HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün üstesinden gelebilecek diyalog yollarını ve bu diyalogu sağlamak için herkese ulaşılması gerektiğini yazıyor. Bir baba, elinde bir koli ve bir devlet dairesinden çıkıyor... Bu fotoğraf çok konuşuldu. Bu fotoğrafın arkasında bir dram olduğu için çok konuşuldu. Bu fotoğrafın arkasında nasıl olup da çözülebilecek bir meselenin bu kadar kronik ve kangren haline getirilmesinin hikâyesi var. Bu fotoğrafın arkasında yıllardır bitmeyen binlerce insani dramdan birisi duruyor. Hakan Arslan, çözüm sürecinin bitmesinden sonra Sur’daki çatışmalarda hayatını kaybeden bir genç. Bu kişinin cenazesi 7 yıl sonra ailesine verildi. O günler az çok neler olduğunu biliyordum. Sur’da çatışmalar oluyor ve güvenlik görevlileri bölgede sokağa çıkma yasağı ilan ediyordu. Bölgede polise karşı direnenlerden hayatını kaybedenler oluyordu. Bu kişilerden öldürüldükten sonra cesedi ortada kalan birçok kişi oluyordu. Çatışmalar arasında hayatını kaybeden, çatışma ile alakasız insanlar da oluyordu ve vurularak ölen gerek Sur içinde gerekse farklı il ve ilçelerdeki cenazeler yerden uzun süre cesedi kaldırılamayacak bir haldeydi! Taybet Ana, günlerce ateş yağmuru altında cesedi yerde kalan bir kadındı! Hakan Arslan da güvenlik görevlileri ile çatışarak, vurularak öldürülenlerden birisiydi, bu ve bunun gibi birçok öldürülen kişinin cesedi günlerce yerde kaldı Sur içinde, hatta o zamanlar hiç kimse bu cesetleri Sur içine girip almaya bile cesaret edemedi! Sonunda belli ki bir yerlere bu cenazeler gömüldü ve ardından bölgede çatışmalar bitince inşaat çalışmaları başlayınca, bu cenazeler ve kemikler toprak altından çıkmaya başladı. Çocuklarını kaybeden aileler başvuru yaptılar ve onlardan birisi Ali Rıza Arslan isimli babaydı. Hakan Arslan’ı bulmak için müracaat etti. Yıllarca DNA analizleri süreci yaşandı ve aile çocuklarını toprağa veremediği için büyük bir huzursuzluk ve mutsuzluk yaşadı. En sonunda aylar sonra kemiklerin kendisine teslim edilebileceği DNA eşleşmelerin olduğu söylendi ve Ali Rıza Arslan Diyarbakır Adliyesi’ne gitti, orada kendisini karşılayan bir yargı mensubu yoktu! Bir memur onu karşıladı ve kemik dolu torbayı kendisine verdi! Torbanın içinde bir CD olduğunu söyleyerek torbayı açıp onu almak istediğinde baba; kemikleri gördü ve kendi ifadesiyle “O an Diyarbakır başıma yıkıldı. Gözlerim karardı kendimden geçtim. Adliyeden nasıl çıktığımı bilemedim.” dedi! Bir babaya cenazeden arta kalanları bir tabutta veya bir cenaze aracı ile gönderme usulü yerine “Al eline kemik dolu torbayı ve çek git.” Demeyi tercih eden bir anlayış... işte Türkiye’deki ihlâlleri devam ettiren anlayıştır! İtham edilenlerin işledikleri fiiller, suçlar ayrı bir konudur ancak otorite ve iktidarı temsil edenlerin insani mevzularda son derece duyarsız, mekanik taş gibi tavırları ihlallerin en önemli nedenleri oluyor. Bu ihlâllere giden yolda çok büyük bir anlayışsızlık, empati yapmama, vicdansızlık taşları örüldü. Geçtiğimiz haftalarda katıldığım bir Youtube programında HDP Milletvekili olarak şahsım ve partim adına birçok soruyu cevaplamak durumundaydım. Karşımdakilerin Türkiye’de insan hakları sorunlarından çoğundan ya habersiz ya da haberdar olup bunların normal olduğunu düşünen insanlar olduğunun bilincindeydim ve tüm gayretimle ayrımcılığa uğrayan her kesimden insanın sesi olma düşüncem vardı! Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Alevilerin uğradığı haksızlıklar, başörtüsü yasakları nedeniyle bir zamanlar oluşan ihlâller vd. 7 saatlik programda konuşuldu. Oraya anlaşma, uzlaşma, el sıkışmak için giden bana öfkeli bakışlarla, sert sorular soruldu. Yerine göre hakarete varan cümlelerle sorulan bu sorulara aynı minvalde, aynı üslupla karşılık vermeyip meselenin kökeni ve çözümü noktasında cümleler sarf ettim! Bunda sürekli ısrar ettim. Neden bunu yaptık? Yeni Hakan Arslan olayları yaşanmasın diye! Neden bunu yaptık? Bir başka zaman bir başka annenin, babanın eline canından çok sevdiği yavrusunun kemikleri ellerine verilmesin diye! Tek derdim buydu. Oradaki topluluk ile çatışmak, kavga etmek, orayı terk etmek kolaydır ama bunun yerine konuşmak, barışçıl bir şekilde tartışmak, uzlaşmayı azami ölçüde başarmak ve çözümü bulmaktan başka hiçbir derdim yoktu. Bütün bunlara rağmen oldukça sert ve itham eden, hakarete varan dozlarda yapılan sorular karşısında metanetimizi kaybetmeyerek, ülkenin insan hakları sorunlarını bilmediklerini düşünerek tüm ayrıntılarıyla açıklamaya çalıştık. Bu programdan sonra ortaya çıkan "elinde kemik torbası olan baba" görüntüsü gayretimin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bana tekrar hatırlattı. Var olan bir ihlâl, devlet tarafından çözümsüz bırakılan bir sorun ve ardından çıkan kavga ve oluşan çıkmaz sokak tablosu sonrasında biz insan hakları savunucularının çözümden başka bir şey düşünmediği bir gerçektir. Biz de bunu yapmaya çalıştık. Milyonlarca kez izlenen, herkesin kendi meşrebine göre değerlendirdiği bir programda tek derdim ön yargılı bakmayan, makul ve olgun tavırlı insanlar tarafından söylediklerimizin anlayış ile vicdan ile masaya yatırılmasıydı!
