif irade sahibi bir kamusal kişilik oluşur. Bu nedenle; kurumların, siyasi figürlerin uzlaşıyı değil çatışma siyasetini benimsemeleri çoğulcu demokrasiyle tezat olur. Amaç; ülkenin esenliği, refahı ve ilerleyişi üzerine kurulu ise, olumlu dönüşümün yolu bazı zaman eklektik kavrayışa da varan müzakere ile kat edilir. Nitekim dönemin liberal felsefesinin dışında bir siyaset kuramı geliştirmeyi amaçlayan Rousseau, esin kaynağını Antik Yunan kent devletlerinden ve felsefesinden almışken Ekletisizm’in de uzlaşı kültüründeki yerini vurgulamak gerekir. Anayasa’nın giriş maddesindeki açıklamadan: “…millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu…” Uzlaşmak, uzlaşma arzusu ve niyetinde olmak, bu niyeti gerçekçi edimlerle gösterebilmek, barışçıl duyguları sahiplenmek, önyargıları aşmak, ezberleri bozmak; bununla birlikte ilkesel kalabilmek erdemli bir davranış biçimi, duruş, yaklaşım. Bilimin, sanatın, insanlığın gelişimi bugüne dek uzlaşma kültürünün gereklerine kilitlenmekten geçti, yine öyle olacak. Ekletisizmin çıkışı ve devamı da uzlaşı kültürüne referanstır. Tüm anlaşmaların, sözleşmelerin, uzlaşıların atmosferi ise tahakkümün olmadığı durumdur. UZLAŞI VE ERDEM “İnsanlık sevgisini kapsayan o evrensel erdem,” diyen Montesquieu, yirmi yıl boyunca yazdığı Kanunların Ruhu Üzerine’de inceliyor: “Demokraside cumhuriyet sevgisi nedir?” Montesqueiu, eserinde; “Bir demokraside cumhuriyet sevgisi demokrasi sevgisidir. Demokrasi sevgisi eşitlik sevgisidir,” diyor. (İş Kültür Yay, çev: Berna Güven, s: 54) Evet, ilkelerini korumak, bununla birlikte ortak değerlerde uzlaşmak geleceğe yönelik bir mânâ hikayesi anlatabilir. Ekliyor Montesquieu: “Demokrasilerde eşitlik sevgisi kişisel hırsı, vatana diğer vatandaşlardan daha büyük hizmetlerde bulunma arzusu ve saadetiyle sınırlar.” Ülkenin geleceğinin lehine hırslardan, kişisel hesaplardan sıyrılarak kapsayıcı ve kapsamlı bir bütünlük bilincini yeşertmek! Bu demek değildir ki, çok daha fazlası, çok daha etkili adil görüşmeler olmaz. Bununla birlikte Millet İttifakı’nda el sıkışma fotoğrafının değeri yüksektir. Tüm formüller sosyal adalet gözetilerek kurulmalıdır. SÖZLEŞMELER HUKUKUNDAN BAHİSLE MÜZAKERE Hukukun koruma niteliğini ve bilhassa zarar oluşmadan yasal önlem alabilmeyi hedefleyen sözleşme aşamasının önemini her zaman vurguluyorum. İyi bir sözleşme; tarafların tam iradesini yansıttığı gibi, hak ve yükümlülüklerini gabin olmaksızın içeren ve makuliyet ölçüsünde kurulan anlaşmadır. Karşılaştırmalı hukuk açısından bakarsak; nasıl genel hukuk kurallarında ve hayatın olağan akışında müzakere, makuliyet ve mutabık kalmak esassa, elbette bu parametreler siyasette uzlaşma kültürünün gelişmesi açısından da ışıktır. Zira sözleşme serbestisi ilkesinin sınırı olan kamu yararı, siyasetin ve kamusal vicdanın  başlangıç noktası. Yeni yönetişim döneminde yepyeni dünya bakışlarına, davranış biçimlerine, sosyal düzlem ölçülerine ihtiyaç var ve bu anlamda diyalog, bir masada konuşabilmek önem arz ediyor! Albert Camus, ‘Başkaldıran İnsan’da der: “Toplum yalnızca kişilerden oluşmaz. Kurumlardan da oluşur… Gerçeküstücüler, Marx’ın ‘dünyayı değiştirmesi’yle Rimbaud’nun ‘yaşamı değiştirmesi’ni uzlaştırmak istiyorlardı.” Camus’den atıfla, kişiler ve kurumlar kümelerinde her biçimin birbirine yansıdığı düşünülürse Sözleşmeler Hukukunda geçerli olan makullük ölçüsünün siyasette de varlığı beklenir ve gerçekliği eşiktir. BENZETMELER, SEMBOLLER, GERÇEKLER Hukukta muhakeme; daima vakıalara dayanarak ilerler. Öte yandan, böyle zamanlarda diplomaside de iç siyasette de nesneler sembolleşebilir, bu doğal bir süreç. Edebiyatta dahi benzetmelerin anlamı güçlendirdiği ve çeşitlendirdiği düşünülürse sembolizmin zaman zaman anlam kurabileceği öngörülebilir. Bir kültürü veya anlayışı içeriden anlamak açısından diyalog evreninde ilerlemek mantıklıdır. Putin’in masasından Millet İttifakı’nın masasına kadar bir semboller evreninden bahsedeceksek belirtmeliyiz ki semboller gerçeği değiştirmez, içeriklerini ise ancak hayatın olağan akışı doğrulayabilir. Hakikat bir noktada güneş gibi parlar ve apaçık, sarih bir varoluşa işaret eder. Bu durum, bir masada savaş, bir masada toplum barışı konuşulması bakımından da ilginçtir ve  neticeye bakılacaktır. Demokrasinin belirleyici çekirdeği, hukuk devleti niteliğidir. Anlaşmalarda fotoğrafın sunduğu görüntünün ötesinde hukuk devletine güven; uzlaşmanın zemini olmalı ve daima adalet vurgusu gerçeğiyle birlikte topluma yansımalıdır. Nitelikli siyaset bilincinin toplumu olumlu etkilemesinden bahis açmak isteriz. Bu etkileşimin karşılıklı ivmesinden hareketle; kişilerin sözleşmelerinden, hukukundan ve gerçeklerinden makullük ölçüsünün de siyasette uzlaşı alanına yansıması tarihi bir iyilik bilinci getirir. MASADAN ŞARKIYA Suut Kemal Yetkin, “Sanat tarihçisi için araştırma, sanat eserinin sanatçıdan kopup kendi hayatını yaşamaya koyulduğu andan başlar,” diyor. (Sanat eseri ve hayatı, De  Yayınları, 1962, s: 18) Tüm bu uzlaşı yorumlarında bulunurken ve ülkenin açmazlarına çözüm önerileri getirilirken Tarkan’ın şarkısı ülkeyi salladı. Fikri haklarda mevzu sanat üzerinden değil eser üzerinden ele alınır. Aynı mantıkla ilerlersek Tarkan’ın eseri hususunda Suut Kemal Yetkin’in işaret ettiği gibi; eser, sahibinden çıkmıştır ve Geççek şarkısı kendi hayatını yaşamaya koyulmuştur. Neşeyle ve cesaretle… Sembollerin çok ötesinde önemli olan neticedir, gerçektir, sosyal adalettir. Yurtta sulh, cihanda sulh demenin; hukuk devletini tüm kurum, kural ve kazanımlarıyla, tam bir istençle, güvenle her gün ama her gün ifade etmenin olduğu kadar her alanda yaşamanın zamanıdır.