7 yıl bir cenazenin ortada kalması, toprakla buluşamaması, yanlışların her kesim tarafından yapılmaya devam edilmesindendir! Suçlayıcı, tüm hatayı karşıdakinde bulmaya çalışan tavırlarla varabileceğimiz bir yer yoktur!
Bunu yapabildiysem bana ne mutlu. Bunu yapmanın önemini tekrar hatırladım çünkü biz bunu yapmazsak yeni çocuklar ölecek, yeni gençler ölecek, yeni anneler ağlayacak ve çözümsüzlük daha da artacak! Biz bunu yapmazsak; şu anda var olan tablo daha da kötüleşecek. Evet oldukça kötü bir tablo arz ediyor Türkiye ancak daha da kötüleşmemesi için çocuklarımıza ve torunlarımıza miras bırakacağımız bir Türkiye için iletişimi, konuşmayı, tartışmayı ve çözümü terk etmemek zorundayız. Herkesin kendi cephesine çekildiği, kendi köşesinden karşı tarafa salvolar yağdırdığı bir Türkiye tablosu bir çözüm tablosu değildir. Genellikle tercih edilen ve karşıdakini ikna etme, karşıdaki ile iletişim kurma yerine bulunduğu köşeden karşı tarafı lanetleyen anlayışlarla varabileceğimiz hiçbir yer yok. Benim bu programa katılma nedenim; farklı anlayışlar arasında bir köprü oluşturabilmekti. Herkes bunu farklı anlayabildi, kimisi kendince daha bir nefret ve öfke artırımı ile karşıladı kimisi kendi çekildiği rahat köşe, uzlet köşesindeki kararlılığı, rahatlığı, ile arttırdı ama bilinmeli ki bunların hepsi yanlıştır. Sorunlarımız ne kadar ağır, kronik, kangren haline gelmiş olursa olsun, meseleleri konuşabilmek tartışabilmek, olması gerekendir! 7 yıl bir cenazenin ortada kalması, toprakla buluşamaması, yanlışların her kesim tarafından yapılmaya devam edilmesindendir! Suçlayıcı, tüm hatayı karşıdakinde bulmaya çalışan tavırlarla varabileceğimiz bir yer yoktur! Kürt meselesi Türkiye’de çözümsüz bir mesele değildir ve insan haklarına uygun demokratik bir anlayış içinde çözümü mümkün olan bir meseledir ve herkes çözümü beklemektedir. Çözüm için herkes umut dolu olmak zorundadır. “Ben dayatacağım ve karşı taraf kabul edecek.” anlayışını devam ettirmek artık mümkün değildir. “Ben kendi hatalarımla yüzleşmeyeceğim ve karşı tarafı duymamaya devam edeceğim.” anlayışı ile de devam etmek mümkün değildir! " Kimse beni, bizi anlamıyor, küstüm, koptum" demek de bir başka yanlıştır. Karşılıklı yanlışlıkların yapıldığı yer ancak ve ancak kavga ortamıdır. Kavga, çatışma, savaş ortamında yumruk saymanın bir anlamı yoktur! Aklın, mantığın, duygunun, vicdanın bittiği çatışma ortamları kriter alınarak meseleler çözülemez. Kavganın oluşturduğu toplumsal yıkımların kötülüğüne bakarak ve vicdanımızı harekete geçirerek sorunların kökenine inmekten başka çaremiz yoktur. Sorunların kökenine inmezsek bize hep kendi tarafımızın öfkesini arttıran acılar kalır! Bir tarafta bir asker cenazesi gelir, askerin yakınları kahrolur ve öfkeleri bilenir, diğer tarafa Sur içinde asker ile çatışan bir gencin yıllar sonra kemikleri ortaya çıkar ve bir başka kesim bilenir, öfkesi artar, çözüm konusundaki umutları yıkılır. Bu, bizim istediğimiz bir tablo değil, istediğimiz tablo başarılabilecek bir tablodur, iletişimin oluşturulduğu, devletin yaptığı hataları kabul ettiği vatandaşına bir taş ve bir demir muamelesi yerine, insan muamelesi yaptığı, vatandaşının kusurlarını, cezalandırmaktan başkasını bilmeyen bir baba gibi değil, şefkatli, vicdanlı, merhametli bir baba edasıyla çözebilen bir anlayıştır devlet olmak! Bütün bu acı tablolardan sonra bize düşen sadece kendi acımızı sevincimizi paylaşmaktan ziyade genel tabloyu görerek yapıcı adımlar atabilmektir.